|
Neyi "kurban etmek" istiyorlar?

Kurban tartışmalarıyla yapılmak istenen şey, İslami hassasiyetlerin, değerlerin ve pratiklerin kurban edilmesinden başka bir şey değil.

Yazılarımı, sürekli olarak baskıya gireceği gün yazarım. Yazıların içeriği veya niteliği kimi zaman ne denli düşünsel olarak yoğun olursa olsun bu ilkeden ödün vermedim şimdiye kadar. Yazdığım konu, gündemde olan veya benim gündeme getirmek istediğim bir konu da olsa, sıcağı sıcağına yazmak benim için bir tür ahlaki bir ölçüttür.

Yazıları, sıcağı sıcağına, gazete baskıya girmeden önce yazıyorum ama; yazıların konularının oluşma süreci çoğu zaman birkaç günlük bir zaman dilimini kapsıyor; en azından bir gün öncesinden yazacağım konuya karar vermiş oluyorum: Dolayısıyla, bilgisayarın başına geçmeden önce çok sayıda kitap, dergi, makale karıştırmış; kütüphane çalışmasını mutlaka tamamlamış, gerekli notları almış, kilit kavramları, argümanları, kısacası yazının ana taslağını kafamda tamamlamış oluyorum.

Ancak Ali Kırca''nın Siyaset Meydanı, benim yazı yazma planımı alt üst ediyor. Mecburen tüm hazırlıklarımı bir tarafa bırakıp Siyaset Meydanı''ndan yazı çıkarmak zorunda kalıyorum, zaman zaman.

Siyaset Meydanı''nın Perşembe günkü "Kurban Tartışması" başlıklı epizodu da yine önceden hazırlandığım konuyu terketmek zorunda kalmama yolaçan programlardan biri oldu.

İlkin, programın sahibinden başlayalım... Ali Kırca, birinci sınıf bir gazeteci. Aydın değil; aydın olmanın verdiği sorumlulukları, yükümlülükleri hiçe sayan; sadece ve sadece iktidar seçkinlerine karşı sorumluluğunu, yükümlülüğünü harfiyyen yerine getirme çabasında olan bir gazeteci. Medyanın birinci kuvvet olarak kabul edildiği, iktidar seçkinlerinin, güç ve çıkar odaklarının söylemlerini, çıkarlarını, önceliklerini koruyup kollamak amacıyla tam bir psikolojik savaş ve beyin yıkama makinası olarak kullanıldığı bir ülkede, Ali Kırca, kamera''yı tastamam bir "silah" gibi kullanan ve "iş"ini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir medyatör. Türkiye''de Heidegger''in "kamera, izleyiciye yöneltilmiş silahtır" veya Paul Virlio''nun "film çekmekle, silah çekmek aynı şeylerdir" şeklindeki aforizmaların ne denli geçerli olduğunu kanıtlayan birinci sınıf medyatörlerden biri Ali Kırca.

Ali Kırca birinci sınıf bir gazeteci olsa da, tıpkı diğer türleri gibi, gazeteciliği en primitif şekliyle icra etmek zorunda kalan bir adam: Primitif gazeteciler için, önceden tanımlanmış ve belirlenmeiş mutlak iyiler ve mutlak kötüler vardır: Bir sorunun, tüm boyutlarıyla açıklığa kavuşturulması ve kamuoyunun aydınlatılması veya bilgilendirilmesi esas değildir; kamuoyunun belli çerçeveler muvacehesinde yönlendirilmesi, beyninin yıkanması esastır. Ele alınan konunun birincil aktörlerinin/taraflarının konuşturulması veya ele alınan konuda "uzman" olan kişilerin konuya açıklık getirmeleri değil; ele alınan konuyu, önceden belirlenmiş, inceden inceye hesaplanmış kalıplar, dogmalar, saplantılar, önyargılar çerçevesinde "bitirmek" başlıca amaçtır burada. Tabii bu tür primitif bir gazetecilik anlayışı, diyalojik konuşmayı ortadan kaldırmayı ve çatışmayı, kafa karışırmayı, "kötü"lerin, ötekilerin perişan edilmesini, küçük düşürülmesini hedefler.

Ali Kırca, yeteneklerini "satan" bir gazeteci. Oysa yaptığı program, televizyon dili açısından alternatif olacak imkanlar ve özellikler taşıyan bir program. Yetenekli bir gazetecinin, kendisini ucuz ve basit şeyler için böylesine kolayca harcamasına sadece ve sadece acınır.

Kurban Tartışması''nda sözünü ettiğim primitif / militan gazeteciliğin tüm unsurları mevcuttu. Çağrılan uzman konuklar, konu hakkında izleyicileri aydınlatacak özelliklere sahip olmaktan çok, "marjinallikleri"yle tanınan kişilerdi. O yüzden kurban tartışması etrafında yapılmak istenen asıl şey üzerinde hiç durulmadı: Tıpkı benzer İslami sorunlar konusunda olduğu gibi, kurban konusunda da yapılmak istenen şeyin, çok daha ideolojik, siyasi ve hatta ekonomi politik bir "proje"yi hayata geçirmek olduğunu hemen herkes biliyor.

Nedir bu proje: Birincisi, genel olarak, "irtica opresyonları" çerçevesinde İslam''ın sevimsizleştirilmesi, cazibesinin yitirtilmeye; dolayısıyla İslami hassasiyetlerin olumsuzlanmaya çalışılmasıdır.

İkincisi, kurban yoluyla oluşan ekonomik kaynağın "irtica''nın kaynağı" olarak lanse edilmeye çalışılan İslami vakıflara, cemaatlere, hayır kurumlarına akmasının önlenmeye çalışılması. Nitekim kurban derileri konusunda birkaç yıldır uygulanan polisiye tedbirler bunun en somut kanıtıdır.

Üçüncüsü, kurban kesiminin olabildiğince azaltılması, böylelikle kurban kesmek yerine yapılacak nifakların mümkünse İslami cemaatlere, vakıflara ve hayır kurumlarına akmasının önlenmesi ve oluşacak devasa ekonomik kaynağın hiçbir İslami hassasiyeti olmayan, hatta İslami hassasiyetleri olan kişi ve kurumlarla amansız bir şekilde mücadele eden din-dışı kurumlara kaydırabilmesinin yollarının açılması.

Kısacası, kurban tartışmalarıyla yapılmak istenen şey, İslami hassasiyetlerin, değerlerin ve pratiklerin kurban edilmesinden başka bir şey değil.

Bunun böyle olduğunu bu tür psikolojik savaşlardan sonra sade vatandaş daha iyi kavrıyor. Ancak Hüseyin Hatemi, Yaşar Nuri Öztürk gibi kişiler bu gerçekleri gözardı etmeyi yeğliyorlar. Televizyon ekranlarından milyonlarca insana rasyonellik çağrıları yapmaktan çekinmeyen bu kişileri, biraz daha hassas olmaya, basiret, feraset ve nezaket sahibi olmaya davet ediyorum. Bu ülkede yıllardır, onyıllardır kurban edilmeye çalışılan asıl şeyin ne olduğunu artık görmeye ve ona göre kendilerine çeki düzen vermeye davet ediyorum. Biraz vicdan ve insaf, diyorum.

24 yıl önce
Neyi "kurban etmek" istiyorlar?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti