|
Ontolojik felaketi aşmanın yolu: Sünnet-i Seniyye
Çağımızın en parlak düşünürü
Heidegger
, “
felsefenin / 'düşünme'nin Socrates'le birlikte bittiğini” söylemiş
, 2500 yıllık küsur yıllık bir ezberi bozmuştu.


Oysa bize anlatılan hikâye neydi, şimdiye kadar?



Felsefeyi, dolayısıyla düşünmeyi Socrates, Eflatun ve Aristo'yla başlatmaktı.



Bugün yaşadığımız temel varoluşsal sorunların gerisinde Socrates'in imzası vardır.



SOCRATES'İN SEVABI VE GÜNAHI


Socrates'in bir günahı bir de sevabı var.



Socrates'in sevabı, Grek putlarını yıkması.


Socrates'in günahı ise, iki bin küsur yıldır insanlığa pahalıya malolan,

insanın tanrılaştırılması

(

antroposantrizm

) yolculuğunun temellerini atması.



Birinci sınıf felsefe tarihçileri bize, Socrates'in yaptığı işi / işlediği cinayeti, tek bir kavramla anlatırlar:

Disconnection. Yani irtibatın-kopması.


Socrates, insanın gök'le irtibatını kopardı, yer'e mahkûm etti insanı.



ONTOLOJİK FELÂKET: İNSANIN TANRILAŞTIRILMASI


İnsanın beşerüstüyle, tabiatüstüyle, ilâhî olan'la irtibatının kopması ve tanrılaşması

, insanın Tanrı'ya, Tabiata, İnsana hâkim olma güdüsü tarafından güdülmesine yol açtı.



Yani

Socrates'le birlikte, Batı uygarlığı, ontolojisini yitirdi; yolculuğunu yalnızca epistemoloji / bilme çabası üzerinden sürdürdü...


O yüzden,

Greklerin insanı tanrılaştırması, Kilise
ç
ağlarında Hıristiyanların Tanrı'yı insanlaştırmaları şaşırtıcı değildir.


Hümanizm, Rönesans ve Reformasyon yolculuklarıyla gerçekleştirilen

modern meydan okuma, yeniden insanın-tanrılaştırılmasıyla sonuçlandı.


İçinden geçtiğimiz

postmodern süreç ise, insan'sız (post-hümanizm) ve Tanrı'sız (post-teistik) bir dünya

. Hakikat fikrinin reddedildiği, her şeyin izafileştirildiği,

yarı-insan, yarı-makina (cynorg) ruhsuz bir tür'ün

hayata çeki düzen verdiği ontolojik felâketler çağı.



Descartes

, “

tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız

” demişti:

İnsanın tanrılaştırılmasının ürpertici bir örneğiydi bu.


Modernler, tabiatın nasıl efendileri ve hâkimleri olacaktı? Bu sorunun cevabını,

Bacon

, “

bilgi güçtür

”, diyerek vermiş,

gücü, güç elde etme güdüsünü kutsamıştı.


İnsanın tanrılaştırılması, insanın

ontolojik güvensizlik sorunu

yaşamasına yol açacaktı. İnsanın böyle bir sorunla varlığını bile sürdürebilmesi mümkün değildi.



Çıkış yolu bulunmuştu:

Ontolojik güvensizlik sorunu, güç üreten araçların kontrol edilmesini sağlayan epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesiyle aşılacaktı.


Modernler, bilgiyi güç olarak konumlandırdılar; bilgiye sahip olarak güç üreten araçlara (tabiata, bilime, teknolojiye) sahip oldular:

Sahte ama muazzam bir aşırı özgüven duygusu icat ettiler: İnsan artık her şeyi bilebilirdi, her şeyi kontrol edebilirdi, her şeye çeki düzen verebilirdi.


Nedir bu? İnsanın tanrılaştırılması elbette.



Bilgi üzerinden güç üreten araçlara sahip olunması, zamanla araçlara sahip olma güdüsünün amaç hâline gelmesiyle, bu da her şeyin yerle bir olmasıyla sonuçlandı.



Sema'dan Arz'a düşen, hayatı yalnızca Arz'dan ibaret gören modern / seküler insan, arzın, arizîliklerinin yol açtığı maraziliklerin taarruzlarına maruz kalmaktan kurtulamayacaktı.


Yalnızca bilgilenme / epistemoloji üzerinden bir dünya kuramazsınız. Bütün dünyaları da yıkarsınız. Yapılan da bu oldu.


Ontolojisi olmayan bir uygarlık, dünyayı cehenneme çevirecekti; bu kaçınılmazdı.



Bizim terimlerimiz üzerinden gidersek...

Melekûtî âlemle irtibatını koparan, dünyayı / hayatı yalnızca mülk alemine kilitleyen bir uygarlık, melekûtî âlemden süt ememediği için insanın meleksi melekelerini yok edecek ve yalnızca mülk âlemine mâlik / sâhip olma, mülk âleminde meliklik taslama / hegemonya kurma kaygısıyla yaşayacaktı.


ONTOLOJİK FELÂKETİ GÖRME'NİN VE AŞMA'NIN YOLU: SÜNNET-İ SENİYYE


Asıl can alıcı meseleye geliyorum:

Peygamberlik fikri ve hakikati olmadığı için, insan tanrılaştırılmıştı

: Araçlar, amaçların yerine yerleştirilmiş, güç kutsanmış, epistemolojinin / bilginin güç üreten araçları (bilim, teknoloji, hız, haz vs) çoğaltarak bu araçlara sahip olma güdüsünün insanın amaçlarını yitirmesine yol açması engellenememişti.



İşte

Sünnet-i Seniyye'nin hayatî rolü, ontolojik bir imkân sunması: İki bin küsur yıllık pagan Batı uygarlığı tarihinin ürpertici serüveni, Kitab'ın, sadece okunarak, bilgilenerek hayata geçirilmesinin, sadece bilgilenerek insanca bir dünya kurabilmenin peygambersiz imkânsız olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor.


SÜNNET-İ SENİYYE: İNSANIN FITRATINI KORUMASININ TEK SİGORTASI


Oysa

Sünnet-i Seniyye, bilginin hayat hâline nasıl dönüştürülebileceğinin yegâne anahtarı

. Çünkü Sünnet-i Seniyye, hakikatin doğrudan hayat olmasının,

insanın fıtratını korumasının tek sigortası.


Hakikate, bilme yolculuğuna çıkarak değil, olma yolculuğuna çıkarak ulaşabilirsiniz.


“Ben Kitabı okurum, anlarım” diyen kişi, ne dediğinin farkında bile olmayan zavallının tekidir.



Çünkü

aslolan Kur'ân'dır ama Kur'ân'ı hayat hâline getirecek yol, Sünnet-i Seniyye'dir. Yani Kur'an asıldır; Sünnet usûl. Amaç hakikate vusûl'dür / ulaşmak. Ama usûl olmadan vusûl olmaz. Fusûl / sapma, savrulma olur ancak.


Peygamber'in olmadığı bir yerde bilgi hayata değemez, aksine kör bilinç üretir, hayatı da, hakikati de linç eder.


Peygamber'in olmadığı bir yerde, hakikatle doğrudan, dolayısıyla doğurgan bir irtibat kurulamaz. Yalnızca dolaylı, dolayısıyla dolandıran, deneme-yamulma trajedisi yaşatan bir ilişki kurulabilir.



SÜNNET-İ SENİYYE VE MEZHEPLERİN HAYATÎ ONTOLOJİK FONKSİYONU


Mezhepler, Sünnet-i Seniyye'nin fonksiyonunu icra eder

.

Mezhepler, usûl yolculuklarıdır çünkü.


Sünnet-i Seniyye, dolayısıyla mezhepler hem sâbitelerin değişkenler (kültür) tarafından yutulmasını önler; hem değişkenlerin (kültür'ün) sâbite katına yükseltilmesinin önüne set çeker; hem de değişkenlerin (kültür'ün) sâbiteler ışığında sonsuz bir şekilde yorumlanmasının yolunu açar.


Çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız.



Biz çağı da hakkıyla tanımıyoruz, kendi kavramlarımıza, dünyamıza da nüfûz edemiyoruz ve tanımlanıyoruz yalnızca.



Daha da vahimi,

Müslüman zihnini ve Müslümanca yaşama zeminini yitirdiğimiz için

de, tanıyamadığımız,

sürekli tanımlandığımız bir ç/ağ'da zihnimiz, çağdaş hurafeler çöplüğüne

dönüşüyor ama bunu göremiyoruz bile; çağın ağlarının, bağlarının, dünyasının içinde sürüklenip duruyoruz sadece.



Sünnet-i Seniyye, bize ontolojik bir alan açıyor

: Bizim hem ümmîleşmemizi (çağın ağlarından, bağlarından ve dünyasından arınmamızı) hem de hakikati her dâim hayat hâline getirme, fıtratı yitirmeme kaygısı ile hareket etmemizi sağladığı için ontolojik felâketi önleyecek yegâne kaynaktır.



Şimdi

insanın fıtratını korumasının yolunun nereden geçtiğini ve Batılıların çeyrek asırdır neden hadislere, Hz. Peygambere (sav) ve mezheplere saldırdıklarını

daha iyi anlıyor olmalısınız.




#Sünnet-i Seniyye
#Heidegger
#Socrates
#Descartes
7 yıl önce
Ontolojik felaketi aşmanın yolu: Sünnet-i Seniyye
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi