|
"Özal" korkusu

Serge Latouche, rahmetli Özal''ın vefat ettiği günlerde Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan "Dünyanın Batılılaşması" başlıklı kitabının Türkçe baskısına anlamlı ve oldukça düşündürücü bir önsöz yazar. "Özal"''ın hangi "yel değirmenleri"ne karşı mücadele ettiğini de çok güzel ele veren önsözde Latouche, şu yakıcı gözlemleri yapar:

Bir milletin ruhunu değiştirmek!

"Türkiye, sömürge durumuna düşmeden, tüm enerjisiyle Batılılaşma''ya karar vermiş ve girişmiş çok çarpıcı bir örnek. Aynı zamanda, bu atılımın karşılaştığı güçlükleri, direnişleri ve belki de nihai başarısızlığı temsil ediyor... Kemalist devrimden epey önce Türkiye, Batılı vaat yarışının cehennem çarkı diye adlandırılabilecek anafora girdi. Bu tam anlamıyla hazin bir durumdu; Türkiye Batılılaştıkça çöküşüne çare bulunamaz oldu ve Batı''yla arasındaki uçurum büsbütün derinleşti... bu uçurum hiç kapanmadı." (s. 9, 10).

Lacouste, "Avrupa kültürünün görünür, dış göstergelerini alıp benimsemenin" hiçbir işe yaramayacağını belirtir ve gözlemlerini şöyle sürdürür:

"Güç ve zenginlik, kasketle ya da takım elbiseyle sağlanamaz. Taklitçi kurumların inşası da daha iyi sonuçlar vermez; Batı''yı Batı yapan yasalar, medeni kanunlar, parlamentolar değildir. Bu çerçevede Batı''dan yapılan aktarmalar, yeni çıkmazlara götürür... Tüm bunlar, fiyaskoyla sonuçlanacak şeylerdir. Bu durumda yaşanan fiyasko daha da büyük acı verir." (s. 10)

Lacouste, yazısının sonlarına doğru şu silkeleyici soruyu sorar: "Türkiye, sonuçta başkası olmayı bile beceremeyecek kadar köklerinden kopmalı mıydı?" (s. 11).

Ve ardından asıl can alıcı gözlemini yapar: "Tepeden inme hiçbir reform... bir halkın ruhunu değiştiremez." (s.11).

Türk aydınlarına bir öneri de bulunarak noktalar Lacouste yazısını: "Küreselleşmenin herşeyi birörnekleştirdiği bir ortamda... Türk aydınlarına düşen şey, ayakta kalmanın tek koşulu olarak, kendi kimlik bilinçlerini korumaktır. Ancak bu bilinçle donandıktan sonra, dünyaya açılmak sonuç verebilir." (s. 11).

Bir milletin ruhunu harekete geçirmek...

Yazının başlığında "Özal"''ı paranteze aldım. Çünkü, "Özal", sadece Turgut Özal değil, bu ülkede çok önemli şeyleri simgeleyen bir adam/dı: Tarihimizin en travmatik, acılı ve zorlu bir döneminde, bize ne olduğumuzu; neden böylesine hazin bir dönemeçle yüzyüze kaldığımızı hatırlatan ve bu hazin durumdan çıkış yollarının ipuçlarını veren, bunun için de toplumumuzun kollektif hafızasını, bilinçaltını patlatan, ruhunu harekete geçirmeyi başaran, sıradışı bir millet adamıydı.

Bize, yaptığı zihinsel devrimle, yeniden kendimize güvenimizi kazandıran; cesareti, risk almayı; tüm zorluklara, engellere rağmen, "yel değirmenleri"yle nasıl mücadele edilebileceğini, Türkiye''nin önünü tıkayan taşları yerinden oynatabilmenin nasıl mümkün olabileceğini gösteren heyecanlı, tutkulu, merhametli, deruni ilgileri olan bir derviş, Türkiye sevdalısı bir insandı.

"Özal" korkusunu bertaraf etmek!

Vefat yıldönümünde, hem de "Nasıl bir cumhurbaşkanı?" sorusunun sorulduğu ve cevabının araştırıldığı bir ortamda, Türkiye''yi sürüklendiği fasit daireden çıkarabilecek bütün özelliklere sahip olan Turgut Özal''ın unutturulmaya çalışıldığı sizin de gözünüzden kaçmamıştır sanırım.

"Özal"ı bir kişi hatırladı ve hatırlattı: Süleyman Çobanoğlu. "Türkiye''de ölümle kesilmeyen, kesilemeyecek koşular da var" diyebilecek bir şair; yani duyarlı, tutkulu, heyecanlı ve cesuryürek bir "delikanlı".

Televizyon ekranları, bu ülkeden sanki Turgut Özal diye bir adam geçmemiş gibi sessiz ve suskunlar. Gazeteler, yalnızca ailesinin -mezar ziyareti- fotoğraflarını yayınlıyorlar ve bu millete mal olmuş bir insanı, sadece ailesinin "malı"ymış gibi takdim etmeye çalışıyorlar.

Buna şiddetle ihtiyaçları var; çünkü "Özal"dan korkuyorlar. Çünkü "millet"ten korkuyorlar. Çünkü Özal, Lacouste''un gözlemlerini uyarlayarak konuşmak gerekirse, Türkiye''nin başkası bile olmasına imkan tanımayacak kadar köklerinden kopmasının... Batı kültürünü dış gösergeleriyle taklit etmeye kalkışmasının ve tepeden inme reformların halkın ruhunu değiştiremediğini, aksine yapılan yanlışlıkların fiyaskoyla sonuçlandığını, topluma büyük acı verdiğini... Türkiye''nin ayakta kalmasının, karşılaştığı devasa sorunları hal yoluna koyabilmesinin tek koşulunun, kendi kültürel dinamiklerine sahip çıkarak dünyaya açılmak olduğunu çok iyi kavramıştı.

Bunun yolunun da, öncelikli olarak, kültürel dinamiklerimizden beslenen kollektif hafızamızı patlatmaktan, ruhumuzu harekete geçirmekten geçtiğini görmüştü.

Ancak "Özal"''ın yapmak istedikleri, sonuçta çıkarlarını alt üst etmekle sonuçlanacağını gören bir avuç iç ve dış güç odağını fena halde ürkütmüştü. Bugün Özal''ın unutturulmaya çalışılmasının nedenleri işte burada gizli.

Özal''ı Amerikancılık yapmakla suçlayanlar, yanılıyorlar. Özal, Amerikancı değildi. Dünyanın dengelerini çok iyi kavramış, Amerika''yı bile korkutacak kadar Türkiye''nin hedeflerini, hayallerini ve ufuk çizgisini büyütmüş bir adamdı. Avrupa''dan Amerika''ya, Orta Asya''dan Uzak Asya''ya kadar geniş bir dünya coğrafyasında Türkiye''nin söyleyeceği ve yapacağı önemli şeyler olduğunu hatırlatmıştı herkese.

Amerika, "yanlış adama oynadığını" çok iyi biliyordu; ama o zaman başka seçeneği yoktu.

Amerika, seçeneklerini, "Özal" aradan çekildikten sonra devreye girdirebildi...

Son birkaç yıldır uygulanan o malum proje, milletin kollektif hafızasını patlatan, ruhunu, dinamiklerini harekete geçiren "Özal" korkusu üzerine bina edilmiş, "Özal" korkusu''nu bertaraf etmek için devreye girdirilmiş "küresel bir proje"dir.

24 yıl önce
"Özal" korkusu
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi