|
Siyaset ve meşruiyet krizi

Bugün Türkiye''de siyaset, tüketilmiş ve işleyemez hale gelmiş veya getirilmiştir. Oysa bu, o ülkenin yönetilemez hale gelmesi; her bakımdan tehlike çanlarının çalmaya başlaması demektir.

Siyaset felsefesinin, Antik Yunan''dan bu yana en esaslı, en fazla tartışılan ama bugün bile tatmin edici cevabı bulunamayan sorunu, "yönetme''nin meşruiyeti" sorunudur: Kim, kimi ne hakla ve ne adına yönetebilir, yönetme yetkisine sahiptir?

Meşruiyet sorunu

Türkiye''de birisinin böyle bir soru sorması, "yönetme''nin meşruiyeti" sorununu gündeme getirmeye kalkışması, o kişinin aforoz edilmesi için yeter ve gerekli nedendir. Çünkü "yönetme''nin meşruiyeti" sorunu, Türkiye''de siyaset felsefesiyle uğraşanların da, siyaset bilimiyle veya siyaset sosyolojisiyle uğraşanların da gündemine alabilecekleri bir sorun değil. Siyasetçilerin ise, böyle bir sorunun varlığından haberdar olduklarını düşünmek bile büsbütün hayaldir.

Böyle bir sorunla uğraşabilmek ve işe yarar, dişe dokunur birtakım sonuçlara ulaşabilmek için, "yönetim''in meşruiyeti" sorununa az çok açıklık getirebilmiş olmak kaçınılmazdır.

Ancak Türkiye''de "yönetim''in meşruiyeti" sorunu, siyaset bilimcileri tarafından da, siyasetçiler tarafından da pek tartışılmamıştır. Zira, başımızda bir yönetim/sistem var; ve bu yönetim/sistem, bilimsel kaygılarla ve yöntemlerle bile olsa meşruiyetini tartışma konusu yapmaya kalkışanlara pek iyi gözle bakmaz.

Krizin adını koymak

Oysa bir ülkede, "yönetme"nin de, "yönetim"in de meşruiyetini, meşruiyet kaynaklarını veya kendisini meşrulaştırma mekanizmalarını ve biçimlerini tartışma konusu yapmak bile netameli bir sorun olarak algılanıyorsa; o ülkedeki yönetici elitlerin, tartışılmasını istemedikleri, tartışılmasından çekindikleri, tartışıldığı vakit pek çok bilinmeyenin açıklığa kavuşabileceğinden ürktükleri sonucuna varılır. Bu da, elitlerin, ülkeye vaziyet eden yönetim''in ciddi bir meşruiyet sorununun var olduğunu zımnen kabûl ettikleri ama dile getirmekten kaçındıkları anlamına gelir.

Başka türlü söylemek gerekirse, Türkiye''de yönetim''in meşruiyeti sorununu tartışmayı, sistemi çökertmeye veya zaafa uğratmaya dönük bir hareket, bir girişim olarak görmek, gerçekte, ülkedeki yönetim''in bir meşruiyet sorunu olduğunu, bizatihi onulmaz ve bu yüzden de tartışılmasına izin verilmemesi gereken köklü zaaflarla yüklü olduğunu kabûl etmek demektir.

Aslında Türkiye''de tam da tartışılması gereken en esaslı sorun bu sorundur. Çünkü Türkiye''nin en temel açmazı, kendi gerçekleriyle, gerçek ve asli sorunlarıyla bir türlü yüzleşmeye yanaşmak istememesidir.

Oysa Türkiye''nin en temel sorunlarıyla yüzleşmekten kaçınması, ülkemizin bir yandan yepyeni sorunlarla karşı karşıya kalmasına yol açıyor; öte yandan da karşı karşıya kaldığımız sorunları nasıl çözümleyebileceğimiz konusunda rasyonel şekillerde düşünebilmemiz, kafa yorabilmemiz imkansızlaşıyor.

Siyaset ne işe yarar?

Siyaset, toplumun taleplerini, duyarlıklarını ve sorunlarını ifade ve temsil edebilecek mekanizmalar ürettiği, bu mekanizmaları işletebilecek şekilde çalıştıracak aygıtlar ve kurumlar icat ve inşa etmeyi başardığı sürece varolabilir; varlığını sürdürebilir. Aksi sözkonusu olduğu zaman siyaset, bir "tahakküm aracı"na, bir "sopa"ya dönüşmekten, dolayısıyla kendi kendini tüketmekten kurtulamaz.

O halde soru/n şu: Elitler, Türkiye''de siyasetin varolmasını ve toplumun talepleri, duyarlıkları doğrultusunda işlemesini ve işetilmesini mi istiyorlar; yoksa sadece belli çıkar ve güç odaklarının çıkarlarını garanti altına almanın ve pekiştirmenin aracı olarak kalması için mi çaba gösteriyorlar?

Bugün Türkiye''de siyaset, tüketilmiş ve işleyemez hale gelmiş veya getirilmiştir. Oysa bu, o ülkenin yönetilemez hale gelmesi; her bakımdan tehlike çanlarının çalmaya başlaması demektir.

İki belirleyici ''aktör''

Bu, "yeni bir durum"dur. Daha doğrusu, Refah''ın yükselmesi ve önünün kesilmesiyle, ardından da Fazilet Partisi''nin hayata atılmasından sonra ise, bu hareketin önünün kesilemeyeceğinin anlaşılmaya başlanmasıyla birlikte belirginleşen, "ülkedeki yönetimin meşruiyeti" sorununun açıkça tezahür ettiği esaslı bir kriz durumudur: Artık uzun bir süre ülkedeki bütün karşıt dinamikleri ve mekanizmaları harekete geçiren, birbirini sürgit olumsuzlayan ancak birbirini olumsuzladıkça birbirini sürgit yeniden üreten ve güçlendiren, biri görünmez, diğeri ise görünür olan iki temel aktör su yüzüne çıkmıştır: Görünen ve sürgit yöneten aklı belirleyen birinci aktör "laiklik"; görünmeyen ama toplumun kimliğini, bilinçaltını, kollektif hafızasını, zihin ve davranış kodlarını hâlâ belirlemeye devam eden ve bu yüzden de yöneten aklın (="laikliğin") meşruiyetini sürgit problematikleştiren ve görünür alana çıkma emareleri gösteren ikinci aktörse, Müslümanlık.

Bu tür esaslı kriz durumları, yeni arayışları da beraberinde getirir. İşte tam bu noktada Türkiye''nin, yönetilememe tehlikesini aşabilmesi için ülkede bu iki aktör''ü temsil etme ve dillendirme konumunda olan dinamiklerin herşeyi aklı selimle silbaştan yeniden düşünmeleri gerekiyor. Fazilet''in bu bağlamda yapacağı önemli işler, atacağı hayati adımlar var. Ancak bunun için Fazilet''in, kısır çekişmelere kilitlenmekten kurtulmanın yollarını araştırması, asli misyonundan ödün vermeksizin bu yeni durumu yeni kavramlarla anlamlandırma ve somut projeler geliştirme çabası içine girmesi gerekiyor.

24 yıl önce
Siyaset ve meşruiyet krizi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’