|
Zaman/sız varolabilmek!

Özelde Türkiye, genelde İslam dünyası, anakronik bir zaman içinde yaşıyorlar. O yüzden oraya buraya savrulup duruyorlar. Bir türlü kendilerine gelemiyorlar.

Her kültürün zaman anlayışı; zamanı algılayış, kavrayış ve tecrübe ediş biçimi farklıdır. Zaman ve mekan arasında kurulan ilişkiler de yine farklı kültürlerde farklı şekillerde tezahür eder. Dünya tasavvurumuz; insan-eşya-Tanrı anlayışımız, zamana ilişkin söylemlerimizi besler ve belirler.

Kendi zamanlarını her daim yeniden icat ve inşa edebilen toplumlar veya kültürler, daima tarih yapıyorlar demektir.

Zaman, bir "dil", bir duyarlığın adı ve aynı zamanda müteharriki. Özgün bir duyarlığınız yoksa, diliniz de yoktur ve konuşamıyorsunuz demektir. Dilsizseniz, konuşamıyorsunuz; bir duyarlık, bir dünya tasavvuru geliştirmekten yoksunsunuz; dolayısıyla "yok"sunuz, demektir. Varolabilmeniz; konuşuyor olabilmenizle, bir dilinizin/duyarlığınızın, dünya tasavvurunuzun varlığıyla; kendi''nizin farkında olabilmenizle, kendi''nizi sürgit zamana müdahale edebilecek denli var kılabilecek bir performans gösterebilmenizle mümkün.

Biz, gerek tüm dünyadaki müminler olarak, gerekse Türk toplumu olarak zaman''la ve mekan''la ilişkimizin nasıl bir görünüm arzettiğinin; zamanın mı bize, yoksa bizim mi zamana hükmettiğimizin farkında değiliz. Çünkü zaman/tarih dışında yaşıyoruz. Şu an dünyaya tadını, rengini, kokusunu, dokusunu, ritmini veya ritimsizliğini, akordunu veya akordsuzluğunu veren zaman, bizim farkında olmadığımız bir zaman.

Yaşıyor olmak her şeyden önce farklı zamanların ayırdına varabilmek; aynı anda farklı zamanları soluyabilmek demektir. Farklı zamanları farkedebilenler, kendi farklılıklarını farkedebilenlerdir. Farklılıkların ortadan kaldırıldığı tek bir dünya, tek bir toplum, dikey eksenleri tüketilmiş, yok edilmiş veya hayattan çekilmiş devasa bir yatay toplum özlemiyle yanıp tutuşmak, kişioğlunun kendi''sini, kendi özgünlüğünü, farklılığını yoksayması, özgürlüğünü yitirmesi demektir.

Zamanı tekleştirmek, tüm insanları tek bir çizgiye getirmek, aynı duyguları, düşünceleri, duyarlıkları, zevkleri, beğenileri tüm dünyaya empoze etmek, zamanı (dolayısıyla hayatı fiilen) yok etmek demektir.

Zamanın farkına varabilmek, Mevlana''nın pergel metaforunda olduğu gibi, bir ayağınızı bir yere muhkem bir şekilde basmakla mümkündür. Ancak bundan sonradır ki, bütün farklı yerleri, coğrafyaları, dünyaları keşfedebilmek ve gerçekleştirilen her bir keşif yolculuğundan haz (ve somut sonuçlar) alabilmek imkan dahiline girebilir.

Özelde Türkiye, genelde İslam dünyası, anakronik bir zaman içinde yaşıyorlar. O yüzden oraya buraya savrulup duruyorlar. Bir türlü kendilerine gelemiyorlar. Zamanın dışında yaşadıkları ve kendi zamanlarının farkına varamadıkları veya özgün bir zaman icat ve inşa edemedikleri için dünyaları da imar ve mamur değil tastamam tarümar bir görünüm arzediyor.

Zaman/sız varolunamayacağının farkına varamadığımız sürece, bir yandan anlamsız, boş bir kavgaya tutuşmaktan kendimizi alıkoyamayacağız; öte yandansa biliçimizi ve dışımızı alt üst eden, olmayan bizi (ol/amadığımızdan olsa gerek) her daim silkeleyen fırtınalar bir türlü dinmek bilmeyecek.

Bu dünyada varolamıyorsak, söyleyecek bir çift "söz"ümüz yok demektir. Söyleyecek bir çift sözümüz yoksa, akıp giden ve sürgit devri daim eden zaman bizi de bizim emediğimiz bir yerlere doğru sürüklüyor demektir. Şu an -uzunca bir süredir- sürüklenip duruyoruz yalnızca. Zamanımızı farketmediğimiz ve farkettiremediğimiz için, ne olduğunu farkedemediğimiz zaman bize hükmediyor.

24 yıl önce
Zaman/sız varolabilmek!
"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır"
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?