|
Allah bizi onarsın
'Zaman, çabuk geçiyor.'


İyi ki, Üstad Sezai Karakoç Mona Roza'yı yazmış. Böylece, 'Zaman çabuk geçiyor' cümlesi sıradan bir cümle olmaktan çıktı, derinleşti, en azından bizim kuşağın okur yazarları için.



“Zaman çabuk geçiyor Mona”

diye başlar şiirin bu bölümü.



Bizim romantiklerimiz de, lalettayin söyledikleri 'zaman çabuk geçiyor' cümlesini, parantez içinde tamamlar.



Hikayemiz, 2013'te geçiyor. Meğer ne kadar uzun zamanmış üç sene!



Henüz, paralel sıkıntısı ayyuka çıkmamış. Gezi mezi patlamamış.



Biz, o sene, eski Cumhurbaşkanımız Gül'ün Litvanya-Letonya seyahatine gazeteci olarak katılmışız.



Hasan Cemal de, Milliyet'teki işinden yeni çıkarılmış.



Otelin bir salonunda röportaj yapıyoruz, Gül'le. Kendi halinde bir röportaj.



Ruşen Çakır'ın bir sorusu, röportajı kendi halinde olmaktan çıkarıyor. Güzel soru. Özetle:

“Hasan Cemal'in başına gelen işe ne diyorsunuz”

diye soruyor Ruşen.



Gül, şöyle cevap veriyor:



“Hasan Cemal'e karşı yapılan büyük bir ayıptır.”


Kuvvetli bir cevap.



Manşet isteyene, manşet çıktı işte bu cevaptan.



Bitti. Başka mevzuya geçilecek.



Geçilecek de, Gül'ün sözü muallakta mı kalacak?



Evet, büyük ayıp.



Da, kim yaptı bu ayıbı?



Böyle kalırsa cümle, manşet olur. Ayıbı kim yaptı sorusunu da herkes istediği gibi cevaplandırır.



Sormasam olmaz. Huyum böyle, sözün havada kaldığını hissettiğim zaman sorarım.



“Bu sözü herkes bir tarafa çekebilir. Ayıbın faili kim?”


Tabii, ben soruyu sorunca, manşet düştü.



Abdullah Bey, 'ayıbın faili'ni tarif etti.



“Ben gazetesini söylüyorum açıkçası... Yani eğer gazetesine varsa bir empoze, direnecek kardeşim... İşte Başba
kan da söyledi, 'Böyle bir şey bizden yok' diye.”


Tarif etmesi iyi oldu. Çünkü, çok gazete, Gül'ün cümlesini Başbakan Erdoğan'a yönelik bir suçlamaymış gibi kullanacaktı.



O dönemin liberal taifesinden bazılarının,

“Yusuf Ziya yanlış yaptı”

dediği benim kulağıma kadar geldi.



Bir oyunu mu bozmuştum?



Hasan Cemal'in durumu o günkü şartlarda istisnai sayılır.



Bu röportajdan bir kaç ay sonra, Gezi hadisesi patlak verdi.



Bu tabii ki, hem medyanın hem siyasetin ayarlarını karıştırdı.



Özellikle medyanın sol tarafında, bazı yazarlar, ölçüsüz biçimde fanatikleşti. Sanat aleminde, iş aleminde, karışık rüzgarlar esti.



Siyasette de, ayarlar bozuldu. Rüzgar, AK Parti'nin içini bile etkiledi.



Acaba nasıl davranmak daha doğruydu? Sert mi, mutedil mi? Herkes, kendi mizacına göre üslup tavsiyesi yaptı.



(Tavsiyeler haklı mıydı, haksız mıydı, isteyen tartışsın. Mazidir artık. Erdoğan'ın üslubu galip gelmiştir.)



Hadi, bunu atlattık, atlatıyoruz derken, Paralel saldırı.



Bunların hepsi, ayrı ayrı ve çok şiddetli travmalardı.



Bu travmalar, aklımızın köşesinden geçmeyen hadiselere tanık olmamıza sebep oldu. Allah'ın yaratma kudretini bir kez daha müşahede ettik.



Fakat, travmalar bizim de ayarlarımızı bozdu.



Paralel'in huylarını huy edinen tipler çoğaldı.



Adeta, paralelin ruhu girdi insanların bünyesine.



Değiştik.



Ben, herhangi bir gazetecinin, yazarın, fikirlerini yazmasından, söylemesinden, asla rahatsız olmam.



Diyelim, bir yazar, ya da siyasetçi, tam benim zıddımı temsil ediyor. Benim fikrimin tam tersini savunuyor.



O yazıyorsa, ben de yazarım. O söylüyorsa, ben daha iyisini söylerim.



Birbirimizin, boyunun ölçüsünü alırız.

'İyi olan kazansın'

diyorlar ya maçlarda...



Fakat, tuhaf bir noktaya geldik.



Bakıyorum, bahsini ettiğim röportajda sualin sahibi Ruşen Çakır, şimdi köşesiz.



Fehmi Koru.



Evet, uzun zamandır, notalarımız uyuşmuyor Fehmi Abi'yle. Bazen anlıyorum yazdıklarını, bazen anlamıyorum. Ama, zaten niye uyuşsun ki notalarımız? Böyle bir şart mı var? Herkes aynı mı olacak?



Onun da bugün köşesi yok.



Gülay Göktürk'ün de yok.



İbrahim Kiras'ın da yok.



Yazmasam ve bir Müslüman sorarsa

'işitmiyor musun, görmüyor musun'

, ne cevap vereceğim?



Bu insanların yazmamasına

'mesleğin cilvesi'

de diyebilirsiniz.



Olur a, herkes, her zaman istediği işi yapma imkanı bulamayabilir.



Hepimiz az veya çok yaşadık bunu.



Kimse, kimseyi ilanihaye istihdam etmek zorunda değil de diyebilirsiniz.



Bu sonuçlara, Gül'ün benim soruma verdiği cevaptaki gibi bir yönetim noksanlığı, bir irade zaafiyeti de kapı açmış olabilir.



Keza, siyasi atmosferin de böyle bir sonucu üretmesi elbette mümkün.



Herkes, kabahati istediği tarafa atsın.



Ben, her halükarda, bunun iftihar edilecek bir durum olduğunu zannetmiyorum.



Ne diyeyim şimdi? Hiç bir şeye kadir değilim.



Tek bir kapımız var, aracısız, istimdad edebileceğimiz.



Allah bizi onarsın.



#Sezai Karakoç
#Mona Roza
#Hasan Cemal
8 yıl önce
Allah bizi onarsın
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’