|
Afrin buluşması ne anlama geliyor?

Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekatı ile Afrin’de elde ettiği başarı sadece askeri bir başarı değildir. Aynı zamanda son yüzyılda birbirine düşman edilen bölge halklarını barıştırma girişimidir. Asırlarca müşterek bir tarih oluşturmuş ve birbirine temelden bağımlı, bir olmazsa diğeri olamayacak olan bölge halklarının yeniden kucaklaşmasıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin’e doğru ilerledikçe ele geçirilen bölgelerde kadınlar, yaşlılar ve çocukların sevinç gösterileri masun ifadeleri bunun en açık, en bariz delilidir.



Kendilerine uzatılan mikrofona önce Kürtçe, ardından da Arapça hatta bazen Türkçe aynı duyguları tekrarlamaları, harekâtın misyonunu ortaya koyduğu kadar, bölgenin muhteşem karakterini de sergilemektedir. Sebepleri bizce belli, fakat her nasılsa ayrı düşmüş, düşürülmüş, birbirine düşman edilmiş kardeşlerin buluşma bayramını andıran bu sahneler, mağduriyetten, baskı ve zulümden kurtulmanın belirtilerinden ziyade zihinsel esaretten kurtuluşun da işaretidir.

Bu yüzden Afrin buluşması, aynı coğrafyayı, aynı kültürü, aynı havayı ama daha da önemlisi aynı değerleri ve inancı paylaşan fakat aralarına büyük bir psikolojik mesafe konulan Türklerin, Kürtlerin ve Arapların bayramı olacaktır.

AFRİN’İN HİSSETTİRDİKLERİ

Bundan önceki yazımı sosyal medyada paylaşırken bir okurum, Yavuz Sultan Selim’in Araplar, özellikle de Hicaz ahalisi için söylediklerine atıf yaparak; “Türk hissiyatlı Müslüman bir Kürt olarak” çok duygulandığını yazmıştır. Belki de çok hızlı ve bir sevk-i tabii ile söylenen bu ifadeler, bir duygusallığı değil, meselenin özünü ortaya koymaktadır. Bu ifadeler bir aforizma değildir. Doğrudan bölge insanının asıl ve necip karakterini yansıtmaktadır. Bir Türkün, Araplar için söylediklerine ancak bir Müslüman Kürt sevinebilir. İşte Afrin’e yaklaşırken de gördüklerimiz de bu hakikatin Kürtçe, Arapça ve Türkçe olarak kameralara, mikrofonlara yansımasıdır.

Aslında tarihimiz benzeri binlerce olaya tanık olmuştur. Bu coğrafyada Türklük, Araplık, Kürtlük kelimelerine, birer milleti tanımlamanın ötesinde daha büyük anlamlar yüklenmiştir. Tarih onları, İslamiyet’in potasında eritip, birbiri için fedakârlık yapabilen, sahip oldukları farklılıkları unutup birlikte sevinen, birlikte üzülen üçüz kardeş yapmıştır. Ayrı düşseler de birinin derdini, diğeri, ruhunun derinliklerinde hissedebilen üçüzler.

Bu söylediklerim süslenmiş ifadeler, edebi betimlemeler, günü kurtaracak iltifatlar değildir. Tarihin bize öğrettiği tecrübelerdir.

Birinci Dünya Savaşı ile coğrafyayı 600 yıl barış içinde tutma becerisi göstermiş olan Osmanlı Devleti büyük bir felaketle yüz yüze kaldı. O büyük felaketin etkisiyle Türkler, Kürtler ve Arapların her biri bir tarafa savruldu. Smokinlerini giymiş, silindir şapkalarını takmış Batılı mağrur emperyalistler ise bastonlarını haritalar üstünde gezdirerek Osmanlı topraklarını ama özellikle de Anadolu’yu taksim etme hülyasına girmişlerdi. O dönemin görüntülerini hatırlayınız. Dudaklarındaki kalın purolarının bıraktığı boşluktan “Türklerin geldikleri yere dönmelerinin zamanının geldiğini” geveliyorlardı.

İşte böyle bir zamanda Anadolu’da Türklüğünü, Kürtlüğünü ve Araplığını, Çerkezliğini vs. unutanların sergiledikleri dayanışma o kirli projeyi rafa kaldırdığı gibi, enkazın altından bütün Şark dünyasına umut ışığı olacak yeni bir Türkiye’yi de müjdeledi. Tarihin bu noktasında hepimiz aidiyetimiz ile iftihar edebilir ve Anadolu’da verilen o muhteşem mücadelenin yorumunu ayrı ayrı yapabiliriz.

Yorumlarımızda birleşebilir veya ayrılabiliriz. Ama gelin bir de meseleye o günden, Milli Mücadele'nin önderlerinin gözünden bakalım:

TARİHİ SORUMLULUK

Açılışının ikinci günü olan 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi'nde heyecanlı bir kapalı oturum yapılır. Meclis’in açılışına giden süreç ve Anadolu’nun kurtarılması için muhtaç olan güç ve kuvvet tartışılır. Bu kapalı oturumda uzun bir konuşma yapan Mustafa Kemal konuşmasında şu gerçeğe vurgu yapar:

“Kuvva-yi maddiye ve maneviyye karşısında bütün cihan ve Hristiyan siyasetini en şedîd (şiddetli) hırslarla ehl-i salib (haçlı) muharebesi yapmasına karşı hudut haricinde bize zahîr (yardımcı) olacak bir nokta-i istinadı (dayanak noktasını) teşkil edecek kuvvetleri düşünmek mecburiyeti pek tabii idi. İşte haricen ifade etmemekle beraber, hakikatte bu nokta-i istinadı aramaktan geri durmadık. Bittabi selamet ve necat için yegane müracaat ettiğimiz menba (kaynak) kuvva-yi alem-i İslamiyet olmuştu. Alem-i İslamiyet bir çok nokta-i nazarlardan milletimizle, devletimizin istiklaliyle yakından fevkalade bir surette alaka ve merbutiyet-i diniyesi (dini bağları) olmakla ve bu veçhile bütün alem-i İslam’ın manen bize muavin ve müzahir olduğunu zaten kabul ediyoruz” (TBMM Oturumlarında Sorunlar ve Görüşler, Nşr. Reşat Metel, İstanbul, 1990, 18).

Bugünkü dilimize oldukça yakın ve anlamı açık olan bu ifadeleri “yorumlamaya hacet” yoktur. Biraz okuyan, biraz düşünen ama bu coğrafyayı paylaşan herkese açık ve seçik bir mesaj vermiyor mu? Türk hissiyatlı Müslüman Kürt okurumun ifadesinde olduğu gibi, Afrin’de askerlerimizi karşılayan, Arap hissiyatlı Kürtlerin, Kürt hissiyatlı Arapların duygularını Gazi Mustafa Kemal’in ifadelerinden bağımsız düşünmek mümkün mü?

Elbette hayır. Dün dara düşenin müzahiri olanlar; bugün de yardımı, dostluk elini ve desteği hak ediyorlar. Afrin buluşması bir Türk, Kürt, Arap bayramıdır. Yeni bir Nevruz'dur. Kutlu olsun.

#Türkiye
#Afrin
#Zeytin Dalı Harekatı
6 yıl önce
Afrin buluşması ne anlama geliyor?
“Devrimci” muhafazakârlık ve “yabancı” milliyetçilik
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir