|
Hayırseverler dikkat!

11 Eylül 2001 hadiselerini nerdeyse unuttuk. Nasıl unutmayalım? O tarihten bugüne kadar dünyanın başına gelenler yüzünden hafızalarımız o hadiseyi adeta bin yıl geriye itti. Ben sokaktaydım ve bir beyaz eşya satıcısının vitrinindeki canlı yayından görüntüleri seyretmiştim. Aslında gözüm bir uçağın dev bir kuleye çarptığına iliştiğinde, satıcının TV görüntüsünü pazarlamak için bir video yayımladığını düşündüm. Ses dışarı gelmiyordu ama kısa zamanda gözüm alt yazıyı görünce donakalmıştım. ABD kaynaklı haber durmadan tekrarlanıyordu. Olayla sembolleşen ilk görüntü sürekli ekranlardaydı. Ancak birkaç sat sonra bütün dünya bir hakikate uyandı. Uyandı ama hala içinde gizemleri saklı bir hakikat.

O günden sonra yaşananları hatırlamak için hafızalarımıza zorlamaya bile gerek yoktur. Aslında bütün dünyayı peşinden sürükleyen o olay sonrasında, siyası dengeler değişti, küreselleşme adı altında dünyayı küçük bir köye dönüştürme stratejileri geliştirildi. Ama daha önemlisi, silahlanma yarışı ve savaşlar arttı. O güne kadar laboratuvarlarda, atölyelerde ve sınırlı mekanlarda geliştirilen her türlü silahın seri üretimine geçildi. Bir kere kılıç kınından sıyrılmıştı. Artık kan görmeden yerine girmeyecekti. Nitekim öyle de oldu. Dünyanın dengesi bozuldu. Hareketlilik arttı, kâğıt üstünde ekonomiler devasa bir boyuta ulaştı ama fakr u zaruret, açlık, hastalık, bölgesel çatışmalar da aldı başını yürüdü.

11 Eylül akşamından itibaren ABD TV’lerinden çarşaf, çarşaf suçlu listeleri yayımlandı. Ülkeler, liderler suçlandı ve arkasından yeni planlar hayata konuldu. İlk ne yapıldı biliyor musunuz? Suudi Arabistan’ın kontrolünde olan Haremeyn yani Mekke ve Medine vakıflarının ABD bankalarındaki mal varlıkları donduruldu. Tabi bunların ABD bankalarında işi neydi? diye soracaksınız. Ama unutmayın, her yolun Roma’ya çıkması gibi her bir dolar da bir ABD bankasından geçer. Bu yüzden sadece ABD’deki hesaplar değil, Haremeyn vakıflarının her taraftaki hesapları kontrol altına alındı.

Buna rağmen, bütün dünyada hala serbest dolaşan büyük bir para vardı. Bunun da kontrol edilmesi gerekiyordu. Neydi ortalıkta dolaşan bu başıboş paralar? Çoğu, insanlığını yitirmemiş, dayanışma hasletini kaybetmemiş, başkalarını yaşatmanın gerekliliğine inanan insanların hayır amaçlı bağışlarıydı. Büyük sermaye sahiplerinin bağışlarının her kuruşu kontrol edilebiliyordu. Zaten onlar da bu bağışlarını bile kâra dönüştürmek için şeffaf davranıyorlardı. Ama sıradan insanların, orta düzeyde sermaye sahiplerinin, esnafın, ev hanımının vs. bağışlarının hesabını kimse tutmuyordu.

Hikaye anlatmıyorum. Mesela o yıllarda Türkiye’de Kızılay dışında hayır kurumu olarak faaliyet gösteren dernek sayısı bir elin parmaklarını bile geçmiyordu. Ama hemen herkes hayır yapıyordu.

Soros Vakfı destekli bir ABD düşüne kuruluşu harekete geçip bir araştırma başlattı. Filantropinin yani hayırseverliğin kaynağı nedir? Proje çeşitli ülkelerde hayırseverliğin altında yatan gerçek sebepleri araştıracaktı. İslam ülkelerinden örnek olarak Pakistan, Türkiye ve Mısır seçilmişti.

Yani projenin bir ayağı da Türkiye idi. Bu işi bir araştırma merkezine ihale etmişlerdi. Ben de yapılan araştırmanın sonuçlarını dinlemek üzere toplantıya davet edildiğimde haberdar olmuştum. Sonuçlar sürpriz değildi. Bilindik şeyler söylüyordu. Üstelik araştırmayı başlatanların da baştan beri bildikleri şeyler. Bütün dünyada ama özellikle Müslüman ülkelerde hayırseverliğin kaynağı dindarlıktı. Araştırmada ortaya konulan rakamlar ile bu gerçek bir kere daha ispatlanmış oluyordu. Bütün insanlar temelde bir sebepten dolayı hayırsever olabiliyordu ama dindar olanlar bunu doğrudan bir görev addediyordu.

Peki bilinen bu sonuç için neden Soros Vakfı ve daha pek çok kuruluş devreye sokulmuştu?

Birincisi, özgür bir şekilde insanın insana yardım yapmasını engelleyip, ortada dolaşan hayır paralarının da kapitalizme hizmet etmesini sağlamak.

İkincisi de bu paraların en azından bir bölümünün teröre kaynak sağlamasını engellemek. Daha doğrusu büyük güçlerin kendi vekalet savaşçılarını teçhiz edip kontrol etmek.

Uluslararası ilişkiler teorisyenleri devreye girdi. Sınırlı bir kullanımı olan yumuşak güç teorisi parlatıldı ve bütün dünyada ama özellikle İslam ülkelerinde -daha önce hiç hayır yapılmıyormuş gibi- binlerce hayır işleri yapan STK’lar ortaya çıktı. Öyle ki, kısa zamanda bazılarının kontrol ettiği bütçeler kimi devletlerin bütçelerine denk oldu, hatta aştı. Afrika, Asya’daki fakir ülkeler keşfedildi. Düşünün bir kere Türkiye’den dünyanın öbür ucuna, hatta Amerika Kıtasına gidip kurbanlar kesilmeye başlandı.

Kimseyi suçlamıyorum. Yanlış anlamayın. Bu faaliyetleri ben de destekledim, -Allah kabul ederse- bağış da yaptım ve hatta fiilen katkı verdim. İşin içinde olanların hiçbirinin kötü bir amacı yoktu ve hala da yok. Onlar hayırlarını organize ederken, kapitalist sistem de istediği gibi para trafiğini kontrol etti. Hayır paraları ile bazı ülkeler finanse edilirken, kimi ülke ve bölgeler muhtaç hale getirildi.

Her Ramazan ayı öncesinde Gazze’ye yapılan saldırılar sonrası bağışlanan paraları düşünün. Onlarca kere Gazze’yi yeniden inşa edecek olan bu bağışların ancak İsrail üzerinden yapılabildiğini hatırlayın ve ne demek istediğimi anlayın.

Bu yazı burada bitmedi. Daha sonra da söyleyeceklerim var. Ama şimdilik ülkemize, Türkiye’mize odaklanma zamanı olduğunu hatırlatarak bitirelim.

#ABD
#11 Eylül
#Gazze
#Türkiye
4 yıl önce
Hayırseverler dikkat!
Haçlı Seferleri’nden Siyasal Siyonist-Hıristiyancılığa geçiş
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim