|
Kabe örtüsü de karantinaya alındı

Gündemimizde olmadığı halde kısa zamanda hayatımızın parçası haline gelen bir virüs üzerinden kıyamet koparılıyor. Daha doğrusu kıyametin provası yapılıyor. Raporların, yazıların, uzman görüşlerinin ve tabii ki komplo teorilerinin bini bir paraya satılıyor. Sanki varlığını ortadan kaldıracakmış gibi; virüsün kaynağı, biyolojik bir silah olarak üretilip üretilmediği ve en önemlisi de hayatımızdan ne zaman çekip gideceği soruları herkesi meşgul ediyor.

ABD-Çin ticaret savaşından, iyimser bir komplo teorisi olan küresel soğutma iddialarına, virüsün ilk görüldüğü Wuhan’dan Çin’in başka bölgelerine yayılmamasının sebeplerinden, liberalizmin sonunu getiren iddialara kadar binlerce değerlendirmeyi önümüze koyuyorlar. Ama bütün bunlar bir gerçeği, virüsün insan hayatını etkileyen gerçeğini değiştiremiyor.

Son yüzyıldır yaşanan ve yaşatılan felaketlere baktığımızda belki de ilk defa insan hayrına odaklanan bir süreci yaşıyoruz. Bu virüs sayesinde, kurulan sömürü düzenleri, savaşlar, hastalıklar, dini-mezhebi saikler veya ideolojik nedenlerle soykırıma tabi tutulanlar yüzünden insan hayatının ucuzlatıldığı bir evreden, hayatın kıymetini anlayan bir evreye geçiyoruz.

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ancak hala eski akıllarını pazarda tutanlar, bütün gelişmelere rağmen ideolojik körlüklerini sürdürenler ve virüs adına lobicilik yapanlar ne olacak? Dünyanın değişim ve dönüşüm gayretleri karşısında onlar, eski kinlerini, nefretlerini kusmaya devam ediyorlar. İplikleri pazara çıkmış bu tıynetsizler, Türkiye’de yapılanları görmek yerine; Türkiye’nin ve Müslümanların değerleri ile alay edip sözde bilim adına, akılcılık adına ahkam kesiyorlar. Surların önüne Şahî toplar ile yığınak yapıldığı sırada, meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans rahipleri gibi mide bulandırıyorlar. Akıllarınca virüs lobiciliği ile kendi ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar.

Her dönemde ve yerde, her anlayış ve inanç içinde insanlığı felakete sürükleyen kör taassubun taraftarları olmuştur ve olacaktır. Meraklanmayın, -baykuş misali- bu tipler, zor zamanlarda ortaya çıkıp asap bozucu seslerini çıkarsalar da nihayetinde mağaralarına geri döneceklerdir. Unutmayın, tarihimizde baykuşlardan çok bülbüllerin sesi vardır. Bu yüzden endişeye mahal yoktur. Türkiye doğru yoldadır. Önerilen tedbirlere harfiyen uymamız halinde, ülkemiz ve insanlık en kısa zamanda huzura kavuşacak ve bugün yaşadığımız olaylar da sadece tarihin konusu olacaktır. Tıpkı geçmişte yaşanan veba, kolera ve bilumum salgın hastalıklar gibi korona da tarihe gömülecektir.

Sırası gelmişken, tarihi bazı tedbirlerden söz edeyim:

Osmanlı asırlarında en büyük insan hareketliliği her yıl tekrarlanan hac münasebetiyle olmaktaydı. Nitekim bazı yıllar, -şimdi de iddia edildiği gibi- hacdan değil, hacca gelen diğer ülkelerden özellikle İngilizlerin müstemlekelerinden deniz yoluyla taşınan hastalıklar yüzünden büyük salgınlar olabiliyordu. Maalesef o dönemin de baykuşları vardı ve bu durumu Osmanlı Devleti’nin yetersiz tedbirlerine bağlıyordu. Bu konuda bir çok kitap ve bilimsel çalışma yapılmıştır. Hicaz’de sağlık işlerinden sorumlu Kasım İzettin’nn Avrupalıların meseleye yaklaşımını ve devletin aldığı tedbirleri ele aldığı “Hicaz’da Islahat-ı Sıhhiya” kitabından başka; merak edenler, Gülden Sarıyıldız’ın “Hicaz Karantina Teşkilatı” ve öğrencim Betül Demir Ayaz’ın “Hac ve Siyaset” tezine bakabilirler. Bu araştırmalarda, alınan önlemlere rağmen yapılan tenkitler veya taassup körlüğünün neticelerini görmek mümkündür.

Osmanlı karantina uygulamalarına bir örnek vereyim:

Özellikle 1830-40’lı yıllar salgın hastalıkların yaygınlaştığı dönemler olmuştur. Devlet hem Anadolu-Şam üzerinden hacca giden güzergahtaki; Belen, Misis ve Gülek boğazı gibi yerlerde; hem de deniz güzergâhlarındaki limanlarda karantinalar kurmuştur. Karantinalarda yolcular tutulup müşahede edilmekte ve bilinçlendirme yapılmaktaydı. Özellikle hacdan geri dönüşlerde karantinaya daha fazla önem verilerek, varsa hastalığın temas yoluyla yayılması engellenmekteydi. Karantina sadece insanlara değil, taşınan eşyalara da uygulanıyordu. Öyle ki, her yıl değiştirildiğinde Mekke’den İstanbul’a getirilen eski Kabe örtüsü bile, 1847 yılında karantinaya tabi tutulmuştur.

Bir gelenek olarak her yıl Kabe örtüsü büyük bir merasim ile Çanakkale’de karşılanır ve yine İstanbul’da yapılan başka bir tören ile Topkapı Sarayı’na konulurdu. Osmanlı Arşivi’ndeki bir belgeye göre; (İ. DH 164/8540) o yıl, yaşanan koleradan dolayı, sadrazam, Çanakkale’ye yaklaşan Kabe örtüsü konusunda Sultan Abdülmecid’e bilgi verip nasıl bir uygulama yapılacağı anlatılmaktadır. Belgeden anlaşıldığına göre; eskiden de Kabe örtüsüne uygulanan karantina, saraya götürülmeden önce, bu yıl da aynen uygulanacaktır. Kabe örtüsü Üsküdar’da Mehmet Paşa veya Şemsi Paşa köşklerinde “gereken saygı” gösterilerek bir süreliğine karantinaya alınacaktır. Bu maksatla, örtüyü taşıyan gemiden almak üzere tersaneden bir geminin hazırlanması istenmektedir. Nitekim Sultan Abdülmecid’in iradesi de bu yönde çıkacak ve Kabe örtüsüne karantina uygulanacaktır.

Bu uygulama, her fırsatta tarihimize leke sürmeye veya sözde hamaset ve geleneği yürütmek adına devletin aldığı karantina tedbirlerini delmeye çalışanların kulaklarına küpe olsun.

#ABD
#Osmanlı
#Sultan Abdülmecid
#Kabe
4 yıl önce
Kabe örtüsü de karantinaya alındı
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü