|
Savaş, Göç ve Yoksulluk

Savaş normal bir şey değildir. Tarihte ne bir asker ne de muzaffer bir komutan savaşı normal bulmuştur. Gerekçesi ne olursa olsun neticede savaş, ateşle oynamaktır. İster doğrudan ister maşa ile tutulsun mutlaka etrafa sıçrar ve yeni yangınlara sebep olur. Ama normal olanın yani barışın tesisi için de çoğu kere kaçınılmazdır.



SURİYE’DE SAVAŞ

Uzaklara gitmeyelim, yakın tarihimize bakalım. Dünyada, ülkemizde ve bölgemizde yaşanan savaşlar yüzünden nice felaketler ile yüzleşmek zorunda kaldık. Burada savaş felsefesi yapmak niyetinde değilim. Savaşın karşısında durduğum kadar yeri geldiğinde aynı ölçüde gerekliliğine de inanırım. Ama bugün burada bunları değil; daha fazla özgürlük, daha fazla refah ve daha fazla nefes alma umuduyla harekete geçen masum kalabalıklara karşı kendi rejimleri tarafından başlatılan Suriye iç savaşının doğurduğu sonuçlardan ve bu konuda yapılacak bir toplantıdan söz edeceğim.

Önce şunu hatırlatayım. Arap Baharı başlamadan önce, Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Yemen ve Suriye’de yaşanan baskı ve zulmün sonsuza dek sürmesinin mümkün olmadığına gözlemelerimle şahit olmuş ve inanmış biriydim. Yazılarımda ve konuşmalarında bölgede büyük değişimlerin olacağını vurgulamakla birlikte, doğrusunu isterseniz hem zamanlaması ve hem de bugün yaşanan büyük felaketleri aklıma bile getirmiyordum.

Toplumsal hareketlerde her şey olabilir. Beklenmedik gelişmeler, yaralanmalar hatta ölümler. Ama çağımızda kör bir iktidar hırsı uğruna bu kadar büyük felaketlerin doğacağını, bütün dünyanın küçük bir coğrafyaya kilitlenip sorunu içinden çıkılmaz karmaşık bir yumağa dönüştüreceğini kim tahmin edebilirdi? Arap Baharı Tunus’ta canından bezdirilmiş masum bir insanın ölümü ile başladığında bunun benzeri düşük profilli sonuçlar ile devam edeceğini tahmin etmek güç değildi. Ama Libya’da ve Suriye’de bunca felaketlere sebep olabileceğini kim söyleyebilirdi? Elbette farklı bir kategoride gelişen Mısır ve Yemen’deki gelişmeler de aynı şekilde tahminlerin dışında kalmıştı.

SAVAŞIN BİLANÇOSU

Bir Osmanlı bakiyesi ve esasında Ortadoğu’nun geleneksel yapısının küçük bir örneği olan savaş öncesi Suriye’de, Müslüman, Hristiyan ve bu dinlere yakın ve uzak duran Alevi, Dürzi, Nusayri, Süryani, Ermeni, Katolik, Protestan ve hatta Yahudiler yaşıyorlardı. Etnik olarak da Arap, Türkmen, Kürt, Çerkez gibi gruplardan oluşan toplam 23 milyon insan Suriye’de hayatını sürdürebiliyordu.

BM verilerine göre bugün bu nüfusun 5.3 milyonu mülteci konumuna düşmüş, bir o kadarı da iç göçe maruz kalmıştır. Bu hesaba göre, Suriye nüfusunun neredeyse yarısı doğrudan, diğer yarısı da dolaylı olarak savaştan etkilenmiştir.

Gerek ülke içindeki yer değiştirmeler gerekse ülke dışına kaçışlar sadece savaşın bir sonucu değildir. Aksine savaşan tarafların bilinçli bir taktiği olarak karşımıza çıkmaktadır. Rejim güçleri ve müttefikleri, muhalifleri ve rakiplerini ve onların sivil desteğini yok etmek üzere gelişigüzel bombardıman ve katliamlarla sağladığı demografik değişimi bir taktik olarak kullanmaktadır. Aynı şekilde sahada kendisine mekan tutmak isteyen devlet dışı DAEŞ gibi PYD/YPG dışı silahlı örgütler de benzeri taktiği uygulamaktadır.

İç savaşın başından itibaren bu gayr-i tabii hareketlilikten en çok etkilenen ülke Türkiye olmuştur. Büyük riskler barındırmasına rağmen, bu insanlık dramından ve savaşın ağır şartlarından etkilenen her din, mezhep ve etnik kimlikten insanlara kapılarını açmıştır. Kurulan kamplar bir yana Suriye kökenli pek çok insan Türkiye’nin hemen her yerine yerleşmiştir.

Üstüne Türkiye kendini, Suriye iç savaşının doğurduğu boşluktan beslenen ve sınırlarında güvenlik tehdidi oluşturan terör örgütlerine karşı savunma mecburiyetinde hissettiği bir savaşın içinde bulmuştur. Gerekçeler ne olursa olsun bugün yanı başımızda bir iç savaş, ülkemizde de bunun sonuçlarından doğan sorunlar yaşanmaktadır.

Türkiye krizin başlamasından itibaren sadece kamplar açarak dramdan kaçanlara geçici barınma sağlamamış, bilakis vatandaşlık ve çalışma izni dahil bir dizi düzenlemeler yapmıştır. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonu gibi askeri harekatlar da daha büyük göç dalgalarını önlemek ve Türkiye’ye gelenlerin oluşturulmuş güvenli bölgelere dönüşünü sağlamak üzere yapılmıştır.

Ama bilirsiniz, dökülen su bir kere daha kabını doldurmaz. Yani Suriye’de hangi değişim olursa olsun, hangi gelişme yaşanırsa yaşasın savaşın ve ona bağlı göçün doğurduğu sorunlar daha uzun yıllar bizimle birlikte yaşanmaya devam edecektir.

SAVAŞ, GÖÇ VE YOKSULLUK SEMPOZYUMU

“Savaş, Göç ve Yoksulluk” sorununu tartışmak için Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ve Deniz Feneri Derneği İstanbul’da 24-25 Şubat’ta bir sempozyum düzenleyeceklerdir. Üniversitenin Haliç yerleşkesinde yapılacak sempozyumda önemli konular gündeme alınacaktır. Sorunun bir yandan akademik boyutu ve devletin bu sorun karşısındaki kapasitesi tartışılırken, diğer taraftan da konuya taraf ve sahada varlık gösteren Kızılay, AFAD, çeşitli bakanlıkların farklı birimleri, Göç İdaresi, BM Mülteciler Komisyonu gibi kurumlar da tecrübelerini aktaracaklardır.

Türkiye’de yaşayan Suriyeliler meselesinin ne kadar gündemimize girmiş olduğunu bu toplantıdan öğreneceğiz. Savaş, göç ve bunun tabii bir sonucu olarak yoksulluğun her yönüyle ele alınacağı bu toplantıdan elbette sadre şifa sonuçlar da doğacaktır. Mesela Türkiye’de barınma imkanı bulmuş olan Suriyelilerin (artık onlar Türkiyeli) eğitim sorunlarına ne kadar çözüm üretebildik? Büyük bir çoğunluğu Türkiye’de hayatlarını geçirecek olan bu insanların entegrasyonu için neler yapabildik? Kendi kendilerine ürettikleri merdiven altı okullar hatta üniversitelerden MEB, YÖK haberdar mı?

Bütün bu sorunları o gün hep birlikte tartışacağız. Biz oradayız, sizi de bekleriz.

#Savaş
#Suriye
#Göç
6 yıl önce
Savaş, Göç ve Yoksulluk
‘Sen başbakan mısın?’
Tuna Nehri Batı"dan Doğu"ya akar
Oyu kurşun gibi kullanma
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?