|
Suudilere Reddiye 4 Arşivler bize ne söyler

Bu yazı dizisinin başlamasına, bazı tarih bilmezlerin Osmanlıların Haremeyn’e hizmetlerini inkar etmeleri sebep olmuştur. Bariz bir gerçeğin körü körüne inkarının bedevi davranışı olduğunu ve bunun ne kadar zor değiştiğini akl-i selim sahipleri bilmektedir. Bu gerçeği, Kur’an’ın bizzat kendisi söylerken; bütün Arapların iftihar duydukları İbn-i Haldun da sosyolojik olarak ortaya koymuştur. Yazdığım yazılarda bedeviler dahil, hiç kimsenin geçmişini veya tarihini tezyif etmeme konusunda hassas davrandığımı okuyucularım bilir. Ancak geçmiş ile geleceği temsil eden Haremeyn’deki vakıf eserlerin, Osmanlı’dan kalan tarihi mekanların; hedef alınmasının da müsamaha edilir bir tarafı yoktur.

Yeni Şafak Arapça kısmında yayınlanan yazılarım ciddi tepkiler almıştır. Takdir edenler özel olarak yazıyla veya arayarak tebrik ederken; bedevi aklı ile hareket edenler de sosyal medya hesaplarından, Osmanlı asırlarına, Türkiye’ye ve tabii ki bana öğretilmiş kinlerini kusmuşlardır. Oysa yazdığım her kelimenin tarihte mutlaka karşılığı ve arşivlerde yığınla belgeleri bulunmaktadır. Aslında yazılarımda anlatılanlar bir Osmanlı müdafaası değildir. Bir bakıma Hicaz, Haremeyn ve bugünkü Suudi Arabistan tarihinin belgelenmesidir.

Arap tarihinde kesintisiz belgelenebilen en uzun süresi, dört asırlık Osmanlı dönemidir. Osmanlı Arşivleri’nde milyonlarca sahifeye varan belgeler, neredeyse Arap tarihinin yegane kaynağıdır. Veya en önemli kaynakları arasındadır. Bunun bilincinde olan bazı Suudi Araştırma merkezleri ama özellikle Kral Abdülaziz Araştırma Merkezi (Daret Melik Abdülaziz) istihdam ettiği kişiler aracılığıyla Osmanlı Arşivleri’nden yüzbinlerce fotokopiyi ülkelerine taşımışlardır. Arşivin talep formları ve fotokopi alanların kayıtları bu iddiamızı ispatlamak için yeterlidir. Arap tarihi ve kültürünü, oradaki Osmanlı hizmetlerini belgeleyen diğer yazmalar ile Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki kayıtların da kanunların verdiği izinler doğrultusunda Suudi Arabistan’a taşındığı bir gerçektir.

Peki bu kadar belgenin alınmasına rağmen, hala inkârın gerekçesi nedir? Zaten mesele de bu sorunun cevabında düğümlenmektedir. Maalesef sözde, ülkelerinin tarihini belgelemek isteyen bu resmi kurumlar, bu belgeleri kendi araştırmacılarından saklamaktadır. Zira kendilerinden menkul bir anlatımla, halklarına, tarihin Suud hanedanı ile başladığına inandıranlar, gerçeklerin ortaya çıkmasını istememektedirler. Nitekim benim yazılarıma hücum edenler de bu hanedan müminleridir.

Türkiye’de rahatça ulaşılabilen, orada ise fotokopileri şifreli kasalara kilitlenen belgeler; sadece Osmanlı hanedanının Haremeyn’e hizmetlerini değil, topyekûn bütün Müslümanların bölgeye yaptıkları katkıları anlatmaktadır. Yavuz’dan Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar, Haremeyn’e ulaştıran yolların yapımı, hayat kaynakları olan su isaleleri, Mekke ve Medine şehirlerinin imarı; ama en önemlisi Kabe ve etrafındaki düzenlemeler bu kayıtlarda mevcuttur. Yapılan her hizmete damga vurmayı edebe aykırı bulan Osmanlılar; ancak bunları arşivlemeyi ihmal etmemişlerdir.

Daha önceki yazılarda da söylediğim gibi; belgelerden sadece listeler yayınlasam sütunu yıllarca işgal etmiş olurum. Bu yüzden burada Türkiye ve Osmanlı tarihine haksız eleştiride bulunanlara bir hatırlatmada daha bulunacağım. Zira Haremeyn’de bir kısmı hala ayakta kalan eserleri görmeyenler ile ataları urban sürresinden tahsisat aldığı halde, şimdi küfredenlere meydanın bırakılmaması gerektiğine inanıyorum.

Hodri meydan. Bedevi inadı oradaysa, arşivler de buradadır.

Bu yazımda, Cidde-Mekke Medine güzergahında, “hacıları yağmalamama” karşılığında her yıl tahsisat alan Harb kabilesi ve kollarını deşifre etmekle yetineceğim. İhtiyaç görülürse hanedan dahil, tahsisat alan bütün isimleri açıklayacağım.

1788 tarihli urban sürresi kayıtlarında; Zevi Zahir grubundan, içinde şeyhleri Heza’ ve Şeyh İd’ın de bulunduğu 44 aile reisinin imzalarıyla yardım aldığı görülmektedir. Aynı şekilde, Zevî Mahmut gurubundan 19; Zevi Cibr’den Şeyh Cabir dahil 17 kişi; imza karşılığı sürrelerini teslim almışlardır. Zevi Hamed’ten 8, Havazim’dan 5; Saadin’den de 5 kişi sürre alırken; Cüdeyde ahalisinden de 24 aile nasiplenmiştir. Rihle ve Hacle taifelerinden 8; Mehamide ve Bedir ahalisinden de 5 er aile sürresini alıp defteri imzalamışlardır.

Gerçek acı ise de maksadımız kimseyi incitmek değildir. Zira bu hafta kutladığımız vakıf medeniyetimiz de buna manidir. Bu konu daha çok yazı kaldırsa da, beşincisini yazıp meseleyi insaf ehline bırakacağım.

Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür Tescil Dair Başkanı Mevlut Çam’ın sosyal medya hesabında paylaştığı bir vakıf kaydı ile yazımı bitireyim:

“Bir kimesneye bir an şîr (süt) ve şeker virüp son ucu kâse kâse zehirler içirmeye ve bir adamı bir nice gün bir menzil-i müferrahta ârâm itdirüb (ferah bir mekânda ağırlayıp) sonra nâlân (feryad eden, inleyen) ve giryân (gözü yaşlı) göndermeye.”

Adı kaba olsa da gönlü rakîk olan Öküz Mehmet Paşa’nın vakfiyesi şöyle devam eder:

Hazân zamanını fikret, bahara aldanma

Bahar-i ömrün oluser hâzan

Devlet ânın ki mazhar-i zikr-i cemil ola

Tevfik-i hak ve hidayet delil ola

Bu şiirin altındaki diğer bir not da şudur: “Gerçek zenginlik ve iktidar sahibi başı musallaya konulduğunda; Ümmeti Muhammed’in hayır sahibi ve iyi olduğuna şahadet ettiği kimsedir.”

Türkiye’nin ve Haremeyn ahalisinin Vakıflar Haftası kutlu olsun.

#Arapça
#Vakıflar Genel Müdürlüğü
#Türkiye
#Mekke
4 yıl önce
Suudilere Reddiye 4 Arşivler bize ne söyler
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi