|

Protestan İslam sivil İslam''a karşı

İslam''da Modernleşme üzerine çalışan Prof. Dr. Bedri Gencer, Batı''nın sekülerleştirme sürecini İslam''a uygulamak istediğini, ''din olarak Türk İslamı'' (Sivil İslam) ve ''medeniyet olarak Arap İslamı'' (Protestan İslam) ayrımı yaptıklarını söylüyor. Gencer''e göre eskiden olduğu gibi bugün de Protestan İslam, Sivil İslam''a karşı program yürütüyor.

Yusuf Genç
00:00 - 12/10/2014 Pazar
Güncelleme: 20:19 - 11/10/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Protestan İslam sivil İslam''a karşı
Protestan İslam sivil İslam''a karşı

Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Bedri Gencer, pek medyatik olmasa da özellikle ''İslâm''da Modernleşme 1839-1939'' adlı eseriyle modern İslâm araştırmacılığının zirvesinde, hem klasik, hem modern İslâm konuları üzerine çalışan bir ilim adamı. Gencer''le kitabından hareketle günümüzdeki gelişmelere de ışık tutan modern İslâm''ın serüvenini konuştuk.

İslâm''da modernleşme dediğimizde yalnızca teolojik tartışmaları kapsayan bir şey söylediğimiz intibaı uyanıyor. İsterseniz önce buradan başlayalım.

Cenab-ı Hakk''ın insana verdiği ilim ve amel kuvvetlerine karşılık olarak beşerî tecrübe, düşünüş/inanış ile üretim/yaşayış tarzı olarak iki boyuttan oluşur. Geniş anlamda modernleşme kavramının her iki tarzdaki değişimi anlatmak üzere kullanılmasının yol açtığı karışıklık, sekülerleşme/modernleşme ayırımıyla giderilebilir. Geniş-deskriptif anlamda sekülerleşme, düşünüş/inanış, modernleşme ise üretim/yaşayış tarzının değişimi demektir. Dar-normatif anlamda sekülerleşme kutsaldan uzaklaşma, dünyevîleşme, modernleşme ise feodalizmden kapitalizme geçiş demektir.

İslâm dünyası özelinde modernleşmeyi nasıl anlamalıyız?

İslâm dünyası örneğinde modernleşmeyi, kurumsal değişme, geleneksel feodal emperyal sistemin çözülmesi, sekülerleşmeyi ise bunun doğurduğu meşruiyet krizini gidermek için İslâm''ı yeniden yorumlama süreci olarak alabiliriz. Geniş anlamda bu, Asr-ı Saadet''ten hemen sonra başladı. Müslümanlar, daha önceki kriz durumlarında hatayı hep kendilerinde ararlar, tedeyyünlerini sorgularlarken artık bizzat dinlerini sorgulama noktasına geleceklerdi. Bu açıdan modern Batı/İslâm karşılaşması biricikti.

HİKMETTEN MEDENİYETE
Peki, tafsilatına girmeden önce size modernleşme ve sekülerleşmenin özü nedir diye soralım…

Basitçe ''inandıkları gibi yaşamayanların yaşadıkları gibi inanır hale gelmesi''dir. Modernleşme ve sekülerleşmenin özü, hadis ve sünnet kavramlarıyla anlatılan nebevî ilim ile amelin arasının açılması ve daha sonra tedricen beşerî amelin normatifleştirilerek ilim yerine geçirilmesidir. Bunu kısaca ''hikmetten medeniyete geçiş süreci'' olarak ifade edebiliriz.

Burada kitapta yaptığınız ''Din Olarak Türk İslâmı'' ile ''Medeniyet Olarak Arap İslâmı'' ayırımı akla geliyor…

Bu ayırım, Batı''nın kendi dinini dönüştürdüğü sekülerleşme sürecinin İslâm dünyasına uyarlanmasıdır. Katolik yorumu dünyayı anlamlandırmakta yetersiz kalınca Hıristiyanlık, Protestanlık tarafından 19. asırda zirveye çıkan medenileşme (civilization) denen bir dönüşüme zorlandı. Böylece Katoliklik, ''din olarak Hıristiyanlığın'', Protestanlık ise ''medeniyet olarak Hristiyanlığın'' temsilcisi olarak sunuldu. Dahası medeniyet kavramı Katoliklik içindeki Cizvit damar tarafından icat edildiği için Protestanlık ideal medeniyeti stratejik terakki kavramıyla ikame ederek Katolikliği ''ilerlemeye engel'' olmakla suçladı. Ve kendi içindeki bu ayırımı da ''Din Olarak Türk İslâmı'' ve ''Medeniyet Olarak Arap İslâmı'' ayırımıyla İslâm dünyasına yansıtarak ''İslâm, ilerlemeye engeldir'' ithamına dayalı bir kültür savaşı açtı. Şu halde Batı''nın ilerlemeye engel İslâm''dan kasdı, Türklüğün temsil ettiği ''din=şeriat=fıkıh olarak İslâm''dı. Endülüs''te Akdeniz medeniyetini taşımaya yarayan ''medeniyet olarak Arap İslâmı'' ise onların gözünde ilerlemeye yatkındı. Modern oryantalizm, bugün bile hâkimiyetini sürdüren bu dikotomik bakış açısına dayanmaktadır.

DİN TEK KELİMEYLE SÜNNETTİR
Peki, bu oryantalistik bakış açısı, İslâm dünyasını, Müslüman aydınları nasıl etkiledi?

Bunun etkisiyle ağırlıklı olarak Osmanlı aydınlarının ''din olarak İslâm'', Cemâleddîn Afgânî ve Muhammed Abduh gibi Şiî ve Arap aydınların ise Protestan İslâm anlayışının kaynaklandığı ''medeniyet olarak İslâm'' anlayışını benimsediklerini, bilahare 20. asırda ise bunların iki uç ideolojik çizgiye dönüştüğünü görüyoruz. Bugün de bu sürmekte ve Protestan İslam, sivil İslam''a karşı program yürütmektedir. Kadim anlayışa göre ilim amelde, hadis sünnette içkin olduğundan, din, tek kelimeyle sünnet demektir. Sünnetin genel adı da tarikattır. Şu halde din sünnet, dindarlık kanalı ise tasavvuftur. Genelde tasavvuf, özelde Hâlidî ve Gümüşhânevî Nakşibendîlik, İslâm=sünnetin çağımıza taşınmasında ana işlevi görmüştür. Hususen Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî; 20. asır Türkiye''sinde İslâm''ın bekâsını onun açtığı çığıra borçlu olduğumuzu söylemek mübalağa olmayacaktır.

MODERNLEŞME HALA SÜRÜYOR
Çağdaş İslâm dünyasında sünnet olarak İslâm bilincinin kaybının sonuçları ne oldu?

İslâm''da modernleşme, halen devam eden bir süreçtir. Bu kaybın başlıca sonucu, İslâm anlayışlarının ''şeriat ve medeniyet olarak İslâm'' şeklinde iki ideolojik uca düşmesidir. Genel anlamda İslâmcılık veya siyasal İslâm''dan kasıt, şeriatçılık denen şeriata dayalı bir devlet kurma ütopyasıdır. Ancak İslâmcılık, şeriatçılık ve medeniyetçilik olarak ikiye ayrılabilir. Şeriatçılık sert-devrimci, medeniyetçilik ise yumuşak-muhafazakâr ideolojiler olarak görülebilir. Mehmed Akif ile Seyyid Kutub birinci, Yahya Kemal ile Mâlik b. Nebî de ikinci ideolojik İslâm anlayışlarının temsilcileri olarak anılabilir.

Bu ayrışmanın belirleyeni nedir peki?

Yetişme tarzının belirlediği ütopya tasavvurudur. Şeriatçılık dediğimiz İslâm devleti davası, bir mekânsızlık bilincinin doğurduğu Medine-i Münevvere ütopyasından, medeniyetçilik dediğimiz İslâm medeniyeti söylemi ise bir zamansızlık bilincinin doğurduğu Asr-ı Saadet ütopyasından kaynaklanır.

Sünnet fıtrata uygun yaşayıştır
Küreselleşen dünyada sünnete dönüşün ne kadar mümkün olduğu da açıklanmaya ihtiyaç duyuyor.

Ehl-i sünnet ve cemaatin, ahlakî, sivil İslâm''ın omurgasını bugün de Nakşibendîlik oluşturmaktadır. Günümüzde bu çizgiyi sürdüren Mahmud Efendi''nin irşad hareketi olmasa belki de birçok sünnet artık kitaplarda kalacaktı. Ben umre için Kâbe''ye gittiğimde dünyanın dört bir tarafından gelen Müslüman topluluklar arasında sünnete en uygun nezih topluluğun İsmailağa cemaatinin mensupları olduğu görünce sünneti yaşatmaya yönelik kararlı hareketinden dolayı Mahmud Efendi hazretlerine içten dua ettim. Amerikan basını tarafından Ankara''da Hacıbayram Câmii''nin çıkışında karşılaştıkları İsmailağa cemaati mensubu Müslümanlar vasıtasıyla cumhurbaşkanı ve başbakanın IŞİD''le ilişkilendirilmesi gayreti, sivil, tasavvufî İslâm''ı çarpıtma girişiminin bir başka ahlaksız örneğidir.

Sivil İslam bizzat tasavvuftur
Biliyorsunuz Mümtaz''er Türköne, İslâmcılığın ölümünü ilan etmişti. Türköne''nin ''sivil İslâm'' tarifi ile sizinkinin arasındaki fark nedir?

Soğuk Savaş sürecinde ideolojik saflar karıştı. Dünyada Soğuk Savaş, Türkiye''de 28 Şubat sürecinden sonra şeriata dayalı bir İslâm devleti kurma ütopyasını belirten İslâmcılık, genel bir çekilme yaşadı. Bu tür bir radikalizmden dönüş, AKP''nin temsil ettiği genel Müslüman kamuoyu ile Gülen Hareketi gibi zıt tarafların görünüşte ''medeniyet olarak İslâm'' anlayışında buluşmasını sağladı; özde değil. Din sünnet, dindarlık kanalı ise tasavvuftur dedik. Millî Görüş hareketinin kaynaklandığı ve AKP''nin temsil ettiği Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmının omurgasını oluşturan tasavvufî-Nakşibendî hareket, bizzat sivil İslâm demektir.

ŞEYH-ÜMERA İLİŞKİSİ
O halde AK Parti, sivil İslam tanımınızda konumlanıyor…

Buna göre AKP''nin resmen benimsediği, İslâmcılıktan feragati ifade eden muhafazakârlığın dayandığı ''medeniyet olarak İslâm'' anlayışı, özünde sivil, tasavvufî İslâm anlayışına dayanmaktadır. İslâm medeniyeti söylemi, AKP siyasetinin İslâm dünyasına bakan dış yüzünü oluşturmakta, buna karşılık iç siyaseti, ''sünnet olarak İslâm''ı yaşatan tasavvufî anlayışa dayanmaktadır, dayanmalıdır. Şeyh Edebâli-Osman Gazi, Gümüşhânevî-II. Abdülhamid, Kotku-Erbakan örneklerinde görülen meşâyıh/ümerâ ilişkisi, bugün Ustaosmanoğlu-Erdoğan ilişkisinde devam etmektedir. Buna karşılık güya siyasal İslâm''a karşı ''İslâm medeniyeti'' anlayışını temsil eden sivil İslâmî hareketler, özellikle Soğuk Savaş sonrasında ivme kazanan ''Protestan İslâm'' projesinin gizli araçları olarak gerçek sivil-tasavvufî İslâm''a karşı mücadele etmektedir. Şu halde gerçek sivil İslâm, sünnî=tasavvufî İslâm, sahte sivil İslâm ise ''medeniyet olarak'' Protestan İslâm''dır. Carbonaristik yöntemlerle devletleri ele geçirmek için kurulmuş örgütleri ''sivil dinin temsilcileri'' olarak sunmak, hakikati tersyüz etmenin traji-komik bir örneğidir.

İslamcılar, cami merkezli kurulan şehri kaybettiler
Din eşittir sünnet diyorsunuz ancak, neyin sünnet neyin bid''at olduğu da bazı çevrelerce tartışmalı…

Burada İslâmcılığın ideolojik tepkisi tasavvufa doğrudan yönelirken sünnete spekülatifleştirme ve itibarsızlaştırma şeklinde dolaylı olarak yönelir. Bu tartışmalar, sünnetin her-dem taze nebevî-fıtrî bir hayat tarzı değil, hadis=şeriat gibi bir proje olarak alındığı ideolojik malûl bakış açısını yansıtmaktadır. İslâmcılarda görülen bu sünnete yabancılaşma, fıtrata uygun yaşayışın ortamı ve kanalının, câmi etrafında kurulan şehrin ve tarikatın kaybından kaynaklanmaktadır. Bugün câmisiz bir sitede, rezidansta yaşayan bir Müslümana sünnet olarak misvak veya yer sofrasında yeme tavsiyesinin bir anlamı olamaz elbette.

10 yıl önce