|

'Sine-i millet' ya da imkansızın siyaseti

Demokrasiyi cumhursuz cumhuriyete feda etmeye razı mısınız yoksa demokrasiyle taçlandırılmış kimsesizlerin kimsesi olacak Cumhuriyet yanlısı mısınız? Bu soruya verilecek samimi yanıtlar demokratlığımızı da tescil edecek ya da silip süpürecektir.

Doç. Dr. Tanju Tosun
00:00 - 6/01/2007 Cumartesi
Güncelleme: 01:39 - 22/12/2006 Cuma
Yeni Şafak
'Sine-i millet' ya da imkansızın siyaseti
'Sine-i millet' ya da imkansızın siyaseti

Türkiye'nin politik gündemini bugünlerde nelerin meşgul ettiğine dair sorulacak basit bir soruya verilecek yanıt, üzerinde bir hayli düşünmeyi gerektiriyor. Bu durum, sorunun zorluk derecesinden ziyade, soruya verilecek yanıtların satırlara sığmayacak kadar çok ve çeşitli olmasıyla ilintili. Türkiye'nin kamuoyu yönlendiricilerinin gündem oluşturma, değiştirme konusundaki marifetleri nedeniyle, yukarıdaki soruya verilecek yanıtlar birkaç seçenekle sınırlı kalmıyor. Neredeyse anlık aralarla tedavüle sokulan politik meseleler bir kez kamunun gündemine dahil edildikten sonra, toplumun tüm kesimleri kıyısından köşesinden meseleleri dert edinip, tartışıyor, bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. Fakat sonuç nafile. Çünkü, üzerinde derinlemesine düşünülmeden, çoğu zaman salt gündem oluşturma, gündemde kalabilmek için hayal gücü zorlanarak inşa edilen meselelerin gerçek olanla teması aslında yok gibi. Hal böyle olunca, Türkiye yöneteni ve yönetileniyle geleceğini beklemeye alırken, ezeli-ebedi ulusal rakiplerimiz attıkları adımlarla kendi insanını geleceğe hazırlama konusunda bize fark atıyorlar.

TÜKETİM MALZEMESİ OLARAK SİNE-İ MİLLET

Şimdiki çağdaşlarıyla gelecekte aynı gelişmişlik kulvarında karşılaşabilmesi için, iktidarı ve muhalefetiyle üzerinde uzlaşarak gelecek adına stratejiler, geleceğin stratejik yönetim modelleri üzerine kafa yormaları, aslında politik aktörlerin asli vazifeleri. Fakat özellikle muhalefet konumunda olanların gündemine göz atıldığında, yegane meselelerinin yarım asırlık çok partili demokrasimizin ilk yıllarında tartışılan meselelerden ibaret olduğunu görüyoruz. Er geç tüketilmeye mahkum bugünlerin popüler meselesi olan sine-i millet tartışması bu anlamda Türkiye'deki kimi politik aktörlerin gelecek tahayyüllerine, çaplarına dair yorum yapabilmemiz için eşsiz bir turnusol kağıdı olarak önümüzde duruyor.

1920'lerin Türkiye'sinde M.Kemal'in emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketini başlatırken dillendirdiği ya da 1946'da çok tartışılan çok partili hayatın ilk seçimlerindeki yolsuzluk iddialarına karşılık DP'nin siyasal jargonunda popülerleştirdiği, 1980"lerin sonunda Özal'a ve Cumhurbaşkanlığına alışamayanların vazgeçemediği kavramdan hatırlarda baki kalan tek sahici sine-millet hikayesi, Murat Sökmenoğlu'nun milletvekilliğinden istifasıydı. Memleketin politik gündemine kısa bir süre önce "Cumhuriyet Koalisyonu"nu dahil edip, meseleyi taraflı tarafsız her kesime tartıştıran CHP, bu kez önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşana kadar evirip, çevirip kullanabileceği yeni bir malzemeyi bizlere tükettirmek üzere raflardan indirdi. Hatırladığımız kadarıyla bir yıl önce de ayni tartışmayı yine gündeme dahil eden CHP idi.

Siyaseti "mümkün olanın sanatı olarak" tanımladıgımızda, CHP'nin sine-i millete dönme olasılığı etrafında başlattığı tartışma, apaçıktır ki eylemin gerçekleşme olasılığının zayıflığı düşünüldüğünde CHP'nin siyaset adına tasarladığı bu eyleminin yaptığı çoğu şey gibi mümkün olanın sanatını icra etmekle uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. İster anayasanın emredici hükümleri, isterse meclis aritmetiği çerçevesinden bakılsın, CHP lideri Baykal bu gerçeği bırakın eski bir siyaset bilimci kimliğini, profesyonel siyasetçi olarak da çok iyi biliyor aslında. İstifaların yürürlüğe girmesi için karar yeter sayısından (138) az olamayacak basit çoğunluğu sağlamak AK Parti desteği olmadan mümkün mü ya da AK Parti bu desteği verir mi gibi sorulara verilecek yanıtları bir anda düşündüğümüzde, CHP sine-i millete dönmeyi unutsa bir türlü, millete dönse başka türlü. Bu noktada üzerinde asıl durulması ve tartışılması gereken konu; adeta fetişleştirilen milletin bağrına dönme hadisesinin CHP'ye ne kazandıracağı. CHP elitlerine göre Tayyip Erdoğan'ın Cumhuriyetin temel değerleriyle sorunu vardır. AK Parti daha 3 Kasım seçimlerinde aşkın bir temsille parlamentoda temsil edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı makamına seçilecek kişinin bu makamın devleti ve ulusu temsil etmesi nedeniyle toplumsal uzlaşıyla belirlenmesi gerekir. Halkın yüzde 65'i 3 Kasım'dan beri AK Parti'ye, dolayısıyla Erdoğan'a destek vermemektedir. Seçimlere altı ay kala, görev süresi bitmek üzere olan bir parlamentonun, üstelik halkın üçte ikisinin oy vermediği bir partinin çoğunluğu tarafından seçilmesi, yeni seçimlerin ardından bu makama seçilecek kişinin meşruluğu açısından bir tartışma başlatacaktır. CHP başta olmak üzere muhalefetin argümanları uzayıp gidiyor. Argümanların hiçbirinin anayasallık, hukukilik bağlamında anlam ifade etmediği, anayasanın aradığı çoğunluk varsa, meclisin görev süresinin son gününde dahi Cumhurbaşkanı seçme hakkının olduğunu bilmek için anayasa hukukçusu falan olmaya gerek yok. Meşruluk ile hukukiliğin farklı olduğunu, hukuki olanın mutlaka meşru olamayacağını, meşruluk ile demokratiklik arasında bir seçim yapmak gerekse, hangisinin tercih edileceğinin, demokratik normları içselleştirme meselesi olduğunu da ilave edelim. Kanımızca burada asıl tartışılması gereken; hukukilik ve meşruluk ile demokratiklik arasında tercih yapma zorunluluğuyla karşı karşıya kaldığımızda, hangisini tercih etmemiz gerektiği. Demokrasiden verilecek bir tavizin hukuku da meşruluğu da silip süpüreceğini unutmayalım. Yeni Cumhurbaşkanının meşruiyetini tesis için, adres olarak erken seçimle oluşacak yeni parlamentoyu gösterenlerin kendileri acaba Levent Köker'in de ifade ettiği gibi mevcut yüzde 10"luk ulusal seçim barajıyla yeni bir seçimde sandıktan sınırsız meşru halleriyle mi çıkmış olacaklar? Seçecekleri Cumhurbaşkanı'nın muhtemelen yine halkın ancak yarısına yakının temsil edilmeyeceği bir yasama organı temsilcilerinin oylarıyla belirlenecek olması veri alındığında, yeni Meclis mi yoksa seçeceği Cumhurbaşkanı mı, özlediğimiz meşruluğuyla biricik temsil ve icra organları olacak? Temsilde adaleti katleden ulusal barajın olduğu bir sistemde, çeyrek asır önce askeri cuntanın dayattığı oyunun kuralları sisteme ancak bize özgü sanal meşruluk takviyesi yapmaktadır.

KARŞITLIKTAN MEŞRUİYET ÜRETMEK

CHP"nin sine-i millet kavramı aracılığıyla yürütmüş olduğu tartışmanın CHP cephesine yönelik tek olumlu dışsallığı, kendi yandaşlarının AK Parti karşıtlığını şiddetlendirmeye yarayacak olması, bunun kendi doğal tabanında safları sıklaştırmasıdır, o kadar. CHP bunu niye yapıyor diye sorduğumuzda, devletçi reflekslerinden beslenen militan laikçi duruşu bunu emrettiği kadar, bu topraklarda politik bir varlık olarak halk nezdinde artık "ben de bununla var olabiliyorum" seklindeki iddiasını sürdürmek için. Sola içkin ürettiği siyasalarla toplum nezdinde tutunamayan CHP'nin tutunacak yegane dallarından biri karşı olmak için iktidar karşıtlığıdır. Bu noktada kendisine dair bunca tartışmaların yürütüldüğü Cumhurbaşkanlığı makamı neden bir parlamenter sistemde bu kadar önemli hale gelmektedir diye de düşünmek gerekir. Aslında olağan olan; klasik bir parlamenter sistemde Cumhurbaşkanını seramoniyel yetki ve görevlerle sembolik bir konumda tutmak iken, 1982 Anayasası, anayasal olarak Cumhurun başı olması gereken Cumhurbaşkanını yasama, yürütme, yargı alanında donattığı yetkilerle neredeyse başkanlık, yarı-başkanlık sistemindeki başkanlar kadar güçlendirmiştir. Devlet-toplum/cumhur ayrımının keskin karşıtlıklara oturmuş olduğu bu ülkede, öncelikle devlet iktidarını vazife edinmiş Cumhurbaşkanının Cumhurun iktidarı emanet ettiği kadroların hareket alanını daralttığı aşikar. Kanunları meclise geri gönderme, hükümetin bürokrat atamalarına direnme gibi anayasal yetkileri Cumhurbaşkanlığını sistemde yegane muktedir olma, toplumun seçilmiş temsilcilerini dar alanda kısa paslaşmalara mahkum etme gibi konumu nedeniyle, Çankaya aslında tüm politik aktörlerin fethetmeyi bekledikleri bir politik kale. Çünkü, muktedir olan; sistemin bu haliyle sadece cumhurun reisi. Dolayısıyla sistemde muktedir olabilmek içi kale ya içten ya dıştan fethedilmek istenir. AK Parti, CHP ya da diğerleri için Çankaya özlemleri bundan ibaret. Bu noktada asıl mesele makamın kim, kimler tarafından, nasıl değil, hangi amaçlar için doldurulmak istendiğidir. Aslında sine-i millet tartışmaları da bu bağlamda önem kazanıyor.

CUMHURBAŞKANLIĞI FETHEDİLECEK KALE Mİ?

Demokrasiyi cumhursuz cumhuriyete feda etmeye razı mısınız yoksa demokrasiyle taçlandırılmış kimsesizlerin kimsesi olacak Cumhuriyet yanlısı mısınız? Bu soruya verilecek samimi yanıtlar demokratlığımızı da tescil edecek ya da silip süpürecektir. Kanımca Türkiye'de Cumhurbaşkanı seçimini parlamenter sistemde rutin bir aktör değişimi olarak görmek Türk demokrasisinin pekişmesine en büyük katkıyı yapacaktır. Bunun yolu da yüksek yargı ya da silahlı kuvvetler mensuplarını parlamentodaki seçilmiş onca siyasetçiyi by pass edip bu makama taşımak değil, her hal ve şartta halkın kendi adına iktidarı teslim ettiği kadroları parlamento içinden Çankaya'ya yollamaktır. Bugün biri, yarın diğerleri olabilir. Önemli olan; o birilerinin çağdaş demokratik Türkiye tahayyüllerinin nerede başlayıp nerede bittiğidir. Mevcut anayasal statüsüyle Cumhurbaşkanlığı topyekun politik, ama politika üstü bir makamdır. Anayasal yetkileriyle icraatçı konumunu, yürütme içinde sorumsuzluğuna rağmen etkin rolünü yadsıyamayacağımız bu makama gelecek kişinin politik alanın içinde yetişmiş aktörler arasından bu makama devşirilmesi, herşeyden önce Türk demokrasisine hizmet edecektir. Demokratik sistemlerde parlamento üyeleri dışında Cumhurbaşkanı adayı aramak en fazla demokrasi dışı odakların amaçlarına hizmet eder. Türkiye kim olursa olsun seçilmiş Başbakanları oyunun kurallarını istediği zaman değiştirmeden Çankaya'ya taşımayı öğrenmek zorunda. Tabii ki bu makama gelenin de Çankaya'yı fethedilmiş bir kale olarak görmemesi koşuluyla. Toplumsal uzlaşıyla seçilemese dahi, seçildikten sonra yeminine sadık kalarak, kendisini seçenleri ve seçilmesine aracılık edenleri herhangi kimliklerinden dolayı en fazla müsadeye mazhar başkanın yandaşları ve adamları olarak görmemesi koşuluyla. CHP ve lideri Cumhurbaşkanının seçim sürecinde yeni bir toplum mühendisliği projesi olarak post modern 555 K senaryolarıyla meşgul olmak yerine, sivil ve demokratik B Planları üzerinde çalışırsa Türk demokrasisi adına asil hizmeti o zaman yapmış olur.

* Ege Üniversitesi İ.İ.B.F Uluslar arası İlişkiler Bölümü


17 yıl önce