|

Sivil toplum siyasetten kaçamaz

Gerçek bir sivilleşme ve hak kazanımı farklı toplum kesimleri arasında güven ortamının tesis edilmesi ve birlikte iş üretmeleri ile mümkün olabilir

Ayhan Bilgen
00:00 - 19/01/2007 Friday
Güncelleme: 01:05 - 19/01/2007 Friday
Yeni Şafak
Sivil toplum siyasetten kaçamaz
Sivil toplum siyasetten kaçamaz

Sivil toplum "devlet, piyasa ve aile" dışında kalan alandır. Bir başka tanımda ise insan hakları hareketi iktidar alanının dışında hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilme mücadelesinin yürütüldüğü toplumsal harekettir. Uzun bir süreden beri birçok çevrede genel bir kabul olarak sivil toplum- siyasal toplum ayrımı Marks'tan miras kalmış bir yaklaşımdır. Marks, "siyasal toplum devlettir, sivil toplum özel örgütler bütünüdür" ayrımı ile tercihini birinciden yana yaparken onun karşısında durmayı doğru düşünmenin "İslami düşünmenin" olmazsa olmazı görenler aslında onun ayrımını kabul edip karşısında saf tutmaktadırlar. Oysa bu ayrımın bugünün Türkiye'sinin toplumsal şartları dikkate alındığında yeniden ele alınması gerektiği açıktır. Bugün hak nosyonlu sivil siyasal hareket geliştirebilmenin önündeki en önemli zihinsel engellerden birisi söz konusu dogmatik yaklaşımdır. Son yıllarda yaşanan köklü dönüşümlerde toplumsal siyasal hareketlerin rolü devletten de siyasal partilerden de daha etkin ve belirleyicidir. Özellikle olağanüstü dönemlerde kriz dönemlerinde sivil siyasal hareketlerin partilerden daha ileri bir meşruiyet ve inandırıcılık gücüne sahip olduğu göz ardı edilmemelidir. Türkiye'nin 2007 yılında gerek iç politik çekişmeleri gerekse bölgesinde karşı karşıya bulunduğu gelişmeler ciddi kriz sinyalleri vermektedir.

SİYASET TOPLUMSAL EYLEMDİR

Toplumsal hayatta tanımadığı, bilmediği her yeni yaklaşıma "istemezük" tepkisi verenlerin ön kabullerini yeniden masaya yatırmalıyız. Siyaseti sadece devlet ve siyasi partilerin inisiyatifine terk eden bir anlayış sergilenmektedir. Toplumsal hayatı ekonomik, hukuki, siyasal ve kültürel diye alanlara ayırmak sadece anlamayı kolaylaştırmak için geliştirilmiş bir bilimsel analiz metodudur. Gerçek hayatta böyle bir ayrım "seküler fantezi" ötesi bir anlam ifade etmemektedir. Dünya tarihine damgasını vuran bütün sosyal hareketler "topyekün mücadele" anlayışı ile geliştirilmiştir. 19.yy kavramsal çerçevesi ile sorunlarını anlamaya çalışıp, soğuk savaş dönemi korkularıyla tavır geliştiren zihinlerin Türkiye'ye yeni dönemde önerebilecekleri hiçbir çözüm kalmamıştır. Türkiye sivil toplumu ve insan hakları hareketi için bir siyasi partiye bağımlılık ne kadar tehlikeli ise tarafsızlık ve bağımsızlık adına depolitize olmak da en az onun kadar tehlikelidir. Gruplar ile devlet arasına sıkışmış bir toplumda aktif yurttaş sorumluluğunun yeniden tanımlanmasına aracılık ederek yeni bir ivme oluşturmak gerekmektedir. ABD'deki "Neo-Tocquevellien sivil toplum" tartışmalarının sivilleşme ve özgürleşmeyi sadece partiler ve devlete havale eden söylemlerini Türkiye insan hakları hareketinin de tartışmaya açması gerekir. Toplumsal siyasal hareketler "sözde demokrasilerde" değer taşıyıcılığında partilerden de devletten de öndedir.

11 Eylül sonrası kırılmanın aşılabilmesi için daha geniş ve kuşatıcı insan hakları yorumuna ihtiyaç duyulmaktadır. İnsan hakları adına işlenen vahşetlerle kirletilen bir kavramın meşruiyet sorununu aşabilmek ancak böyle bir hamle ile mümkün olabilir. Aksi halde insan hakları hareketi "yok oluşa giden bir durağanlaşma" sürecinde önemini ve saygınlığını gün geçtikçe kaybedecektir. Hak savunuculuğunun kendini tepkisel olmayan bir üslupla yenileyebilmesi ilkelerinin de hayatta bir karşılığı olmasının yolunu açacaktır. İnsan hakları alanında klasik yaklaşımlarla içtihat kapılarının açılmamasını savunanlar bu hareketi kendi elleri ile boğmaktadırlar. Siyasal hayatı partilere terk edip 4-5 yılda bir sandık başında mühür basmaya endeksli seçimlere indirgemek siyaset üzerindeki ekonomik ve bürokratik vesayeti de fiilen kabullenmektir. Siyaset her gün hak ve özgürlükler alanını etkilerken toplumsal örgütlenmelerin siyasetten uzak durma çabaları öğrenilmiş çaresizliktir. Örgüt statükoculuğu ile sadece kendi toplumsal tabanında manevra yapabilen hareketler elbette yeni siyasal duruşlar geliştirmekte de zorlanacak ve mevcut siyasal kamplaşmalarda rol oynamaya devem edeceklerdir. Oysa gerçek bir sivilleşme ve hak kazanımı farklı toplum kesimleri arasında güven ortamının tesis edilmesi ile mümkün olabilir.

Kurulduğu dönemde "solcu mahkumla" görüşmeyi bile tartışma konusu yaparak direnen bir anlayışa teslim olunsa idi bugün alınan hiçbir mesafe söz konusu bile olmayacaktı.

LİBERAL HAKLARI AŞMAK

Kürt ve Alevi sorununu peşinen kendi görev alanı dışında gören tepkilere boyun eğilseydi Ortadoğu'daki dar çevre insan hakları örgütlerinden bir adım ilerde olunamayacaktı. Öncü rol üstlenmek yıpranmayı göze almayı gerektirir. Toplumsal baskı ve kınamalardan korkan hareketler ise toplumun önünü açamazlar. MAZLUMDER kökenli siyasetçilerin insan hakları alanına bu denli mesafeli durması sorgulanmaya değer bir sağlıksız ilişkinin işareti değil midir?

Fiilen liberal insan hakları savunuculuğu yapıp onu yeşile boyayarak "İslami insan hakları" diye kamuoyuna sunanlar sadece kendilerini kandırmakta, kendilerine umut bağlayanları da oyalamaktadırlar. Ekonomik sosyal haklar ile ilgili kısmi bir yoğunlaşma bile böyle bir yüzleşmeyi sağlamaya yetecektir. Siyasal her çalışmayı siyasal temsil yani bir statü sorunu olarak algılayan zihinlerin eskimiş alışkanlıkları insan hakları hareketinin önünü tıkıyor, Hindistan'daki trafiği tıkayan "kutsal inekler" gibi tabularını insan hakları hareketinin tartışılmaz değerleri sanıyorlar.

Kişisel özgürlükleri yok eden örgütçü yaklaşımlar insanı mekanik bir parça gibi görerek, tarafsızlığı ve bağımsızlığı sağlamanın yolunun siyasal alandan uzak durmaktan geçtiğini zannederek insanın doğasına aykırı, gerçek dışı ve mümkün olmayan bir şeyi dayatmaya çalışıyorlar.

Tarafsızlık ya da bağımsızlık adına sergilenen tutumlar insan hakları hareketine güveni ve desteği artırıyorsa anlamlıdır. Böyle bir şey söz konusu olmadığı halde tarafsızlık ve bağımsızlık adına MAZLUMDER'i evrensel insan hakları hareketinden kopartırken, ezilen ve sömürülenlerin haklarını savunan bir yapıya evrilmesini de engellenmektedirler. Binlerce üyesi olan dernek şubelerinin 50 üye ile kongre yapar hale gelmesinin bir nedeni ve topluma hesap vermesi gereken sorumluları olması gerekmez mi? Dernekçiliği, küçük olsun "benim olsun, kontrolümde dursun" anlayışına dayalı siyasal ayak oyunları ile sürdürmekte ısrar edenler "göbek bağı ile bağlı bağımsızlık" edebiyatı yapmaktadırlar. MAZLUMDER'in seçilmiş organları yegane karar mekanizmalarıdır. Taşın altına elini koymayıp MAZLUMDER'e perde arkasından rota çizmeye çalışanlar tabiî ki herkes gibi görüşlerini ortaya koyar MAZLUMDER'i de eleştirebilirler. Ancak MAZLUMDER kararlarını yönetim ya da genel kurullarında alır. Şeffaf karar mekanizmalarına sahip olabilmek, bağımsız ve tarafsız olmak kadar önemli güvenilirlik ölçütleridir. MAZLUMDER'i önümüzdeki dönemde daha etkin ve güçlü kılacak olan, mensuplarını, temsilcilerini vebadan uzak durur gibi siyasetten uzak tutarak savunmacı, içe kapanmacı, yasakçı yaklaşımlar sergilemek değil farklı siyasal eğilimleri bünyesinde birlikte var ederek toplumsal barış ve değişime öncülük edebilecek yeni bir örgütlenme modeli geliştirebilmektir. Devletin dogmatikleştirilmiş resmi ideolojiye dayalı ilkelerini tartışmaya açmaya çalışan bir MAZLUMDER'in kendi korkuları ile yüzleşmekten kaçınması kabul edilebilir bir durum değildir. MAZLUMDER mensuplarının da temsil ettikleri makam ne olursa olsun kişisel siyasal görüşleri olabilir ve önemli olan bu siyasal tutumların tektipçi bir temsil fetişizmine dönüştürülerek tüm MAZLUMDER'e maledilmemesidir. MAZLUMDER'liler herhangi bir siyasal partinin arka bahçesi olmadan da farklı siyasal eğilimleri bünyesinde barındırma olgunluğunu, kapasitesini sergileyebilmelidirler. Bu sınavın başarı ile verilmesi bir rüşt ispatı niteliği taşıyacaktır. Bu sınavdan korkarak ötelemek sadece gecikmelere sebep olacaktır. Başörtüsü konusunda siyasal semboller tartışmasında Fransız aydınlanmacılığına dayalı özgürlük anlayışlarını eleştiren bir insan hakları örgütü kınadığı bir anlayışa kendi bünyesinde prim vermemelidir. Her türlü yasak ve kısıtlama sadece örtülü ve denetlenemeyen ilişkileri, davranışları güçlendirir. Açıklık, özgürlükçülük ve farklılıklara tahammül ise ülkeler gibi örgütlerde de gelişmenin, ilerlemenin, yenilenmenin önünü açar. Bölünürüz, dağılırız korkuları bana alışkın olduğumuz devlet reflekslerini hatırlatıyor. Boşuna dememişler, muhalif örgütler de zamanla eleştirdikleri mekanizmaların hastalıklarından paylarına düşeni alıyorlar ve o yapıya benzemeye başlıyorlar diye.

* MAZLUMDER Genel Başkanı




17 years ago