|

Yeni YÖK taslağında toplum yok

Üniversitelerin asıl görevleri en yeni bilgileri toplumun yararına sunacak projeler geliştirmektir. Bu ancak, halkın katılımı, toplumun söz sahibi olacağı, temsilcilerinin denetleyeceği mekanizma kurmakla mümkün olabilir. Yeni YÖK taslağında olmayan da bu.

Osman Çakmak
00:00 - 11/12/2012 Salı
Güncelleme: 23:06 - 10/12/2012 Pazartesi
Yeni Şafak
Yeni YÖK taslağında  toplum yok
Yeni YÖK taslağında toplum yok

Türkiye'nin yükseköğretim hayatı 30 yıldır askeri darbenin kalıntısı olan 2547 sayılı mevcut YÖK Kanunu tarafından belirleniyor, şekillendiriliyor ve denetleniyor. YÖK yasası defalarca değiştirilmeye teşebbüs edildiyse de her defasında değişime direnen bir YÖK ile karşılaştık. Yeni tasarı bu değişim talebinin geç kalmış bir cevabı olarak değerlendirilebilir mi?

Aslında uzun süredir bu konuda çeşitli çalışmalar, çalıştaylar, paneller ve konferanslar düzenlendi. YÖK yönetiminin öncülüğünde vakıf üniversiteleri ve çeşitli STK'lar bu çalışmalara hem öncülük etti hem destek verdiler. Ancak tasarıya dikkatle bakılınca bu çalışmalardaki asıl olması gerekenler yansımadı. YÖK sisteminin topluma hizmeti yasaklayan, üniversiteleri toplumdan izole kaleler haline getiren yapısına yönelik çözümleri görememek şaşırtıcı oldu Ek ders ücretli eğitim sistemi ile hocaları ders makinası haline getiren, üniversite eğitimini dershaneye çeviren yapıya çözüm sunmaması da tam bir sürpriz oldu. Akademik terfilerde akademisyenin kurumuna, çevreye, öğrenci halka yönelik hizmetleri yerine, akademik terfilerde ve değerlendirmelerde münferit yayınların esas alınması ile öğretim üyelerinin birimlerinden ve çevresinden kopukluğu yine pekiştirilmektedir. Bu durumda, "gerçek bilimsel çalışma" yerine "yayıncılık oyunu" artarak devam edecek demektir.

İNSANA GÜVEN ESAS OLMALI

Piyasaya arzedilen taslak yasa, beklentilerin çok gerisinde kalsa da YÖK, iyi niyetli çaba ve arayışını sürdürmektedir. YÖK, şu safhada oluşturulan ön taslak yasanın ilgili mercilerde tartışılarak olgunlaştırılmasını ve boşluklarının doldurulmasını istemektedir. Bu amaçla geniş bir kampanya başlatarak herkesimden görüşler toplamaktadır (http://yeniyasa.yok.gov.tr). Umarız bu süreçte asıl yapılması gereken reformlar yani yenilikçi ve buluşların merkezi, kalkınmanın motoru üniversiteyi diriltecek, değişime-gelişime açık bir yasa metni ortaya çıkar.

Hızla değişen Dünyada dinamik ortama uyum sağlayabilecek esnek bir sistem ve değişime açık ve değişik uygulamalara fırsat verecek bir yapıyı gerekli kılmaktadır. Bunun için yeni yapılanmalarda, gelişim ancak rekabet ortamında olur ve rekabet de değişik yaklaşımlarla mümkün olur gerçeği rehber olmaktadır. Aksi halde bugün yapılan kurallar kısa bir süre sonra ayak bağı olacak ve verim düşecektir. Halbuki kısa, öz ve esnek bir YÖK yasa tasarı beklerken her şeyi ayrıntıları ile açıklayan bağlayıcı/sınırlayıcı muhtevaya sahip bir taslak çıktı (http://yeniyasa.yok.gov.tr /?page=yazi&i=105). Bu yasa önerisi, YÖK,''ü önceden olduğu gibi yine piramidin tepesinde dev bir bürokrasi makinası halinde yerleştirmektedir. Hatta ilginçtir ki merkeziyetçi yapı daha da güçlendirilmiştir.

Halbuki hazırlanacak yeni yapılanmada beklenen, YÖK''e yüksek öğretimle ilgili politikalar oluşturan, genel hedefler belirleyen, araştırmalar yapan ve yüksek öğretim kurumlarına ve halka ışık tutan bir üst kuruluş haline getirecek bir vizyon yüklenmesidir. YÖK''e yüklenecek misyon ise; Yüksek Öğretim konularında genel çerçeve oluşturmak ve kurumlar arasında koordinasyon sağlamak olacaktır. Ta ki üniversitelerin kendi özgünlüğü ve farklılığı içinde büyüme yolu yine kapanmasın.

YENİDEN TEKTİPLEŞME RİSKİ VAR

Bilindiği gibi, her şeyi ayrıntıları ile izah eden kurallarla dolu karmaşık sistem suistimalleri önleyememekte, sadece doğru çalışanların işini zorlaştırmaktadır. Bu taslak, üniversiteden üniversiteye değişmesi (yönetmelik ve yönergelerde yer alması) gereken ayrıntılara yer vererek üniversitelerin yine tek tipleşmesine yol açacaktır. Yeni yapılanmada amaç, üniversitelerin birbirinin kopyası cılız birimler halinde kalmasının önüne geçmek olmalıdır. Üniversiteleri çok daha etkin verimli, esnek ve dinamik hale getirecek demokratik bir yapı, sistemi suistimal edecek olanlara göre değil işini düzgün yapacak olanlara göre tasarlamaktan geçer. Suistimal edebilecek küçük bir azınlık için de caydırıcı hükümler içermelidir. Bunun için hazırlayacağımız çözüm paketi, evrensel geçerliliği olan esasları ortaya koymalıdır. Ancak detayları kurumlara bırakmalıdır. Böylece, üniversitelerin birbirlerinin farklı uygulamalarını öğrenmelerine imkan verilmeli ve bir rekabet ortamı oluşmalıdır. Tek tipçilik yerine çoğulculuk esas olmalıdır.

Üniversitelere prestij kazandıran araştırma ve araştırmacılardır. Geçmişin en köhne telekomünikasyon sistemini dünyanın hayranlığını kazanan en modern bir sisteme dönüştürdük ve bu altyapı ile Türkiye''nin önünü açtık. Son yıllarda sağlık alanında yaptıklarımızla Türkiye Dünyada sağlık merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Aynısını neden yükseköğretimde yapmayalım? Yeter ki insanlarımızı bir ''tehdit'' değil bir ''kaynak'' olarak bakmaya başlayalım, ve onlara güvenle yaklaşalım. Kurumlarımızı insanımızdan koruma duygusunu terkedip, insanımızın önünü açalım. Yeni yapılanmada riskin makul ve hesaplı olması ve sistemin müdahaleye açık olması gerekir. Zira dinamik ortamda hızlı hareket önem taşımaktadır. Riski en yüksek siyasi sistem demokrasidir. Ancak ilerlemeye en açık ve hatta ilerleme için olmazsa olmaz olan sistem de odur. ''Ankara Sendromu" Türkiye''nin en önemli sorunu olmaya devam ediyor.

ÜNİVERSİTEYE DE DEMOKRASİ

Türkiye Dünya bürokrasi sıralamasında önde gelen, (Uganda''dan sonra) ülkeler arasında bulunuyor. Yeni YÖK yasası ''Bürokratik Cumhuriyet''i pekiştiren değil, yükseköğretimde ''Demokratik Cumhuriyet''e geçildiğini gösteren bir yasa olmalıdır. Bu şekilde davranış diğer kurumlara emsal ve örnek teşkil edecektir. Her sahada olduğu gibi, Yüksek öğretimde de Türkiye''nin önünün tam açılabilmesi ve dünya ile her alanda etkin olarak yarışabilmesi için, ülke insanı ve kurumlarına hala bir ''çocuk muamelesi'' yapan ''Ankara Vesayeti'' sona erdirecek bir yasayla mümkün olacaktır.

Tekrar edelim ki, YÖK yasa hazırlığında çıkış noktası insana güven olmalı, amaç inovasyon ve yenilik getiren bir üniversiteyi inşa etmek olmalıdır. Her şeyden önce yapılması gereken bilim ve araştırma stratejilerinin ve bilim politikalarının esaslarının oluşturulmasıdır. Bilim ve araştırma politikası demek, toplumdan kopuk vaziyette sürdürülen doktora ve yüksek lisans gibi tüm araştırma faaliyetleri, sanayinin gerçek hedeflerine, kalkınma önceliklerine yöneltilmesidir. Evet bizim öncelikle sulandırılmış doktora çalışmalarına, ucuzlatılmış ve kolaylaştırılmış profesörlüğe, iyice yozlaşmış bilim ahlakına çözüm sunacak bir gerçek bir reforma, liyakat ve kalite kriterlerini hakim kılacak dönüşüme ihtiyacımız var.

Öyle bir yasa ve esaslar getiriyorsunuz ki, üniversite öncelikle yerel sorunlarla uğraşacak, kendi insanına hizmeti esas alacak. Öyle bir yapılanma içine giriyorsunuz ki üniversite, bulunduğu yörenin kültürü, edebiyatı, sanat ve iktisadı ile iç içe hale gelecek; her sahada bilim öncü konuma çıkacak. Evet bilim evrenseldir ama sonuçları millidir. Üniversitenin uluslararası bilime de katkısı olacak; ancak, daha en temel bilgilerin bile halka mal olmadığı, hemen her şeyin taklit teknolojilere dayandığı ülkemizde sadece bilimsel yayın yapmayı ve özellikle yabancı dilde yayın yapmayı esas haline getirmek Türkiye''nin bilimsel gücünü dışarının taşeronu haline getirmek demektir.

KALKINMA ODAKLI BİLİM

Üniversitelerin asıl görevlerinin ne olduğunu tekrar hatırlayalım. En yeni bilgi ve tecrübeleri taraflarla paylaşarak üniversiteleri uzman düşünüşün, derin bilginin merkezi haline getirmek ve böylece üniversiteleri kalkınmanın ve gelişmenin motoru yapabilmektir. Bu asli görevlerin ifa edilmesi, halkın da söz sahibi olacağı halkın temsilcilerinin denetleyeceği mekanizma ve sistemleri kurmakla mümkün olabilir. Son zamanlarda üniversiteleri ülke sathına yayıyoruz. Her ile üniversite kuruyoruz ama o ilin ileri gelenlerine (vali, belediye başkanı, milli eğitim müdürü vd), meslek ve iş dünyasının temsilcilerine üniversitede etki ve yetki vermiyoruz. Eğer rektörlerin seçimi, mahallin ve sanayinin gerçek temsilcilerinin yer aldığı mütevelli heyetleri (ya da il üniversite konseyi) eli ile olursa, üniversiteyi iş ve meslek dünyasına, sanat ve kültür alemine bağlamada en önemli bir adımı atmış oluruz.

* Prof. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi Öğretim Üyesi-Türkiye Akademisyenler Platformu

11 yıl önce