YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

Başlarken
Mehmet BARLAS Sözlüklerde "sendrom" kelimesinin karşısında, şöyle açıklayıcı bilgiler var..
- Belirli patolojik bir durumla ilgili olan ve topluca gözönüne alındığında teşhise imkan veren belirti ve işaretlerin tümüne, sendrom denilir..
Tıpta "sendrom"un kullanılışına şu örnekleri verebiliriz..
- Munchausen Sendromu- Hasta tarafından hekimi aldatmak veya ilgi çekmek için sıralanan bir sürü uydurma belirti..
Brown-Sequard Sendromu- Omuriliğin bir yarısındaki lezyondan kaynaklanan ve vücudun bir tarafında duygu felci ile kendini belli eden sendrom..
Plummer-Ninson Sendromu- Demir eksikliği anemisinde görülen yutkunma güçlüğü ve ağız-yutak mukozaları atrofisi..
Görüldüğü gibi "sendrom", belirli patolojik hastalık ve bozuklukların sebep olduğu belirtilerdir.. Eğer doktor bilgili ise, bu belirtileri biraraya getirerek, teşhisini koyar.. Bu belirtilere sebep olan ana bozukluğu bulur, tedavi eder.
Aksi halde her belirtiyi, başlı başına bir hastalık zannedip, ana soruna uzanamaz.. Yararsız ve hatta zararlı tedaviler uygular.. Dış görüntüler ve çeşitli belirtilerle uğraşılırken, hastalığın kaynağına inilmez.. Belki hasta ölür..
Toplumsal yaşamın ve siyasetin sorunlarına çözüm aranırken de, sendromlarla karşılaşılır..
Örneğin yeni bağımsızlığa kavuşmuş bir "3'üncü Dünya Ülkesi"nde, sürekli askeri darbeler yapılıyorsa, bunu "3'üncü Dünyalılık Sendromu" diye niteleyebilirsiniz.. Ve her yeni bağımsızlığa kavuşmuş ülkede askeri darbe yapılmasının, genel bir kural olduğunu söyleyebilirsiniz..
Oysa mesela Hindistan da, göreceli olarak yeni bağımsızlığına kavuşmuş bir "3'üncü Dünya Ülkesi"dir.. Üstelik "3'üncü Dünya" kavramını siyaset sözlüklerine sokan bir ülkedir..
Buna karşı Hindistan'da demokrasi aksamaz, askeri darbe olmaz, yönetimler seçimlerle değişir..
Demek ki, bir ülkenin sivil ya da askeri rejime daha yatkın olmasının nedeni, "bağımsızlığı yeni elde etmek" veya "3'üncü Dünyalı olmak" değildir..
Demek ki "askeri darbe"yi bir sosyo-patolojik bozukluğun sendromu (ya da belirtisi) olarak aldığımız zaman, pekçok yapısal özelliği de incelememiz gerekir.. Sivil toplumun örgütsüz olması, özel mülkiyetin ve sınıfların var olup-olmaması, eğitim sistemi, devletçilik ve militarizm bağlantıları ve benzer tüm olgular araştırılıp, sağlıklı bir teşhise varılırsa, "askeri darbe"nin kökenindeki ana hastalığın tedavisine gidilebilir..
Sosyo-politik sendromlar açısından, Türkiye verimli ve üretken bir ülke.. "Bölünme Sendromu" veya "İrtica Sendromu", Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne kadar hep etkili oldu..
"Sol Sendrom", "Sağ Sendrom" gibi kavramlar, sade askeri darbeleri değil, sivil dönemleri de sürükledi..
Özellikle 28 Şubat 1997 post-modern müdahalesi ile yoğunlaşan "irtica sendromu", günümüzde Fethullah Gülen'in odak noktasında bulunduğu "Hocaefendi Sendromu"na dayanmış durumda.. Yayın organları, okulları, dershaneleri, vakıfları, finans kuruluşları birer belirti (veya sendrom) şeklinde alınıp, Fethullah Gülen'in devleti ve orduyu ele geçirmek için, gizli ve planlı bir çalışma yapan bir "çete lideri" olduğu ileri sürülüyor..
"Vakıf", "Tarikat", "Cemaat", "Din", "Siyaset", "Laiklik", "Tehdit", "Devlet" ve benzer tüm olguların birarada yer aldığı, yanlış teşhis halinde, gerçekten önemli kötü yan sonuçların çıkabileceği bir "Sendrom" bu..
Bu çalışmamızda, ne Fethullah Gülen'den yana, ne de ona düşman bir kimlik sahibi olmadığımız için, objektifliğimizi koruyacağımıza güveniyoruz..
Amacımız, görüntünün ve propaganda savaşının arkasındaki gerçeği anlamaktır.. M.B.

 

Kim haklı?

İlhan Selçuk mu, Çetin Altan mı Bülent Ecevit mi, Mete Yüksel mi?


Fethullah Gülen bir rejim ve devlet düşmanı mı, yoksa hoşgörülü İslam'ın temsilcisi mi?

Fethullah Gülen'e ve onun "cemaati"ne dönük medyatik kampanyaları da, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete Yüksel'in hazırladığı "Fethullah Gülen Örgütü Hakkında İddianame"yi de, sadece birer "jakoben laikçi" girişim veya "din düşmanlığının belirtileri" biçiminde ele almak hatadır..

Nasıl devlet, "başörtüsü"nün varlığını, "şeriat tehlikesi"nin varlığına karine olarak gösteriyor ve hata yapıyorsa, Fethullah Gülen'e dönük medyatik veya yargısal kampanyaları da, tek nedene bağlamak hatalı olur.

Öncelikle, Türkiye'de aynı dünya görüşüne sahip insanların ve aynı hayat tarzını benimsemiş kesimlerin de, bir kişiye veya bir olaya bakış açılarının çok farklı olabileceğini kabullenelim. Fethullah Gülen'i, "aynı dünya"nın üç farklı ve ünlü isminin nasıl gördüklerine bakalım mesela..

Cumhuriyet'in yazarı İlhan Selçuk, M.Emin Değer'in "Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi" adıyla yayınlanan kitabına, ön-söz olarak şunları yazmış.

İlhan Selçuk konuşuyor

- Derler ki..

1923 Devrimi'ne karşı dindarların tepkisi irticayı yaratmıştır. Dinciliğin ülkeyi sarması laik cumhuriyetin insanlar üzerindeki baskıları yüzündendir. Laikçilerin bağnazlığı ülkede İslamcılığı kışkırtıyor.

Oysa bu ülkede irtica, laik cumhuriyetten önce de başbelasıydı.

Daha bu topraklar "vatan" sayılmazken, "mülk"ün başında padişah ve halife hazretleri varken, şeyhülislam fetva verirken, kadılar şeriat ahkamı üzerine kulları yargılarken, Dersaadet'te irtica ortalığı kasıp kavurur, padişahı tahttan indirir, sadrazamların kellesini alır, her türlü yenilik hareketine karşı çıkardı.

31 Mart İsyanı'nın kahramanı Derviş Vahdeti, Nakşıbendi idi. Volkan adlı gazeteyi çıkartan Vahdeti'nin arkasında "İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti" vardı. 31 Mart kıyamı bastırılınca, "1908 Meşrutiyet İnkılabı"na karşı ayaklanan mürteciler daraağacına çekildi.

Cumhuriyet'in ilanından onbeş yıl önce yaşanıyordu bu irtica başkaldırısı.

Gençliğinde Derviş Vahdeti'nin Volkan gazetesine yazan 31 Martçı Said-i Nursi, Nakşiliğe dayanan Nurculuğun başını çekiyordu. Su katılmamış bir şeriatçıydı. Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk düşmanlığı bu yobazın hayatının yörüngesini oluşturdu.

Said-i Nursi'den sonra irticacı kesimin Nakşi bayrağını Şeyh Mehmet Zahit Kotku eline aldı. 1952'de Nakşibendi tarikatının başına geçti. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın himayesinde İskender Paşa Camisi'ne atandı. Bu cami 1980'e kadar, devletin gözetimi altında Nakşi karargahı oldu. Kotku, Erbakan'ı ve Özal kardeşleri yetiştirdi.

Nurculuk, Nakşiliğin türetimidir.

Nurculuğa bağlı çeşitli cemaatler de vardır. Bu yolda kimi daha etkin, kimi daha kapanık, kimi daha açık, kimi daha köktenci, kimi daha ılımlı görünen, bütünüyle takıyyeci irtica yelpazesinde, Fethullahçılık özel bir yer tutar ve önem taşır.

Çünkü kökeni Said-i Nursi'ye dayanan Fethullahçılık, Türkiye'de sırtını Amerika'ya dayamış, "Ilımlı İslam Tasarımı"nın en güçlü koludur..

Fethullah Gülen'in örgütü ise, devleti içinden ele geçirmek planlamasını uzun yıllardan beri sinsi sinsi yürüttüğü için tehlikelidir.

Üniversitelerde öğretim üyeleri arasında örgütlendiği için tehlikelidir.

Ortaöğretimde açtığı okullarda eğitim alanında uzun vadeli ve sabırlı bir hazırlığı gerçekleştirdiği için tehlikelidir.

Askeri okullara sızmak ve polisi içinden fethetmek amacıyla uzun yıllardan beri alttan alta çalıştığı için tehlikelidir.

Yurt dışında ve içinde iyi niyetli insanları kandırmak yolundaki etkinliğiyle başarı kazandığı için tehlikelidir. Dini siyasete alet ettiği halde, Bülent Ecevit gibi bir yandaş bulabildiği için tehlikelidir. Bir siyasal partiye dayanmadığı halde siyasal partiden bile daha etkili propaganda yapmak olanaklarına sahip olduğu için tehlikelidir. Takıyye silahını her tür İslamcı'dan daha ustalıklı kullanabildiği için tehlikelidir. Medyada, gazete ve televizyon olarak etkin araçlar kullanmasını bildiği için tehlikelidir.

Sırtını dünyanın egemen gücü Amerika'ya dayamak stratejisini uyguladığı için tehlikelidir..

Evet.. Bu görüşler İlhan Selçuk'un..

Peki aynı kuşaktan olan ve laiklik anlayışları birbiri ile izdüşümünde bulunan iki farklı ve ünlü isim ne diyor Fethullah Gülen hakkında?

Yazar Çetin Altan'ı ve Başbakan Bülent Ecevit'i dinleyelim. 1995 yılında Zaman'da bir söyleşi şeklinde yayınlanan ve sonra kitaplaştırılan Eyüp Can'ın "Fethullah Gülen Hocaefendi ile Ufuk Turu" hakkında, Çetin Altan ve Bülent Ecevit neler söylemişler..

Çetin Altan konuşuyor

- Bu güne kadar yaptıkları ve tavırlarıyla Fethullah Hoca benim saygı duyduğum bir insan. O yüzden, ulu orta şeyler söylemek bize yakışmaz.. Olaylara bakışı ve kişiliği gerçekten ilginç bir insan. Mesela kendisi ile yapılan "Ufuk Turu"nda "Kaldırın şu Osmanlı Haritası'nı, ufkumu daraltıyor" deyip, yerine bir dünya haritası astırması. Hoca'nın evrensel bir bakış ve evrensel değerler ortaya koyan, düşüncelerini tüm insanlığa aktarmayı planlayan geniş perspektifli bir insan olduğunu gösteriyor..

Hoca, dünya egemenliği peşinde koşan bir insan değil. İslam'ı gerçek manada yaşamak istiyor. Bu haliyle daha verimli, daha boyutlu ve daha üst düzeyde bir görünüm sunuyor.

Küçük Asya, zaman zaman evrensel boyutta insan yetiştirmiştir. Müslümanlık, dünya ile ters düşmez. Önemli olan, insanın gerçek insan olması, Müslüman'ın gerçek Müslüman olmasıdır.

İslamiyet bazıların zannettiği gibi gelişmeye, ilerlemeye hiçbir şekilde engel değildir. Fethullah Hoca, "İslam'da dogmalara yer yok" diyor. Bu çok önemli ve çok ilginç. Çünkü, dünyayı gerçekleri ile kavramış bir insan. Müslümanlar'ın problemlerini doğru kavramış ve ona çözümler üreten evrensel söyleme sahip bir kişilik..

Hazineden geçinen insanlar devrimci olamazlar. Emeği olmayan insanlar, yaşamayı ve yaşama yön vermeyi beceremezler. Onların öyle bir problemleri de yoktur. Fethullah Hoca devrimci değil, ama emeği olan bir insan, Hazine'den geçinmiyor.

Bütün Müslümanlar onun gibi olsa, dünyada Hristiyan kalmaz..

Bu düşünceler, "Osmanlılık", "Bağnazlık", "Şarklılık" gibi olguları, zaman zaman insafsızca eleştirmesi ile bilinen Çetin Altan'ın, 24 Ağustos 1985'te "Zaman" gazetesine verdiği demeçten alındı..

Peki ya, laikliğin taviz vermez savaşçısı ve "28 Şubat"ın etkin politikacısı Bülent Ecevit ne diyor Fethullah Gülen hakkında?

Bülent Ecevit konuşuyor

- Sayın Fethullah Gülen'in 'Ufuk Turu" söyleşisini ilgiyle ve yararlanarak okudum. Bu önemli ve kapsamlı dizide, Sayın Fethullah Gülen, gerek kendi iç dünyasını gerekse dış dünyaya bakışını, açık sözlülükle yansıtıyor. Derin din bilgisini zengin bir felsefe, tarih ve sanat kültürüyle de bütünleştirmiş olduğu görülüyor.

İslam âleminin felsefeden bilimden ve düşünce özgürlüğünden uzaklaştıkça nasıl bağnazlaşıp zayıfladığını, bir yandan medrese eğitimindeki daralışın, bir yandan da dini siyasal iktidar aracı olarak istismar etmenin Müslüman toplumlara verdiği zararı, vukufla açıklıyor.

Sayın Gülen, aynı zamanda, Türk halk tasavvufundaki Allah ve insan sevgisine dayanan hoşgörülü İslam anlayışının değerini de hatırlatıyor. Çağın gerisinde kalmış olan ve baskı rejimleriyle yönetilen bazı ülkelerin İslam anlayışına özenmek yerine, ulusal özelliklerimizi ve birikimimizi yansıtan kendimize özgü bir İslam anlayışı geliştirmemiz gerektiğini, İslam'ın evrenselliğinin buna engel olmadığını çok güzel anlatıyor.

İslam'ın çağdaşlıkla, demokrasiyle ve gelişmeyle bağdaşabileceğini belirtiyor. Cumhuriyet dönemindeki Türk deneyimi de zaten bunun ispatıdır.

Bu cümleleri de, Ecevit'in 25 Ağustos 1985'te "Zaman"da yayınlanan demecinden aldık..

Aynı kişiyi, İlhan Selçuk başka, Çetin Altan ve Bülent Ecevit, nasıl böylesine farklı algılamaktadır..

-Acaba yanılan kimdir?

Ama "devlet"i temsil eden ve "yargı" adına görüş açıklayan Ankara D.G.M. Savcısı Nuh Mete Yüksel'in "Gülen Örgütü" iddianamesi açıklandığına göre, şimdi bu soruyu daha da genişletmemiz gerekiyor.

Nuh Mete Yüksel konuşuyor

-Acaba Savcı da mı yanılıyor?

Ne diyor "iddianame"sinde Savcı Yüksel?

-Devletle uzlaşmacı ve barışçı bir politika izleyen, toplumun bütün kesimleri ile diyalog kurmakta sakınca görmeyen Fethullah Gülen Grubu'nun, başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde bu faaliyetlerinde muvaffak olduğu bilinmektedir.

Sahip olduğu okul, yurt ve dershanelerinde yetiştirdiği iyi eğitilmiş kadroları ile, Atatürk ilkeleri ve laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırarak, şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı amaçlayan Fethullah Gülen, gücünü iki kaynaktan almaktadır.

1-Oluşturmuş olduğu sermaye imparatorluğu

2-Son yıllarda dozajını gittikçe artıran ve zaman zaman teşekküle yardım boyutlarına ulaşan siyasal destek..

Savcı Nuh Mete Yüksel, görüldüğü gibi "uzlaşmacı ve barışçı politika izlemek", "bütün toplum kesimleri ile diyalog kurmakta sakınca görmemek" gibi eylemlerin sahibi Gülen'in asıl amacının, "devlet kadroları arasına sızmak" olduğunu iddia ediyor.

Evet.. Sorular belli..

Gülen, iyi niyetli, saf kişileri aldatan, laik cumhuriyeti sabırla yıkmaya çalışan ve iyi eğitilmiş kadrolara sahip bir çeteci mi?

 

YARIN 2. BÖLÜM: Hedef tahtasındaki Gülen ve din tartışmaları

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...