T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İktidarı savcılar tayin edemez!

Önce birtakım spekülatif yorumlar: "Keserler bunların önünü. Ne kadar değişirlerse değişsinler, kimse bunlara iktidar vermez..."

("Bunlara" iktidarı vermeyecek olanlar kimdir, kimlerdir acaba? Benim bildiğim, demokratik ülkelerde iktidarı sadece ve sadece "temsil mekanizması" tayin eder.)

Sonra bir kaset...

Kötü bir anakronizm örneği de olsa, medya "kasetten vazife" çıkarmasını bildi ve gelecekte siyasal yaşamda büyük dol oynayacak AK Parti'ye "psikolojik savaş" gereçlerini kullanarak savaş açtı. (Ertuğrul Özkök'ün yazdığına göre, kaset, kimi yayın gruplarına ihbar ve iftira servisi yaparak ekmeğini çıkaran bir "araştırmacı-gazeteci"den "sipariş" edilmiş. Aynı araştırmacı-gazeteci, muhayyel şeriat örgütlerini derleştirdiği kitabıyla, bundan bir süre önce, illegal çalışma grubuna ilham vermişti.)

Kaset ortaya çıkar çıkmaz, Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın re'sen soruşturma başlatması ise ayrı bir "hoş"luk...

Sayın cumhuriyet savcısı kasetteki konuşmanın dokuz yıl önce yapıldığını hiç duymadı mı?

Aynı konuşma için DGM'nin "takipsizlik" kararı verdiğini...

Üstelik, dokuz yılda köprülerin altından çok sular aktığını...

Bir insanın, dokuz yıl önceki görüşlerinde "sabit" kalamayacağını...

Eşyanın tekamülü gereği görüşlerin değişeceğini, değişebileceğini, değişmesi gerektiğini...

Kaset "suç" teşkil etse bile, "Af Kanunu" nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan hakkında dava açılamayacağını...

Ya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu?

Kanadoğlu türbanlıların "kurucu üye" olmalarının önünde herhangi yasal bir engel bulunmadığını bilmiyor mu?

Türk hukuk mevzuatında başörtülü bir insanın milletvekili seçilemeyeceğine dair bir hükmün yer almadığını...

Hasan Celal Güzel hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararının "emsal" teşkil ettiğini ve "bağlayıcı" olacağını...

Siyasi partiye üye olabilme yeterliği taşıyanların aynı zamanda "kurucu üye", "milletvekili", "bakan", "başbakan" da olabileceklerini...

Bilmez olur mu?

Kanadoğlu bir "ilk"e daha imza atıyor ve vaki başvurusunu, tüzel kişilik kazanmış AK Parti'ye değil de, doğrudan Anayasa Mahkemesi'ne yapıyor.

Böylece, Siyasi Partiler Yasası'nda belirlenen usulü göz göre göre çiğniyor.

Yetinmiyor, başörtülü kurucuların partiden uzaklaştırılmaları için mahkemeyi "kanun koyuculuğa" teşvik ederek hem hukuka, hem siyasete, hem de toplumsal alana müdahale ediyor.

Sonra da şöyle diyor:

"Ekonomik ve siyasal güçlükler yaşanırken, Erdoğan'ın siyasal yaşamda büyük rol oynayabilecek bir partinin başkanı olması kamu düzeni açısından sakıncalıdır."

Bir savcı, siyasal sonuçlardan yola çıkarak, böyle bir açıklama yapabilir mi?

AK Parti siyasal yaşamda etkin rol oynamayan küçük bir parti olsaydı, Erdoğan'ın başkanlığı "kamu düzeni" açısından "sakınca" teşkil etmeyecek miydi?

Başsavcı kendisini AK Parti'nin iktidarını önlemekle görevli mi sayıyor?

Daha önce de yazmıştım:

Ekonomik krizin takatten düşürdüğü Türkiye için tek "çıkış yolu", tek imkan, tek şans, herşeye karşın siyasettir.

Belki de son şans...

AK Parti, hem son yıllarda çözüm mercii olmaktan uzaklaştırılmış siyasete yeni bir kulvar acacak, hem de ANAP'yla DSP'siyle MHP'siyle tüm partilere itibarını iade edecek bir girişimdi.

Ama olmuyor görüyorsunuz...

Oldurmuyorlar...


23 Ağustos 2001
Perşembe
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED