YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

"Fransız olma"dan asla (mı?)

Yaklaşık 200 yıldır, "Fransız (dolayısıyla Avrupalı) olmadan bu millet asla adam olmaz!" deyip duruyoruz. Bu ülkede "Fransız olma"nın dünyada pek eşi-benzeri olmayan iki tarzı üretilmiş. Fransızlar'ı ve hatta tüm dünyayı bile güldürecek İKİ TÜR FRANSIZLAŞMA BİÇİMİ.

Bu yazıda, bu iki tür Fransızlaşma türünün traji-komik hikayesini ve bizi Fransızlar'a karşı ayağa kaldırtan son absürt perdesini anlatmak ve anlamlandırmak istiyorum.

Fransızlar'la uzun bir geçmişe dayanan ilişkiler tarihimiz var. Kanuni'den itibaren tarihe kapitülasyonlar olarak geçen Fransızlar'a verdiğimiz birtakım ekonomik ve siyasi ayrıcalıklarla başlamış Fransızlar'la muhabbet ilişkilerimiz. Frenkler'in deyişiyle "Muhteşem Süleyman" Kanuni Sultan, o vakitler gerçekten zor durumda olan Fransızlar'ı bu zor durumdan kurtarmak amacıyla Osmanlı sultanı olmanın "ihtişam ve şanını" (peehhh!) göstermek için Fransızlar'a yardım elini uzatmakta tereddüt etmemiş.

Ama malumu aliniz olduğu üzere FRANSIZLARLA MUHABBET İLİŞKİLERİMİZ hep bu minval üzere sürüp gitmemiş. Ne zaman ki, Osmanlı "ihtişam ve şan"ınını (!) yitirmeye başlamış, işte o zaman bu kez, bizim aydınlarımız üzerinde Parizyen çoraplarının yaptığı etkiden hiç de geri kalmayacak şekillerde etkiler, itkiler ve dürtüler bırakan Paris'yen (Fransız) aydınlar ve Fransız kültürü koşmuş bizim imdadımıza. Ve 18. yüzyılın, özellikle de 19. yüzyılın Osmanlı aydınları, hep Fransa'da almışlar soluğu: Alaturkalıklarını kanıtlayan alafrangalaşmanın dayanılmaz baştan çıkarıcılığı, cazibesi, büyüsü 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar aydınlarımızı sarıp sarmalamış ve Fransızlaştırmış! Yani Avrupa kültürü ve uygarlığı ile özdeşleştirdiğimiz Fransa'ya tastamam bir alaturkalılık haleti ruhiyesi ile tek taraflı platonik aşk ilanları etmeye başlamışız...

Komitacı cedlerimizden bu yana Fransız salonlarının, saraylarının, sanatının ve kültürünün ASLİ DİNAMİKLERİ DEĞİL, POSASI ÇIKMIŞ DİNAMİTLERİ, yani etkileri, itkileri ve dürtüleri bizim aydınlarımızı bu coğrafyaya, bu coğrafyanın anlam haritalarına Fransızlaştırmış, yani yabancılaştırmış...

Fransızlar ne kadar farkındalar veya farkına vardıklarında ne düşünürler bilemeyiz ama bizim entellektüel hayatımızda ve hayal dünyamızda, görüldüğü gibi, ortaya HİLKAT GARİBESİni andıran İKİ TÜR "FRANSIZLAŞMA TARZI" çıkmış: Birincisi, Fransız (dolayısıyla Avrupa) kültürüne, (ama sadece posası çıkmış ve dinamite dönüşen tezahürlerine) tek taraflı platonik aşk ilan eden bir Fransızlaşma tarzı.

İkincisi de, Fransız (ve dolayısıyla Avrupa) kültürünün posası çıkmış dinamitlerini bu coğrafyayı asli dinamiklerinden ve anlam haritalarından temizlemek için kullanan (kısaca "yabancılaşmak" demek olan) yine tastamam alaturka bir Fransızlaşma tarzı.

Tam bu noktada, "FRANSIZ OLMAK, DOLMUŞA BİNDİRİLMİŞ TÜRKLER'İN VAZGEÇİLMEZ VE DE ASLA VAZGEÇEMEYECEKLERİ TEMEL KARAKTERİ OLMUŞTUR" şeklinde bir aforizma geliştirirsem, ne dersiniz bana?

Eğer bu aforizmaya, "bu, sadece karışık ve kafa karıştırıcı bir aforizmadır" diyerek yaklaşırsanız, "Bu adam, bir hinlik mi, bir cinlik mi, yoksa bir cinslik mi yapıyor acaba?" diye sorarsınız herhalde...

Ancak bu aforizmaya bir de "hayır, bu aforizma, kışkırtıcı, düşündürücü, hatta hayal dünyamızı ve kültür tarihi bilgilerimizi yeniden gözden geçirmeye zorlayıcı bir aforizmadır" diyerek yaklaşırsanız, aslında benim bu aforizmayla yaklaşık 200 yıllık "Fransızlaşma" serüvenimizi anlatmak istediğimi farketmeniz kolaylaşır. Ve ardından bu aforizmayla aslında "200 küsur yıldır süren bir hinoğlu hinlik, cinoğlu cinlik ve cins-i aslisinden yani kendisini kendisi yapan herşeyden iğrenen bir cinslik durumuna" dikkat çekmeye çalıştığımı görebilirsiniz.

"Fransız olmadan bu millet asla adam olmaz" diyen komitacı cedlerimizin (onlardan hiç de geri kalmayacak "FIRILDAKLAR ÇEVİREN") bugünkü KOMİTACI torunlarının Fransız Parlamentosu'nun "Ermeni soykırımı" önerisini onaylaması üzerine depreşen primitif Fransız aleyhtarlıklarını fena halde iki yüzlü buluyorum.

Bir yandan hâlâ Fransız olmadan (yani bu topluma, temel dinamiklerine, anlam haritalarına, duyarlıklarına hem Fransızlaşmadan, hem de onları yok etmeden) bu "tuhaf millet" adam olamaz diyoruz, öte yandan da Fransızlar'a son derece tutarsız, dayanaksız, primitif ve irrasyonel şekillerde ateş püskürüyoruz!

Her iki anlamdaki Fransızlaşma tarzının tarihsel deneyimlerimizi ve kültürel dinamiklerimizi nasıl bastırmaya yaradığını; bunun, bu ülkenin elitleri ve aydınları üzerinde ne denli ürkütücü akıl tutulması, zihin kayması ve bilinç körleşmesi yarattığını, bu zıvanadan çıkmış Fransa aleyhtarlığı çok iyi gösteriyor, diye düşünüyorum.

Alaturka Fransızlaşmanın ve bu topluma Fransızlaşmanın bizi her fırsatta kolayca nasıl "dolduruşa getirdiği"nin ve "dolmuşa bindirdiği"nin traji-komik bedeli bu olsa gerek!


22.OCAK.2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...