T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'İtiraflar'a daldılar haberi unuttular

İki yıla yakın bir süredir Ümraniye ve çevresinde büyük bir korkuya sebep olan "küçük kız çocuklarına tecavüz" olaylarının zanlısı yakalandı. Birinci gün, bir "polis açıklaması"nın nasıl haberleştirileceğinin farkında olan iki gazete Hürriyet ve Zaman'dı... İkinci gün ise asıl haberi (sperm örneklerinin uyuşması) ayrıntılı "itiraflar"ın içine gizlemeyen sadece dört gazete vardı: Cumhuriyet, Zaman, Yeni Şafak, Radikal... Zaman hariç bütün gazetelerin paylaştığı bir "hafızasızlığı" da belirtmeliyiz: Sadece 21 gün önce bir "Ümraniye sapığı" daha yakalanmış ve bütün gazeteler o haberi de vermişti. Eski "sapık" şimdi hapiste duruşma gününü bekliyor, ama onu sadece Zaman hatırladı.

Defalarca yaşadık, gazeteler defalarca mahçup oldu fakat olmuyor, olmuyor:.. Gazetelerimiz, polisin herhangi bir operasyonunu 'polisin yaptığı açıklamaya göre…' rezerviyle vermenin klasik bir gazetecilik standartı olduğunu; hele Türkiye'den söz ediyorsak bunun iki defa öyle olduğunu; gazetecinin bu tür haberlerde göstermesi gereken birinci refleksin 'kuşku' olması gerektiğini bir türlü kabullenemiyorlar… Oysa işte Umut Operasyonu var… Üzeyir Garih cinayetinde ilk gün "katil" ilan edilen küçük çocuk örneği var… "Arkadaşını öldürdüğünü itiraf ettikten" sonra mahkûm olup, hapishanedeki dördüncü yılında "gerçek katil" ortaya çıkınca serbest bırakılan, adını şimdi hepimizin unuttuğu o bahtsız insan var…

Poliste "itiraf"ın da bu çerçevede fazla "anlamlı" olmadığını gösteren örneklerin en çarpıcısı bu sonuncusuydu hiç kuşkusuz: Serbest bırakıldıktan sonra, gazetecilerin, "Her şeyi anladık da, dört yıl önceki tatbikatta kameralara bakarak 'evet ben öldürdüm' diye bağırmanı hiç anlayamadık" şaşkınlığını o bahtsız insanın nasıl karşıladığını hatırlıyor musunuz: "Kaval kemiğinizin matkapla delindiği bir yere yeniden dönmektense" demişti, "evet, 15 yıl yatmayı göze aldım o zaman, şimdi de alırım…"

Dedik ya, bütün bu öğretici deneyler hep birlikte yaşanmıştı ama "Ümraniye sapığı" meselesinde birinci gün bunlardan ders çıkarmış görünen sadece iki gazete vardı. İlk gün, nihayet bir polis iddiasından ibaret olan bir durumu hakikat hükmünde, "polisten bile daha polis" başlıklarla ("Sapık yakalandı…", "Ümraniye sapığı yakalandı…" vb.) veren gazeteler bir yana, Hürriyet ve Zaman bir yanaydı.

Zaman'ı bir yana bırakalım, Hüriyet'e bakalım… İşte gazetenin haberi sunarken kullandığı başlık, spot ve flaş: "POLİS: ÜMRANİYE SAPIĞINI YAKALADIK… 'Ümraniye Sapığı' olduğu iddia edilen bir kişi, dün iki kız çocuğunu kaçırmak isterken simitçi kılığına giren polisler tarafından kıskıvrak ele geçirildi. Yaman Özçelik adlı kişinin iki kız çocuk babası olduğu ortaya çıktı… İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, Ümraniye ve çevresindeki ilçelerde 8 kız çocuğuna tecavüz edip, 7'sine de tecavüze kalkışan 'Ümraniye Sapığı'nın yakalandığını açıkladı…"

Öbür gazetelerin "Sapık yakalandı.." haberlerinin "polisten bile daha polis" olduğunu boşuna söylemiyoruz… Bakın, Emniyet Müdürü Hasan

Özdemir bile ilk gün bilgileri itibariyle yakalanan kişinin henüz "sanık, zanlı" olduğunu nasıl özetliyor (Hürriyet'in haberinden): "Hasan Özdemir, soruşturmanın devam ettiğini belirterek, 'Daha once alınan kan ve sperm örnekleri karşılaştırılacak. Şu an için sanığın bu olduğunu biliyoruz.

Bugünkü iki kurban tarafından teşhis edildi' dedi…"

İlk günkü "sapık yakalandı…" haberlerinin gazetecileri bir kez daha mahçup etme potansiyeli taşımasının tek nedeni, daha once benzer olayların defalarca yaşanmış olması değildi. "Haber takibi"nde, "hafızaya müracaat"ta biraz daha özenli olunsaydı, belki de o başlıkları atmaktan imtina edecekti meslektaşlarımız… 9 Aralık tarihli gazetelerden sadece Zaman'ın hatırladığı (sadece üç hafta öncesine giden) bir haberden söz ediyoruz… Okuyalım:

"'ÜMRANİYE SAPIĞI' DİYE 21 GÜNDÜR CEZAEVİNDE TUTULUYOR... 15 tecavüz olayından aranan Yaman Özçelik'in 'Ümraniye sapığı' olduğunun açıklanmasına en çok sevinen, 'Ümraniye sapığı' zanlısı olarak 21 gündür Kartal E Tipi Cezaevi'nde yatan Bilal Akyıldız oldu. 30 yaşındaki Akyıldız, robot resme benzediği için iki ailenin şikâyeti üzerine tutuklanmıştı.

(...)

Akyıldız ailesinin zor günleri, İstanbul Samandıra'da iki kız çocuğuna okul bahçesinde tecavüze teşebbüs edilmesi yönündeki şikâyetle başladı. Bilal Akyıldız, daha önceki mağdur kızların ifadesinde belirttiği 'yüzünde yara var' tanımına uyduğu için jandarma tarafından 17 Kasım'da gözaltına alındı. Akyıldız, mağdur iki çocukla jandarma karakolunda yüzleştirildi. İki kız da kendilerine tecavüz etmek isteyen şahsın Akyıldız olduğunu iddia etti. Bunun üzerine zanlı, tutuklu yargılanmak üzere Kartal E Tipi Cezaevi'ne gönderildi..."

17 Kasım'da gözaltına alınan bir önceki "Ümraniye Sapığı" Bilal Akyıldız'a ilişkin haberleri 18 Kasım'da bütün gazetelerimiz vermişti; aradan sadece üç hafta geçtikten sonra, gazetelerimizin "hakiki sapık" olduğuna kesin bir inanç beslediği kişi yakalandıktan sonra bile onu hatırlayamamaları, size de çok tuhaf gelmiyor mu? Peki, o haberlerin Akyıldız ailesine ettiklerini öğrenmek ister misiniz? İşte Akyıldız'ın iki kardeşinin anlattıkları: "Çocuklarımızı okula gönderemedik. Can güvenliğimiz yoktu. Sapığın karısı ve çocuklarına acıyoruz. Çünkü bunun acısını en çok biz çektik, biz biliyoruz..."

Gelelim ikinci gün haberlerine, yani 9 Aralık gazetelerine... Haberi takip eden muhabirler, 8 Aralık günü boyunca hiç kuşkusuz en çok mağdurlardan alınan sperm örneklerinin, zanlının sperm örnekleriyle uyuşup uyuşmadığını gösterecek raporla ilgiliydi... Çünkü "haber" oydu... Muhabirler, Kriminal Polis Laboratuvarı'nın hazırladığı raporu Yazıişleri'ne geçtiler: 14 mağdurdan alınan örneklerin tümü, zanlının sperm örneğindeki DNA'larla uyuşuyordu, yani rapora göre "zanlı"nın tecavüz suçlarını işlediği kesindi...

Fakat anlaşılan, dört gazete hariç, gazete yazıişleri, muhabirlerine "haber"in değil, "itiraflar"ın ayrıntılarıyla ilgilenmeleri talimatını vermişti, çünkü o gazetelerde "haber", bu ayrıntıların içinde gizliydi... Asıl haberi başlığa taşıyan dört gazete ve başlıkları şöyle:

Cumhuriyet: "Sperm örnekleri uyuştu... Çocuklar 'Ümraniye sapığını' teşhis etti..."

Zaman: "'Ümraniye sapığı'nın DNA sonuçları tuttu..."

Radikal: "Teşhis: DNA örnekleri tuttu..."

Yeni Şafak: "DNA testiyle tescillendi... Sapığa ağır ceza geliyor..."

Buna karşılık Akşam "Her tecavüzün ardından yenisi için sabırsızlandım"ı; Star "Ümraniye sapığı her şeyi anlattı"yı; Sabah "Sulukule beynime girdi"yi; Vatan "Ümraniye Sapığı lafını sevmedim"i; Milliyet "Sapığı ölüm korkusu sardı"yı; Hürriyet de "'Ümraniye Sapığı'ndan müthiş itiraflar"ı başlığa çıkarmıştı...

"İtiraflar"ın ayrıntılarını tabii ki buraya alamıyoruz, sonuçta okuduğunuz günlük bir gazete; evlere giriyor, icabında çocuklar da okuyor... Ama "sonuç"ları verelim: Star, "o itiraflar"ın tam metnini yayımlayarak birinci oldu, öbür gazeteler "parça"larla yetindi, Ya da onların elinde de tam metin vardı ama öyle uygun gördüler. (A.G.)

Eğer doğruysa "Çocuklar da duysun"!

İnsanın hiç inanası gelmiyor ama galiba doğru.... "Galiba" değil herhalde gerçekten doğru.... Yani eğer ülkenin "Amiral Gemisi" bunu da yapmışsa, doğrusu söyleyecek laf bulamıyoruz....

Hikayeyi Bayram'ın üçüncü gününden itibaren ele alalım: Hürriyet gazetesinin 7 Aralık tarihli sayısında sürmanşetten bir "magazin" haberi veriliyordu. Haberden, sonunda atv'de karar kılan ama televizyon kanallarının ele geçirmek için neredeyse "birbirlerini yediği", reytingi fevkalade yüksek "Çocuklar Duymasın" adlı dizinin baş kahramanı Tamer Karadağlı'nın geçenlerde Çırağan Sarayı'nda gerçekleşen düğün töreninden iki gün önce "eski sevgilisi Didem Dolunay" ile bir otel odasında sabahlayıp, ağlaşarak veda ettiğini öğreniyorduk. Haberin daha ilk satırlarından itibaren "bidon" bir haber olduğu besbelliydi. İzleyicilerin gönlüne taht kuran "Taşfırın erkeği" yıllardır Dolunay ile berabermiş de, bir başka kadın ile evlenmesine rağmen aklı ve gönlü yine bu "eski sevgili"de kalmış da. Çırağan'daki düğünü istemeye istemeye yapmış da, artık aklınıza ne gelirse.... Hürriyet'in haberini kaleme alan "gazeteci" de bayağı cin bir şey yani; okurlara bu esrarengiz işin niçin böyle olduğunu açıklamayı da unutmamıştı: Çünkü, "Çocuklar Duymasın" dizisinin senaristi, dizinin selameti açısından "Taşfırın erkeği"nin "eski sevgili" ile ilişkisine bir nokta koyup bir an önce Çırağan'da düğün yapmasını tavsiye etmiş!

Hürriyet "Taşfırın" haberini ertesi gün de sürdürdü. Bu kez de, Tamer Karadağlı'nın Hürriyet'e yaptığı söylenen bir açıklamalarla karşı karşıyaydık (yine sürmanşette): "Evet düğünden iki gün önce beraberdik / Ama benim miladım evlendiğim gündür". Gazete, "Tamer Karadağlı, balayı dönüşü Hürriyet'e dobra dobra konuştu" diyordu. Tabii başka bir sürü ayrıntı da unutulmamıştı; mesela yine Karadağlı'nın ağzından "Gencim, yakışıklıyım. Öncesi geçmişte kalmıştır. Bu yüzden özel hayatımda milat, evlilik tarihim olan 30 Kasım'da başladı" türünde tekrarlar...

Hürriyet'in "Erol Işık / Magazin Servisi" imzalı bu ikinci gün haberinden, Karadağlı'nın balayını geçirmek için gittikleri Dubai dönüşünde uçakta Hürriyet gazetesini görünce "eşiyle uzun uzun tartıştığını", alana indikten sonra daha da şiddetlenen tartışma sonrası kahramanımızın "eski sevgilisi"ni defalarca telefonla arayıp, mesaj bıraktığını; ve tabii bu arada "mesajlardan bunalan" eski sevgilinin ise "cep telefonunu uzun süre kapadığı"nı filan da öğreniyorduk! Öyle bir "magazin servisi" ki, telefon hattının iki ucuna da son derece hâkim, elinden uçan da kaçan da kurtulamıyor...

Şimdi gelelim 9 Aralık tarihli Sabah'ın yavrusu Günaydın'a... Bu kez sıra Günaydın'da; gazete sürmanşetten (yine Karadağlı'nın ağzından) haykırıyor: "Hepsi yalan". Hakkındaki iddialara "ateş püsküren" Karadağlı, "yazılanların hepsi yalan, Didem Tolunay, benim arkadaşım ama yıllardır görüşmüyoruz.(...) Aramızda asla bir ilişki olmadı. Yeni evli bir çifte yapılabilecek en büyük kötülük ancak bu olabilir" diyor. Yalan değil doğrusu, "Taşfırın erkeği"ni beğenirsiniz beğenmezsiniz o sizin bileceğiniz bir iş ama besbelli ki (çünkü olayın kahramanı bizzat açıklıyor) Hürriyet'in haberi sahiden de "bidon"muş. Karadağlı, Hürriyet'in bu yayını niçin yaptığını da bizce hiç fena açıklamıyor: "Çok gündemdeyiz. Sabah ve atv ailesi içinde yer aldığımız için bu karalamaya Hürriyet tarafından maruz kaldık. Bence bu medya savaşı ve bizi bu savaşta harcadılar. (...) Bu olayda kahraman ben olduğum halde beni ne aradılar, ne de sordular. Tam bir senaryo uydurmuşlar. Dizide bile böyle senaryo zor yazılır.(...) Kendi haberlerini kabul ettirmek için onlara verdiğim demeci bile çarpıtmışlar..." Bu arada, Hürriyet'in "eski sevgili" olarak takdim ettiği Tolunay'ın Günaydın'a "Aramızda hiçbir zaman yazılanlar yaşanmadı" şeklinde bir açıklama yaptığını da hatırlatalım.

Görüyorsunuz, "medya savaşları" ne düzeylere indi... Ülke basınının "Amiral Gemisi"nin yüksek reytingli dizileri rakip televizyon kanalına kaptırdığı için başvurduğu şu yöntemlere bakın... Peki biz Hürriyet ve Sabah / Günaydın arasında yaşanan bu savaşta niçin açıkça ikincinin yanında yer alıyoruz? Ne yapsaydık, "olayın kahramanı"nın açıklamalarını bir yana bırakıp, üstüne vazife olmayan işlere burnunu sakan "Erol Işık / Magazin Servisi"ne mi inansaydık? (K.B.)

Bu okurlar da bir tuhaf...

Gazetelerin köşelerine usul usul sokulduktan sonra "patlama yapan" özel hayat deşifrelerinin tek suçlusu o köşelerin sahipleri mi? Biraz "Halk öyle istiyor, televoleler onun için var" savunmasını andıracak ama, Sabah yazarı Esra Ceyhan'ın 9 Aralık tarihli yazısını okuyunca, okurlarda da bir tuhaflık olduğu yönündeki kanaatimiz epeyce güçlendi. İsterseniz, okurlar için girdiği "Ramazan diyeti"ni her gün onlarla paylaşan Ceyhan'a gelen son mektuplara birlikte göz atalım...

Sabah yazarı, önce "Esra'ya mektuplar"dan çıkan bir sonucu paylaşıyor okurlarıyla. Son zamanlarda kendisine gelen faks ve e-mail'lerden, yeni doğan kızlarına ESRA adını veren ailelerin sayısının hızla arttığını anlıyormuş. "Üstelik sadece ESRA da değil, ESRA CEYHAN koyanların sayısı da haylice"ymiş... Ama size esas aktarmak istediğimiz şey bu değil. Şu:

"Kaç yüz tane bayram tebriği aldım; hemen hemen hepsinde de ya bebek fotoğrafı, ya bebek resmi var. Aynı annem gibisiniz, hiç vazgeçmiyorsunuz. Benim ablam, kız kardeşim yok sanırdım, binlerce varmış. Aranızda kararlaştırdınız desem Amerikası, Kanadası, Avrupası, Türki Cumhuriyetleri, ülkemizin dört bir ayrı yerinden herkes aynı şeyi mi söyler, 'bebek de bebek' mi der; diyorsunuz işte, benden de pes artık... Ne diyeceğimi bilmiyorum. Sevgiler...

Yanlış anlamıyoruz, değil mi? Okurlar, Esra Ceyhan'ın hamile kalmasını istiyor! Israrla, tempo tutarak... Rakip gazete Vatan'ın İclal Aydın'ının doğumunun üstünden birkaç hafta geçtikten sonra... Biliyorsunuz, İclal Aydın da hamileliğini gün gün okurlarıyla paylaşmış, doğum da Vatan'da tam bir sayfayla kutlanmıştı...

Bu işlerin reytingi fena değil anlaşılan... (A.G.)

Haber esrarengizleştirmece...

  • Sabah'tan (8 Aralık) "esrarengiz" bir üçüncü sayfa haberi... Başlık: "Neredesiniz!.." Spot: "İstanbul'da 11 ay içinde 716 kişi esrarengiz bir biçimde ortadan kayboldu. Kaybolanların 490'ı bulunup ailelerine teslim edildi, 226 kişiden ise hiçbir haber yok..."

  • Görüyorsunuz, başlık ve spotun ilk yarısında okura hissettirilen "esrarengiz" hava, daha spotun ikinci yarısında çöküyor. "Kaybolanların 490'ı bulunup ailelerine teslim edildiğine" göre, ortada esrarengiz bir durum yok... Zaten, Yazıişleri'nin imalatı olan başlık ve spotu geçip Sabah Haber Ajansı muhabiri Rıdvan Tezel'in haberine geldiğinizde, haberin zaman zaman yapılan klasik bir "şehirde kaybolanların sayısı artıyor" haberi olduğunu anlıyorsunuz... İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Kayıplar Büro Amirliği'nin verilerine dayanan, her şeyiyle normal bir "kayıplar" haberi... "Çoğunluğu özürlü, yaşlı ve çocuklardan oluşan kayıplar" bulunup ailelerine teslim edilirken, çoğunlukla "aile baskısı, özgürlüğü tatma dürtüsü ve zengin, ünlü olabilme hayalleri"yle evden kaçanlar, dönmüyorlarmış...

  • Haberi olduğundan daha çarpıcı, ilginç, heyecanlı kılmak için başvurulan başlık-spot oyunlarından biri... Benzerlerinden farklı olarak, işin foyası spotun ikinci cümlesinde ortaya çıkıyor. (Normalde, birkaç fırça darbesiyle haber de daha "heyecanlı" bir hale getirilir, ya da "foya"yı ancak haberi sonuna kadar sabırla okuyanlar farkedebilir.) (A.G.)


  • 10 Aralık 2002
    Salı
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED