AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
"Kendi"nden nefret patolojisi

2500 yıllık Batı uygarlığı, istisnasız bütün Batı toplumlarının ortak tarihi, tecrübesi ve hafızasıdır. Batı uygarlığına mensup toplumların istisnasız hepsi Antik Yunan, Roma, Yahudilik-Hıristiyanlık'ın Batı uygarlığının kurucu aktörleri olduğunu kabul ederler. Hiç bir Batı toplumu bu 2500 yıllık uygarlık mirasını reddetme, yoksayma gibi bir patoloji geliştirmez. Üstelik Batı toplumlarından pek azı bu 2500 yıllık Batı uygarlığı tecrübesine uzunca bir süre katkıda bulunmuş olmalarına rağmen bütün Batı toplumları kendilerini 2500 yıllık Batı uygarlığının mirasçısı, mensubu, koruyucusu ve yeniden-üreticisi olarak görürler.

Aynı durum, başka medeniyetler için de geçerlidir. Meselâ Çinliler, Batılı sömürgecilerin siyasî, ekonomik, askerî ve kültürel saldırılarının yol açtığı büyük sarsıntılara ve savrulmalara rağmen, kendilerini 4000 küsur yıllık Çin medeniyetinin mirasçısı olarak görürler. O yüzdendir ki Mao, kapitalist ve sömürgeci Batılıların saldırılarını püskürtmek için Çinlileri harekete geçirirken asıl esin ve besin kaynağını Konfüçyüs'ten alma gereği hissetmiş, Konfüçyüsçülüğün temel dinamiklerini, sembollerini çağdaşlaştırarak kullanabildiği ve dolayısıyla "modern bir Konfüçyüs" gibi hareket edebildiği için ve ölçüde başarılı olabilmiştir.

Toplumlar da tıpkı insanlar gibi hafızası / tarihi olan "organik varlıklar"dır. Nasıl hafızasız insanlar, hayatta büyük şaşkınlıklar ve sorunlarla boğuşmak zorunda kalırlarsa, hafızası zayıf olan toplumlar da karşılaştıkları şokları anlamakta da, anlamlandırabilmekte de, aşabilme gücü, kuvveti ve iradesi geliştirebilmekte de büyük sorunlarla boğuşmaktan kurtulamazlar.

Başka bir deyişle, hafızasız toplumlar, havsalasız toplumlardır. Hafızasız toplumların geçmişten geleceğe emîn adımlarla yürüyebilecek bir özgüvene, ferasete, basirete sahip olabilmeleri imkânsızdır. Özgüvenin, basiretin, ferasetin, ufkun, yaratıcılığın yegane kaynağı tarihî ve kültürel hafızadır. Tarihî ve kültürel hafızası olmayan toplumların toplumsal hafızaları da olamaz.

Dolayısıyla bir toplumun, kendi olabilmesi, varolabilmesinin ve varlığını her hâl ve şartta sürdürebilmesinin olmazsa olmaz şartıdır. Kendi olamayan toplumlar, başkaları da olamazlar; sadece başkalarının maskarası, zamparası ve karikatürü olabilirler. Bu da bir topumun yok olması demektir.

Kendi olmak, özgürleşebilmenin temel şartıdır. Kendi olmak, güçlü bir tarihî ve kültürel hafızaya sahip olabilmekle mümkün olabilir. Güçlü, köklü ve derinlikli bir tarihsel ve kültürel hafızaya sahip olmayan toplumların, özgüven sahibi olabilmeleri, geleceğe güvenle ve kompleksiz bakabilmeleri, emîn adımlarla yürüyebilmeleri imkânsızdır.

İşte Türkiye'nin bütün sorunlarının kaynağı burada gizlidir: Türkiye'yi yöneten sivil ve askerî bürokrasi, aydınlar da, halk da özgüvenden yoksundur; Türkiye'nin bin küsur yıllık Selçuklu ve Osmanlı medeniyet tecrübelerinin her bakımdan mirasçısı olduğunu ilan etmek ve bu mirası yenileyerek yeniden üretmek yerine bu mirası, Türk toplumunun tarihî ve kültürel hafızasının zirve noktasını temsil eden bu mirası reddettiği için Türkiye kendi olamamakta; kendi olamadığı için de özgüven, basiret, feraset ve ufuk vadeden adımlar, atılımlar ve açılımlar geliştirememekte; dünya siyasetinde iddia sahibi bir güç olarak varlığını hissettirememektedir.

Bu yüzdendir ki, Türkiye, iki bakımdan başkaları tarafından kuşatılmakta, teslim alınmaktadır. Birinci kuşatma, dışarıdaki barbar güçlerin kapıkulları rolleri oynayan içerdeki mankurtlaşmış kişiler tarafından yapılmakta, bu ülkenin medyasına, kültür hayatına hâkim olan kişiliksiz, eyyamcı kişilerce bu ülke, bu ülkenin zengin tarihî tecrübesi, nezih kültürel değerleri içerden çökertilmeye çalışılmaktadır.

Böylelikle bu ülke, hem kendinden, kendi hafızasından, kendi tarihsel ve kültürel tecrübesinden, kısacası kendi insanından nefret eden, kendi insanını, kendi kültürünü, kendi değerlerini düşman belleyen bir elitler bürokrasisi, bir medya rejimi ve bir aydın tipolojisinden oluşan küçük bir azınlığın yalnızca kendi süflî çıkarlarını savunmak için yaşadıkları ve toplumun sorunlarını ıskaladıkları, bu milleti hızla yokolmanın eşiğine sürükledikleri bir çorak ve salaş ülke hâline getirilmiştir. Bu yüzden bu ülkedeki bazı medya kuruluşlarının başındaki insanlar, handiyse çalıştırdıkları bütün kızları ve kadınları kendi haremlerine dahil edecek özel kalemler ihdas edebilmekte; ama Irak'ta Müslüman kadınların ve kızların "pis Amerikalı askerler bizi kirletiyorlar, o yüzden lütfen öldürün bizi" diye attıkları çığlıklara cevap vermek için düzenlenen bir mitingi sadece "haremlik selamlık miting" diye duyurma alçaklığı sergilemekte bir sakınca görmemektedirler.

Türkiye, ikinci olarak bir de dışardan kuşatılmakta, bu da bizim özgüvenleri, basiretleri, ferasetleri ve ufukları altüst olan elitlerimizin başkalarının kendi küresel çıkarlarını pekiştirmek amacıyla bizim için biçtikleri köleleştirici rolleri bir marifetmiş gibi oynamak için can atabilmelerinden başka bir işe yaramamaktadır.

Türkiye, kendi olmayı, dolayısıyla kendi kültürel ve tarihsel mirasına ve misyonuna sahip çıkmayı reddettiği sürece hem kendinden nefret patolojileri geliştirmekten ve bu milleti cüceleştirmekten, hem de büyük bir kaosun eşiğine doğru hızla sürüklenen bir dünyada kendi medeniyet iddiamıza sahip çıkarak dünyaya yeniden barışı, adaleti ve hakkaniyeti armağan edecek Osmanlı misyonu gibi şerefli bir misyonu üstlenmek yerine, başkalarının taşeronluğu ve kapıkulluğu rollerini benimsemekle bu milletin ve medeniyet coğrafyamızın geleceğini tehlikeye atmaktan başka bir şey yapamayacağını artık kavramak zorundadır vesselam...


6 Aralık 2004
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED