T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 ARALIK 2005 ÇARŞAMBA | ||
|
Serinkanlı bir toplum olmadığımız için, meselelerimizi de serinkanlı bir biçimde tartışamıyoruz. Mesela yargı ve hukuk... Soğukkanlılığımızı yitirmeden bu meseleyi nasıl tartışabiliriz? Zor! Herkes hukuku çok seviyor. Hepimiz ona bayılıyoruz. "Hukuk" sözcüğünü yazılarımızdan, konuşmalarımızdan, gündelik hayatımızdan eksik etmiyoruz. Siyasilerin ve yüksek yargı mensuplarının konuşmalarına bakın, içinde "hukuk" ya da "hukuk devleti" geçmeyen bir tek cümle yok. Bulamazsınız! Bazılarımız işi daha da ileri vardırıyor, "hukukun üstünlüğünü, üstünlüğün hukukuna tercih etmemiz gerektiğini" söylüyor. Her yıl tekrarlanan "açılış ve kuruluş yıldönümü" törenlerinde de aynı galat, aynı şablon; Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, yargı bağımsızdır, hukukun üstünlüğü önemlidir vs... Hukuku çok seviyoruz ama, hakim karşısına çıkmaktan da ruh gibi tırsıyoruz. Neden? Buna, darbelerin ve olağanüstü mahkemelerin gadrine uğramış bir siyasetçi şöyle cevap veriyordu: "Türkiye Cumhuriyeti tarihi, yargıç ve savcılara ilişkin güvenimizi boşa çıkaran kötü muhakeme örnekleriyle dolu da, ondan." Böyle midir, bilmiyorum. Uzak bir dolayımdan bakmak da mümkün... "Hukuk" denince, bir sürü insanın aklına, bir sürü güzel şeyle birlikte, Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Necip Ali, Refik Şevket İnce isimleri gelebilir... Sonra, "Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor Adnan Bey..." diyen Yassıada Mahkemesi'nin ünlü yargıcı Salim Başol... Elbette "hukuk"la "hukukçu"yu ayırmak lazım. Kamuoyunu aylarca "köpek davası", "bebek davası" gibi, hukukla ilişkisi tartışmalı konularla oyalayanlar da hukukçuydu. Ama meşruiyetlerini, daha doğrusu yargılama haklarını hukuktan aldıklarını ileri sürüyorlardı. Burada (Attila İlhan'dan tornistan) soru şu olmalı: Hangi hukuk? Hukuk denince benim aklıma da, "telekulak çeteleri"yle ilişki kuran, yasa dışı yollarla elde edilmiş kaseti "parti kapatma davası"nda "ek delil" olarak sunan; bunlar yetmezmiş gibi, her fırsatta muhatabını "habis ur", "kandan beslenen vampirler", "bölücü", "vatan haini" sıfatlarıyla aşağılayan mütekait savcı geliyor... Başka? Karşısına gelen her sanığı azarlayan, "Bu ülkeyi sevmiyorsanız, gidin uzayda yaşayın" diyen DGM hakimleri... Önündeki temyiz dosyasını okumadan reddeden yüksek yargı mensupları... BÇG merkezine taşınıp brifinglenen Cumhuriyet savcıları... İstisnaları yok mu? Hukukun üstünlüğüne inanan, "hukuk devleti" ilkelerini her türlü ideolojik mülahazanın önüne geçirmiş, kararlarıyla "Türkiye'de hakimler var" dedirten savcı ve yargıçlarımız? Olmaz olur mu? Fazlasıyla var ama, "hukuk devleti"nin değil, doğal olarak (doğal olarak, çünkü adalet mekanizması buna göre yapılandırılmış) "yargı devleti"nin umdelerine göre hareket ediyor onlar da... Belki de "yargı devleti"ni tartışmalıyız. Hukukun "haklar"la ilişkisini kurcalamayı akledemediğimiz için, "hukuk devleti"yle "yargı devleti"ni çoğu zaman karıştırıyoruz. Bunlar çok farklı şeyler oysa. Tıpkı hukukun üstünlüğüyle, üstünlüğün hukukunu karıştırdığımız gibi...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |