T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Batı ve Doğu uçurumu masalı

1982 yılında Münih Katolik Akademisi'nin düzenlediği ve Almanya'daki Türk işçilerinin "entegrasyonu" konusunda bir toplantıya "dinleyici ve tartışmacı" olarak katılmıştım. Belki de 1981 yılındaki "Papa suikasti"nin de etkisi ile, toplantıyı düzenleyen Katolikler'in hiçbirisinde İslâm'a dostane bir bakış göremedim. Alevî bir vatandaşımız da Türk konuşmacı -maalesef izini kaybettiğim- Can Ünver'in, Türk çocuklarına "müşterek din dersi" teklifine ":-Sevgili Bey'im, başka inanç mensuplarına nasıl olur da kendi inançlarınızı dayatırsınız?" meâlinde bir konuşma ile yetindi. Bu arada katolik ve Avusturyalı, yaşlı ve sevimli çehreli bir profesör "Yahudilerle çok ortaklıklarımız var, fakat İslâm ile aramızda uçurum var" görüşünü açıkladı. Bu üslûpdan cesaret alan bir çok yaşlı, çok şık giyimli musevî Münihli Hanım -İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra toplama kampından mı kurtarıldığını bilemiyorum- tartışmalara katıldı ve şunları söyledi: -Biz almanların Türklere karşı hiçbir kini yok, fakat Türkler'in bize karşı kini var! Geçenlerde metroda karşımda oturan iki başörtülü Türk kadını bana gözlerinde korkunç bir kinle bakıyorlardı! Huntington'un öncüsü olan bu "Dame"nin bu acayip sözleri, çoğunluğu katolik olan dinleyicilerin "yoğun" alkışı ile karşılandı ve Bavyera Katolik Akademisi Başkanı, yemek sırasında, benim bulunduğum masada, "Yahudi Hanımefendi çok güzel konuştu" dedi. Daha sonra yine Katolik bir Hanım tartışmacı da "Türk işçi ailelerini vaftiz ederek Hristiyanlaştırmak, biz hristiyanların vazifesi değil midir?" diye sordu ve yarım ağızla yapılan: "yapamayız!" kabilinden itirazları da soğukkanlı bir edâ ve sakin bir sesle cevaplandırdı: -Warum nicht? (Niçin olmasın?)

Ben, bir kez ve tartışmacı olarak konuşacağım için, konuşmamı sona sakladım ve gerektiği gibi konuşan tek konuşmacı olan protestan Alman ilâhiyatçıya teşekkür ettikten sonra: -Ben, Türkiye'yi temsilen konuşmuyor, bir müslüman olarak kendi düşüncemi söylüyorum. Bana kalırsa, yapabilse idim, bütün Türkler'i Türkiye'ye döndürür, Almanları sevgili anavatanlarında rahat yaşamaya bırakırdım. Anlaşılıyor ki, Viyana kuşatması'ndan sonra Münih'e getirilen ve zorla çalıştırılan Savaş Esirleri= Birinci Gastarbeiter nesli gibi, şimdi ikinci Gastarbeiter neslinin de tamamen entegre edilmesi isteniyor. Oysa ben bunu istemiyorum. Burada söylendiği gibi; musevîlerle birlikte yaşayabiliriz, fakat müslümanlarla aramızda uçurum var! görüşüne de katılmıyorum, Musevîler İsa ve Meryem'i saymadıkları halde biz İsa'yı ve Meryem'i seviyor ve İsa'nın babasız doğumuna inanıyoruz. Uçurumdan bahsedilebilir mi?" dedim. Benim konuşmamın da alkışlanması Akademi Başkanı'nın hiç hoşuna gitmedi, ayrılırken "iğneli" bir söz söyledi ve 1987 de Münih'de kendisine kısa bir nezaket ziyareti için uğrayınca, kabul etmeyerek, beni nezaket gösterime bin pişman kıldı.

Pew Araştırma Şirketi'nin bir araştırmasına göre, 1987 de "biz Alman'lar" diye konuşan ve şimdi belki de gözlerini cihân-ı fâniye yumarak metroda başörtülü Türk kadınlarının "kin ve gayz" dolu bakışlarından kurtulan "Dame"nin emelleri yönünde bir düşmanlık tohumları iki tarafta da filizlenmiş. Bu arada da, Avusturya Türkiye'nin AB'ne girmesi önünde en çetin engil olma görevini üstlenmiş. "11 Eylül'ü Arapların yapmadığına inananların oranının Türkiye'de %59'a çıkması da herhalde AB çevrelerinde Türkiye'nin üyeliği açısından kaygı verici bir unsur olarak "algılatılacaktır". Her iki tarafın somun ve slogan pehlivanları, yaygaracı kılkuyrukları kışkırtılarak ortaya atılacaklardır. Avrupa'ya vize alamayan bazı "bizimkiler" Paris özlemini Pera cadde-i Kebîri'nde gideren dedelerimizin aksine bir yön tutarak, somun ve slogan pehlivanlığı için Fener'in yolunu tutacaklardır.

Eski Papa, Vatikan dolayısı ile Hristiyan Alemi ile iyi ilişkiler kurmamız için bir şansımız idi. Bu şansı kullanacak yerde, Papayla izinsiz görüşme cürmünü irtikâp eden bir zat'ı ABD kucağına ittik. Şimdi'de Ortodoks Dünyasının "ekümenlik" saydığı Patrikhane'yi ve bütün İslâm Alemi ile çok iyi ve içten ilişkiler kuran Patrik Hazretleri'ni incitip kırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanların el ulaklarına göz yumuyoruz.

Oysa Ruhban Okulu ile ISAM'ın aynı Batı ve Doğu'yu birleştiren Belde'de Mecma'-ul-Bahreyn'de olması ve aralarında iyi ilişkiler kurulması, Kur'an-ı Kerim'de müjdelenen: "iki yetimin hazinesinin insanlığa İstanbul'dan arzı"nı çabuklaştıracaktır. Slogan ve somun pehlivanlarına sormalayız:

-Huntington'a, Pew Research Center'a mı inanıyorsunuz, Kur'an-ı Kerim'e mi? Domuz da sevimli bir temizlik işçisi olduğu için, domuzları incitmeyeceğimden emin olsam şöyle sorardım: -Ha domuzdan yana misun, benden yana mi?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi