T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 14 MART 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

İbrahim KARAGÜL

Amerika'nın İncirlik'teki 90 nükleer bombası ne olacak?

Türkiye İran'a yönelik nükleer krizin merkezine mi yerleşiyor! ABD'nin ve İsrail'in 2004 yılından bu yana tırmandırdığı "İran krizi"nde ve bu ülkenin nükleer tesislerine yönelik alan saldırıları planlamasında Türkiye'ye merkezi bir rol önerdiklerini biliyoruz. Ankara bu rollere hep mesafeli oldu. Ama son dönemlerde "nükleer İran" tedirginliğini yaşadığı da bir gerçek ve bu tedirginliği artık açığa vuruyor. Her ne kadar ABD ve İsrail planlarına mesafeli dursa da kriz, Irak işgalinden daha büyük bir tuzak olarak Türkiye'nin önünde duruyor.

Enerji kaynakları sınırlı olan Türkiye'nin "nükleer enerji arayışı"nın İran krizine paralel biçimde dünyanın dikkatini çekmeye başladığına işaret etmek zorundayız. 13 Eylül 2005'teki "Türkiye'nin nükleer silah arayışı var mı?" başlıklı ve 22 Kasım 2005'teki "Türkiye nükleer güç mü oluyor" başlıklı yazılarımda buna dikkat çekmiştim. Bu tarihlerden sonra ABD basınında Türkiye'nin de nükleer silah edinebileceğine dair ardı ardına yorumlar çıktı. Nükleer santral projelerinde "uranyum zenginleştirme" programının da bulunması bu ilgiyi daha da artırıyor. Batı, Türkiye'nin nükleer çalışmalarını da sorgulamaya başlar mı? Bu, önümüzde duran en yakıcı tartışmalardan biri olacak.

Peki Türkiye nükleer silah istiyor mu? Ya da ABD, İran'a karşı Türkiye'yi bu alanda teşvik eder ya da göz yumar mı? ABD ve İsrail'le yakınlığı, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'yla şeffaf ilişkileri Türkiye'nin önünü açıyor gibi görünebilir. Ama bu ilişkilerin hep böyle kalacağına inanma saflığına düşmemek gerekiyor. Türk-İsrail ilişkileri bugün 1996'lardan çok farklı yerde. Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği yeni Ortadoğu dizaynına göre seyredecek. 1996'larda bu üç ülke "yeni bir Ortadoğu" inşa etmeye girişmişlerdi. Sadece Irak işgalinin Türkiye'ye ne kadar ağır darbe indirdiği ve bu darbenin kendi müttefiklerinden geldiği düşünülürse ileriye o kadar rahat bakma lüksümüz olmadığı ortaya çıkar.

Bugün İran'ı vurmak isteyenlerin 30 yıl önce İran'ı nükleer güç yapmaya çalışıyor olduğunu unutmayalım. Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve Paul Wolfowitz, 1975'lerde Gerald Ford ekibindeydi. O dönemde İran'ın nükleer enerji çalışmalarını desteklediler. Aynı zamanda bu ülkenin nükleer silah edinmesine imkan sağlayacak milyarlarca dolarlık plutonyum ve zenginleştirilmiş uranyum pazarlıkları yapıyorlardı. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın imzacısı İran nükleer silaha yürüyordu. Onlar da bunu kabul etmişti. Aynı kişiler şimdi George Bush ekibinde ve 30 yıl sonra nükleer çalışmaları nedeniyle İran'a saldırmaya hazırlanıyor.

Son dönemde Ortadoğu'ya yönelik inisiyatifleriyle ciddi bir açılım sağlayan Türk dışişleri, bu başarısını, nükleer krize yaklaşımıyla devam ettirebilir. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Hindistan, Çin ve İsrail'in nükleer silahlara ilişkin sözleşmeleri imzalamamasına dikkat çekmesi, bu anlaşmayı imzalayan İran'ın hedef alınmasına yönelik çifte standardı işaret etmesi ve "İran tehditse İsrail de tehdit" sözü, ilkesel bir tavırdır. Türkiye'nin krize bakışındaki hareket noktası bu olmalı.

Polmark'ın Yeni Şafak için yaptığı kamuoyu anketindeki veriler, Türk dış politikasının son dönem açılımlarının kamuoyundan ciddi destek gördüğünü ortaya koydu. Gül'ün bu sözleri de aynı desteği görüyor, bu kesin! Buna karşılık, ABD'yi dünya için tehdit görenlerin oranı yoğun kamuoyu çalışmalarına rağmen hala yüzde 75 gibi çok yüksek bir oran. Kamuoyunu yönetilebilir/yönlendirilebilir bir faktör olarak algılama kolaycılığına düşülmemeli. Irak işgalinden bu yana bu yöndeki bütün girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. İran ve nükleer krizde de böyle olacak.

Soğuk Savaş'tan sonra Avrupa'daki nükleer silahlarını büyük oranda çeken ABD, 2005 yılı itibariyle Avrupa topraklarında hala 480 nükleer bomba bulunduruyor. Sıkı durun bu bombaların 90'ı Türkiye'de... İncirlik'te yani... (National Resources Defense Council, Nuclear Weapons in Europe, February 2005) Yukarıda verilen kaynak, Balıkesir ve Akıncı üslerinin büyük oranda boşaltıldığını ancak bu termonükleer B61 bunker buster bombalarının hala İncirlik'te tutulduğunu, dahası bu bombaların Soğuk Savaş dönemindeki gibi nükleer güçleri değil, nükleer silahı olmayan Ortadoğu ülkeleri için (İran) orada tutulduğunu söylüyor. Ve bir bilgi daha; Aynı raporda, 1992 ve 1994 yıllarında Konya'da nükleer saldırı tatbikatları yapıldığı, ABD ve NATO pilotlarının bu silahları nasıl kullanacağına dair eğitildiği belirtiliyor. Türkiye nükleer silah üretebilir mi sorusundan önce bu silahların ne olacağını tartışmak zorunda değil miyiz?

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi