T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 21 NİSAN 2006 CUMA | ||
|
Hayvanlara yönelik kör nefret ve bunun sonucunda gelişen utanç verici bir şiddetin tavan yaptığı şu son dönemde, en azından genç nesillerin böylesine hastalıklı bir psikoloji içinde yetişmemesi için, çocuklarımızın kalplerini insana yaraşır duygularla doldurmamız ve onlara eğlence sunarken bile seçici olmamız şart... Bu yönüyle dört dörtlük bir örnek oluşturan Walt Disney yapımı "Kutup Macerası"nın belki de tek şanssızlığı, benzer bir atmosferi beyazperdeye taşıyan bir başka dişli rakiple, "Buz Devri-2" ile aynı dönemde gösterime çıkmış olması. Olsun, fazla "hümanist mesaj" göz çıkarmaz; diğerini izlerken bunu da pas geçmeyin...
Çok şiddetli kış koşullarının hüküm sürdüğü Antarktika'da, kâşifler ve bilim adamlarından oluşan uzman bir ekip kıtayı araştırma görevine çıkar. Kurtarma rehberi Jerry Shepard'ın (Paul Walker) yönettiği araştırma ekibinde kartograf/haritacı Cooper (Jason Biggs) ve tecrübeli jeolog Davis de (Bruce Greenwood) yer almaktadır. Kahramanlarımız ölümcül bir kazadan sekiz kızak köpeğinin sayesinde yeni kurtulmuştur. Oradan bir an önce uzaklaşmak zorunda kaldıkları için de sevgili köpeklerini donmuş arazide terk etmek zorunda kalırlar. Ancak giderken mutlaka geri döneceklerine ve hayatlarını borçlu oldukları o hayvanları kurtaracaklarına dair söz verirler. Dondurucu soğuğun egemen olduğu bu kıtada yüzyılın en büyük fırtınası yaklaşırken, bir süre sonra her türlü ulaşım imkânı da kesilir. Buzlar arasında mahsur kalan köpekler, son derece acımasız bir kışa karşı hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Bu arada sevgili köpeklerini geride bırakan Jerry Shepard da, maceraperest ruhlu pilot Katie'nin (Moon Bloodgood) yardımıyla imkânsız gibi görünen bir kurtarma operasyonuna girişmek üzeredir. Aralarında sarsılmaz dostluk bağları bulunan insanlar ve köpekler, Antarktika'nın görkemli ama bir o kadar da acımasız doğasında birbirlerine yeniden kavuşabilmek adına cesaret, dayanıklılık ve inanç gerektiren çetin ceviz bir yolculuğa çıkacaklardır. Sinema perdeleri son aylarda, kurbanlarını birbirinden egzantrik yöntemlerle öldürüp parçalara ayıran eli testereli manyak katillerden geçilmiyor ve gerek yönetmenlerde gerekse izleyicilerde şiddete karşı gözlenen bu hastalıklı eğilim daha da uzun bir süre devam edecek gibi... Şiddet sinemasının, bu irkiltici türe ait örnekleri tüketmeyi sevenlerdeki etkisi ise âdeta "eroin müptelalığı"ndan farksız... İzlediğimiz her yeni film, içerdiği -bir öncekinden- daha cüretkâr, daha "yenilikçi" görüntüleriyle şiddet algılarımızı adım adım köreltip iğdiş ediyor ve gördüğümüz rutin katliam sahneleri bu alandaki beğenimizi şahlandırmaya artık yetmez oluyor. Sonrasında ise hep daha kanlısını, daha manyakçasını, daha akıl almaz ölüm biçimlerine yer verenlerini aramaya başlıyoruz. Bu gerçekleşirken de adına "merhamet" denilen o ulvî duygu gündelik hayatımızda gitgide önceliğini yitiriyor. Bilindiği gibi, bir uyuşturucu müptelasında bu karanlık gidiş, çoğu kez "altın vuruş" adı verilen trajik bir finalle noktalanır. Pekiyi ya, beyni yıllarca oyun hamuru gibi yoğrulmuş bir sinemaseverde acaba "altın vuruş"a karşılık gelen durum ne olabilir? Kanın gövdeyi götürdüğü filmlere bayılanlar biraz da bu konu üzerinde düşünmeliler bence... İşte ben de afişine kan, beyin ve kemik parçaları sıçramamış "normal" bir filmin tanıtım arayışındayken bu hafta imdadıma "Kutup Macerası" yetişti.
Grönland'tan tablo güzelliğinde görüntüler
1993 yılında çektiği "Alive" adlı sarsıcı filmiyle belleğimde hoş bir iz bırakmış olan yönetmen Frank Marshall'ın büyük güçlükler altında Grönland ve Kanada'da gerçekleştirdiği (ancak öyküsü Antarktika'da geçen) son filmi "Kutup Macerası", bu açıdan Disney'in doğayla barışık, çocuk ve gençlere değer veren bakış açısını dört dörtlük yansıtan bir yapıt olmuş. Mesleğin sunduğu son derece ilginç ve sıradışı bir fırsatla, vaktiyle, adına Grönland denilen o "uzak gezegen"i görme imkânını elde etmiş biri olarak, dünyanın baştan başa buzullarla kaplı bu en büyük adasının ne denli sinematografik bir yer olduğunu kendi gözlerimle de müşahade etmiştim. Yaşadığım o unutulmaz deneyim, bana ayrıca zorlu doğa koşullarının hüküm sürdüğü coğrafî bölgelerde iyi yetiştirilmiş bir köpek sürüsüne sahip olmanın ne anlama geldiğini de birinci elden öğretti. İşte, tablo güzelliğindeki bu filmin başrollerinde de o muhteşem güzellikteki canlılardan, "kutup köpekleri"nden bolca var. Dondurucu soğuk, sessizlik ve kasvetin hayatın bir parçası olduğu böylesi bir atmosferde insanın -akıl ve ruh sağlığını korumasına yardımcı olan- en yakın dostları durumundaki bu canlıların değeri öyle sıradan sözcüklerle asla tanımlanamaz; bir kutup köpeğinin bir kutup bölgesi insanı için taşıdığı anlamı yine ona sormak gerekir.
Bu merhametsizlik nereye kadar?
Türkiye'nin "hayvanlara merhamet" konusundaki vahim gidişâtı beni artık gerçekten de korkutuyor. Bir kadını devesine kötü muamele ettiği için onun üzerinden indirtip sertçe azarlayan ve ceza olarak hayvanın yanında yürümeye mahkûm eden merhamet timsali bir peygamberin ümmeti nasıl olup da bugünlere geldi? O peygamber ki en yakın arkadaşı, kendisi namaz kılarken kaftanının üzerinde uyuya kalan bir kediyi uyandırmamak için giysisini harçeriyle kesmiş ve bu yüzden "Ebû Hureyre" (Kedilerin Babası) lâkabını almıştı. Bırakın uzakları, daha düne kadar mezarlarının üzerine bile kuşlar istifade etsin diye su olukları yaptıran, kasaplardan hayvanlara ikram etmek için artık etleri ve kemikleri parayla satın alan yoksul insanlara ne oldu da bunlar şimdi canlı kedi ve köpekleri çöp arabalarına atar oldular? Aslında sorunun cevabı yine yukarıdaki satırlarda gizli. Çeyrek yüzyıldır zaten insanlara yönelik bir şiddetle, adı konulmamış bir iç savaşla içiçe yaşayan bunalımlı bir topluma üstüne üstlük bir de dur durak bilmeksizin kan gölünden farksız filmleri izletirseniz, nasıl bir sonuç almayı umuyorsunuz ki? Unutmamak gerekir; bugün kuşları sapanla vuran, kedilerin kuyruklarına teneke bağlayan, köpekleri taşlarla vura vura öldüren (ve dahası onlara tecavüz eden) bir kuşak, yarın fırsatını bulduğunda aynı şeyleri mutlaka kendi hemcinslerine de yapacaktır. Beni bilirsiniz, sinemaya bakışım itibarıyla biraz eski moda ve naifim. O yüzden de cinsellik ve şiddet yüklü örneklerle dolu bir haftada seçe seçe yine bu yumuşak öyküde karar kıldım. Duygu ve düşüncelerime katılanlar (ki onların herşeye rağmen hiç de azımsanmayacak sayıda olduklarına inanıyorum) eğer ki hafta sonunda sinemaya gitmeye niyetlenirlerse, bu konudaki bir atımlık barutlarını eşleri ve çocuklarıyla birlikte "Kutup Macerası"ndan yana kullamalarını tavsiye ediyorum. Marshall'ın filmi, olağanüstü görsel güzelliğinin yanısıra içerdiği yoğun hümanizmle de hem ebeveynlere hem de küçüklere son derece keyifli saatler geçirtecek hoş bir yapım...
"Bizi naif çocuk filmleriyle oyalamaya kalkma. Ben hafta sonunda tek başıma sinemaya gitmek ve biraz gerilmek istiyorum" diyorsanız, o hâlde alın size gerilimin dik âlâsı... Kariyerinde henüz fazlaca bir numarası bulunmayan İskoç yönetmen Paul McGuigan'ın yıldızlardan oluşan başdöndürücü bir kadroyla çektiği bu ilginç film, kendi hâlindeki genç bir adamın kaderin acı bir cilvesi sonucu bir anda gırtlağına kadar pisliğin içine batmasını anlatan öyküsüyle klasikleşmiş Alfred Hitchcock maceralarını andırıyor. Sürprizlerle dolu konusunun yanısıra, sadece bu kadar çok sayıda yıldızı birarada görmek açısından bile ilgiye değer. Özellikle de Bruce Willis'in büründüğü soğukkanlı katil tiplemesi, ağzını yaya yaya gevelenip arada da kendine özgü o yamuk gülüşünü savuran uçarı polis karakterleriyle beyazperdede gitgide bayatladığını fark eden bu yeni-sağ Amerikan kahramanın tarzını bir ölçüde yenilemesine vesile olmuş. Beyazperdede "az konuşan hikmetli adam" görüntülerini yıllardır muhafaza eden iki büyük oyuncu Ben Kingsley ve Morgan Freeman da soluk soluğa izlenen bu heyecanlı öykünün tuzu biberi konumundalar. Lucy Liu'yu izleyecekler ise zaten ne için izleyeceklerini benden daha iyi bilirler. Bu arada, hemen hatırlatalım. Filmde, şiddet de var, cinsellik de var, argo da var. Özetle, var oğlu var! Zaten bu yüzden "R" Sertifikasına sahip. İyi de bu devirde artık hangi macera filminde bu saydıklarımız yok ki? Biz zaten haftalardır ne anlatmaya çabalıyoruz burada? Öte yandan, "Atın ölümü arpadan olsun" diyorsanız bu durumda benden günah gitmiş oluyor. Beyazperdede ille de kan görmek istiyorsanız, bari mevcutlar arasında en iyisini görün istedim, hepsi o kadar... Bolca gerilecek, zaman zaman eğlenecek ve çıktıktan 15 dakika sonra da unutacaksınız.
İşini gayet titizlikle, duygusuzca ve de çenesini sıkı tutarak yürüten bir kiralık katil, günün birinde, aynı apartmanı paylaştığı yoksul bir ailenin üyelerinin uyuşturucu mafyasının mensupları tarafından topluca katledilişine tanık olur. Katliamın nedeni, ailenin reisinin Amerikan Narkotik Maddelerle Mücadele Kurumu DEA'nın hesabına piyasayı örgütleyen yarı-resmî bir ajana kazık atmasıdır. Kendisi de uyuşturucu bağımlısı olan bu psikopat ajan, benzer pozisyondaki küçük aracılara gözdağı olması için adamlarıyla birlikte evi basıp ailenin irili ufaklı bütün üyelerini öldürür. Ancak kurbanlarını büyük bir keyifle kurşuna dizerken "küçük bir ayrıntı" gözünden kaçacaktır. Evin 15 yaşlarındaki kızı baskın sırasında alışveriş yaptığından ölümden kılpayı kurtulur ve kiralık katilin aynı katta bulunan dairesine sığınır.
Kendisine uzun zamandır hâmilik yapan ve onu çocukça bir tutkuyla seven kahramanımızın ise kötü haberi aldığında önünde artık bir tek seçenek vardır; küçük kızın alıkonulduğu devlet binasına girmek ve genç yoldaşını yasaların tarafında gibi görünürken aslında kendi düzenlerini kurma derdindeki bir zorbalar grubunun elinden söküp almak. Böyle bir mücadele sonradan kendi hayatına mâlolsa bile... Konusunu kısaca özetlemeye çalıştığımız bu ünlü film, dokunaklı öyküsü, rolleriyle özdeşleşen başarılı oyuncuları ve usta işi yönetimiyle bütün dünyada çok sevildi ve 1990'larda çekilen suç filmleri arasında ayrıcalıklı bir konuma erişti. Anılan filmin orijinal adını, yönetmenini ve -biri uyuşturucu bürosu ajanı "Stansfield" karakterini canlandıran aktör olmak üzere- üç başrol oyuncusunun adlarını biliyor musunuz? Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 27 Nisan 2006 Perşembe günü saat 11.00'e kadar sinebulmaca@yahoo.com elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rastgele tercihle seçilecek olan üç talihli, Avustralyalı yönetmen Peter Weir'in "Ölü Ozanlar Derneği" (Dead Poets Society) adlı kült filminin birer DVD'sini kazanacaklardır. Hepinize iyi şanslar...
- Filmin Orijinal Adı: "Game of Death" *
(Yalnızca * işareti taşıyan şıklar soru olarak yöneltilmiştir. Diğerleri bilgi mahiyetindedir.)
Yarışmamıza bu hafta toplam 138 katılım gerçekleşti.. Bunlardan 116 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- ENDER GÜNAY / ADAPAZARI
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Savaş Tanrısı" / "Lord of War" / Yönetmen: Andrew Niccol / Oynayanlar: Nicholas Cage, Jared Leto, Ethan Hawke) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "sinema tarihini araştırmak ve öğrenmek!"
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |