T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 24 NİSAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Taha KIVANÇ

Efruz Bey'ler üzerine

Edebiyatın böyle bir etkisi var işte; yüzyıl sonra bile hatırlanabiliyor edebi eserler... Ömer Seyfettin (1884-1920) kendisinin yaşadığı dönemden çok farklı şartların geçerli olduğu günümüzde hatırlanacağını düşünür müydü acaba?

Önce Amerika'daki bir düşünce üreten kuruluşa Başbakan Tayyip Erdoğan adına katılan iki Ak Partili'nin mâruz kaldıkları muameleye isyan mahiyetinde 'Pembe İncili Kaftan' öyküsüyle hatıra geldi Ömer Seyfettin... Sonra, Merkez Bankası'nın başına atanan Durmuş Yılmaz'ın evine ayakkabıyla girilmemesi kuralının eleştirilmesi Mehmet Barlas'a 'Gizli Mabet' öyküsünü hatırlattı. Aynı olay ise bana Ömer Seyfettin'in 'Efruz Bey' tipini çağrıştırıyor.

Pembe İncili Kaftan "Bir zamanlar biz neymişiz!" diye düşündürür okuyana. Yazılış amacı da odur zaten. İmparatorluğun yıkılış dönemi öykücüsü Ömer Seyfettin, yaşanan üzücü olayların sebebini ararken değişik sebeplere değinir. Bir yandan da, "Merak etmeyin, bugünler de geçer" hissini vermek ve okurlarının umutlarını ayakta tutmak ister. Bazen Türk tarihinin unutulmaya yüz tutmuş sayfalarından menkıbeler anlatır, bazen de hiç yaşanmamış olayları öyküleştirir...

Pembe İncili Kaftan'ın kahramanı Muhsin Bey dikkafalı ve onuruna düşkün biridir. Kimseye eyvallahı yoktur. Şah İsmail'e Padişah'ın mektubunu iletmek için o bu özelliklerinden dolayı seçilir zaten. Gitmeden neyi var neyi yok satar, huzura çıktığında giymek üzere ünlü 'pembe incili kaftanı' satın alır... Döndüğünde kaftanı biraz daha düşük fiyatla satıp elden çıkardığı mal ve mülkünün bir kısmını geri almayı hesap etmektedir...

Şah İsmail Padişah'ın elçisini istiskal etmeyi kafaya koymuştur. Huzuruna kabul ettiğinde Muhsin Bey'e oturması için yer göstermez. Muhsin Bey ayakta kalma istiskaline katlanmaz, sırtındaki paha biçilmez kaftanı yere serip üzerine oturur. Kabul sona erip dışarı çıkarken üzerine oturduğu kaftanı yerden almaz. Uyarıldığında, "Sarayınızda büyük bir padişahın elçisini oturtacak şilteniz yok; bir Türk yere serdiği şeyi bir daha arkasına koymaz, bunu bilmiyor musunuz?" cevabını verir. Hayatının sonuna kadar yoksul yaşamayı göze almak demektir bu... Öyküyü hatırlatanlar, ikili ilişkilerde onurlu tavırdan vazgeçilmemesi gerektiğini kıssadan hisse olarak sunuyorlar...

Mehmet Barlas da, dün, Ömer Seyfettin'in 'Gizli Mabet' öyküsü etrafında şunları yazdı: "Böyle durumlarda hep Ömer Seyfettin'in 'Gizli Mabet' öyküsünü hatırlarım. Bir Türk evine konuk olan Fransız yazar, her akşam evin hanımının merdiven altındaki bir kapıyı anahtarla açıp, içeri kapanmasına bakarak, bu kapının arkasında bir gizli mabet olduğunu zanneder. Oysa orası evin kileridir ve evin hanımı, sucukların, reçellerin sayımını yapmaktadır her akşam.

"Kentteki apartmanlarda yaşayanların dairelerine girmeden önce ayakkabılarını çıkartıp, merdiven sahanlığına bırakmaları, tabii ki kentli yaşamın görgü kurallarına aykırı. / Bunun nedenleri ise belli. / Birincisi bu davranış köy kökenlidir. Köylü evinde yerde yaşar. Yemeği siniden yer, yerde oturur, yere döşek serip yatar, namazını o yerde kılar. Çamurlu ayakkabıları ile o yere basmaz bu yüzden. Kente gelince de o alışkanlığını sürdürür. Çünkü kentler de köykent olmuştur. Sokaklar çamurludur.

"Neden kiliseye girerken ayakkabı çıkartılmaz da camide çıkartılır? Çünkü ibadetin şekli farklıdır. Hıristiyanların ibadetinde secde yoktur. / Tabii ki doğru olan ayakkabıları koymak için ortak alan sahanlıkların değil, evin içindeki bir mekânın kullanılmasıdır. Ama mimarlar bunu düşünmemiş ve kapı açılınca doğrudan salona girilen evler yapılmıştır."

Ömer Seyfettin'in güne en uygun öyküsü aslında 'Efruz Bey' romanıdır. Batılı bir eğitim almış olan Efruz Bey, ülkesinin geleneklerini küçümsemektedir. Günümüzde kendilerini 'Beyaz Türk' olarak görenlerin öncüsüdür Efruz Bey... Kapı önünde çıkarılan erkek ayakkabıları... Kadın ayakkabılarının kapı önüne bırakılmamasındaki ince düşünce, günümüz Efruz Bey'lerini müthiş rahatsız ediyor... Efruz Bey, Ömer Seyfettin'in kaleminde, bize ait ne varsa hepsine yan bakan, hep başkalarının değerlerini yücelten bir soytarıdır; günümüz Efruz Bey'leri de soytarıdır, ama 'Beyaz Türk' olduklarına şartlandırılmışlardır... Kimbilir kaç nesil Türk okuru, Moliere'in gülünç tiplerinden biri gibi kahkahayla ve aşağılayarak okumuştur Ömer Seyfettin'in Efruz Bey tipinin mâceralarını; günümüzdeki Efruz Bey'ler ise öykündükleri yabancılar gözünde bile gülünç olduklarını fark edemeyecek denli kendilerine âşıklar...

Hay Ömer Seyfettin hay... Demek bunca yıl sonra seni hatırlayacaktık ha...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi