|
|
 |
AHMET İNSEL'E GÖRE AB'DEN GERİ DÖNÜŞ KİMLİK KRİZİ YARATABİLİR
AB demokrasinin aracı
AB'ye üyelik sürecinin, demokrasinin gerçekten işlerlik kazandığı bir Türkiye kurmak için kaldıraç işlevi görebileceğini düşünüyorum. Sonuçta kaldıraç bir alettir.O kaldıracı çalıştıracak güç, Türkiye toplumu.
Türkiye'nin A.B.'ye girmesi sizce ne anlam taşıyor?
Türkiye'nin A.B.'ye girip, giremeyeceğini, girerse bunun ne zaman gerçekleşeceğini kestirmek zor. On yıla varan, uzun sayılabilecek bir aday üyelik dönemi, bugünden bakılınca büyük bir ihtimalmiş gibi gözüküyor. Ayrıca, A.B.'nin genişleme süreci kadar, derinleşme süreci de Türkiye'nin aday üyeliğinin geleceğini etkileyecek. Derinleşme süreci, AB'nin iç yapısıyla ilgili. Bir federasyon mu, yoksa konfederasyon mu kurulacağı; bir Avrupa Birliği anayasası olup olmayacağı tartışılıyor bugün. Temel Haklar Sözleşmesi önerisi, bir tür anayasa. Bu derinleşme sürecinin sonunda, içiçe geçmiş iki veya üç A.B. halkası da oluşabilir. Bu durumda Türkiye çekirdek halkada değil, ama üçüncü veya, az bir ihtimalle, ikinci halkada yerini alır.
AB kimlik bunalımı getirmez
Bence, A.B. üyeliği Türkiye'nin iyi-kötü iki yüzyıldır sürdürdüğü siyasal-toplumsal değişim çizgisinin içinde yer alıyor. Bu çizgiyi kesmek, yönünü değiştirmek çok zor ve bedeli de sanırım çok ağır olur. A.B'ye girince ulusal kimliğimizin kaybolacağından korkanlar var. Bu iddianın tersi bence daha doğru. A.B. üyeliği yolu geri gelmez biçimde kapanırsa, yaşayacağımız kimlik bunalımı, büyük ihtimalle daha ağır olacaktır.
A.B'ye girmekle neler değişecek. İnsan hakları, demokrasi gibi kavramların yerine oturmasını sağlayacak mı?
Türkiye A.B'ye girince, insan haklarının sistemli biçimde ihlal edilmediği, gerçekten demokratik bir ülke olacak demek doğruyu tam ifade etmiyor. Üyelikten sonra değil, üyeliğin gerçekleşmesinden önce bunların Türkiye'de günlük hayatın, siyasal yaşamın aslî unsurları olması gerekiyor.
Demokrasi ve insan haklarının işlerlik kazanması için A.B. şart mı?
Türkiye toplumu bu kavramlara işlerlik kazandıramazsa A.B üyesi olamaz. Dolayısıyla, Türkiye'nin gerçekten demokratik bir ülke olmasının anahtarları ve sorumluluğu Türkiye toplumunun omuzlarında. Herhalde kimse, Türkiye A.B. üyesi olurken, A.B.'nin gelip zorla Türkiye'yi demokratik bir ülke yapacağını zannetmiyordur. Eğer Türkiye toplumunun çoğunluğuna, Kopenhag kriterleri uygun gelmiyorsa, A.B. üzerimize asker, polis salıp bize zorla bu kriterleri empoze etmeye kalkmayacak. Ama, Birlik üyeliği yolunu kapayacak.
AB kaldıraç işlevi görecek
A.B. üyelik sürecinin, demokrasinin gerçekten işlerlik kazandığı bir Türkiye kurmak için kaldıraç işlevi görebileceğini düşünüyorum. Sonuçta kaldıraç bir alettir. O kaldıracı çalıştıracak güç, Türkiye toplumu. Aynı zamanda, bu sürecin yeni siyasal ittifaklara olanak yarattığını, muhafazakâr-otoriter kanadı daha açık biçimde göz önüne çıkardığını düşünüyorum.
A.B.'ye girmek Türkiye'deki ideolojileri nasıl etkileyebilir?
Eğer bugün egemen konumunda olan milliyetçi-muhafazakâr-otoriter zihniyetin egemenliği kırılmazsa, üyelik yolunda ilerleme kaydedemeyiz. Üye olma sürecinde ideolojik yapının değişmesi gerekiyor. Asıl mücadele üyelikten sonra değil, üyelik sürecinde yaşanacak. Türkiye'nin içinde yaşanacak olan bu mücadele, yakın tarihimizde Cumhuriyet'in kuruluş döneminde ve çok partili yaşama geçerken yaşanan ideolojik çatışma ve dönüşümler kadar kapsamlı ve önemli olacak. Üyelik sürecinde yol alabilmemiz için, otoriter zihniyetin gerilemesi gerekiyor. Dış düşmanlarla çevrili bir dünya üzerine kurulmuş egemen siyasal tahayyülün yerini, dış tehlikelere karşı daha gerçekçi bir değerlendirme yapan bir yaklaşım almak zorunda. Kendi bakış açısı ve değerlerini tüm topluma şamil kılan bakışın, laik veya dinî misyoner anlayışının da mevzi kaybetmesi şart.
Son kitabınızda solu inceliyorsunuz. Bugün Türk solunun durumu ne? Solun A.B. konusunda yaklaşım ve yorumu nasıl?
Türkiye solu, büyük bir kimlik bunalımı yaşıyor. İktisadi plânda olsun, siyasal veya kültürel plânda olsun, toplumu cezbedecek yeni hedefler, yeni öneriler oluşturmakta, bunları dile getirmekte sıkıntı çekiyor. En azından simgesel olarak sol eğilimli olan seçmenlerin önemli bir bölümünün, DSP aracılığıyla milliyetçi-otoriter kanada savrulmuş olmasının da bu sıkıntıda payı var. CHP ise, geleneksel kemalist tavra saplanmış kalan bir tabanın üzerine, yeni kuşakları cezbedecek bir sosyal demokrat soluk geliştirmekten şimdilik aciz görünüyor.
Türkiye'de sosyaldemokrat parti yok
Sosyalist sol, Türkiye'de hiçbir zaman güçlü olmadı. Solun gücü, daha çok fikri önderlik üstünlüğünü elinde tutmasından geliyordu. Artık böyle bir konumu da pek kalmadı. Elde kalan da geçmişin mirası, yerine yeniden konan yeni bir şey pek yok. Sosyalist solun iki handikapı var Türkiye'de. Birincisi, gerçek anlamda sosyal-demokrat bir parti yok ortada. Bu bir avantajmış gibi geliyor ama aslında ciddi bir eksiklik sosyalistler için. Kendi dar etki alanları dışında, iletişim kurabilecekleri bir geniş kitlenin olmaması demek bu. Diğer yandan, otoriter egemenliğin empoze ettiği gündeme sıkışmak zorunda kalıyor. O gündem de, insan hakları ihlallerine, demokratik hak ihlallerine karşı direnişden oluşuyor. Bunlar elzem girişimler ama aynı zamanda başka birşey yapmaya, başka birşey düşünmeye fırsat bırakmıyorlar.
Nasıl bir sol ve nasıl bir sol parti düşünüyorsunuz? Mesela ÖDP düşündüğünüz sol partiyi yeterince yansıtabiliyor mu?
Sol partiler içinde, önüne koyduğu hedeflerden, siyasal var oluş biçimi gibi açılardan, kendimi en yakın hissettiğim siyasal çevre ÖDP. ÖDP'nin çıkışında sosyalizmi yeniden tanımlamak çabası da vardı. Bu pek gerçekleşmedi. ÖDP, kuruluşundaki diğer amaca, yani sosyalist çevrelerin birliğini sağlama amacına saplanıp kaldı. Herkesin memnun etmek için, anlamı olmayan siyasal tanımlar üretildi. Her grubu memnun ödecek bir kelimeyi yan yana getirmek, böylece parti içi birliği korumak, parti içi siyaset demek.
İslami kesimin A.B.'ye giriş karşısındaki olumlu tavrını nasıl izah edebilirsiniz?
İslami kesimin bir bölümü A.B.'nin temsil ettiği siyasal kriterleri samimiyetle istediği için girilmesini istiyor, diğer kesimi ise bunu sadece kendi siyasal mücadelesinde bir fırsat olarak görüyor. Ali Bulaç, "Avrupa konusunda önderlerimiz bizi yıllar boyunca yanılttılar, yalan söylediler, o yüzden biz A.B.'ne uzun dönem karşı çıktık" diyor. A.B.'nin taşıyıcısı olduğu insan hakları, demokrasi gibi değerlere inandığı için bunu söylüyor. Bu tavır A.B.'yi başka konularda eleştirmesi için bir engel teşkil etmiyor. Gördüğüm kadarıyla Abdullah Gül gibi birisi, Türkiye'de gerçekten insan haklarının, demokrasinin egemen olması için bir fırsat olarak gördüğü için A.B. üyeliğini savunuyor. Ancak, bu konuda, "derin MNP/MSP/RP" ile "derin devlet"in durumu birbirine çok benziyor. Hem yeni sürecin taşıyıcısı olduğu yeni değerlerden son derece korkuyorlar, hem de bu süreci ister istemez desteklemek zorunda kalıyorlar. Biri, bunda şimdilik kendi yararı olduğu için yapıyor ve "homoseksüeller toplumunun", "Hıristiyan klübünün" mahkemesine başvuruyor. Diğeri ise, "muassır medeniyet seviyesine varmak" gibi bir kurucu ideolojiye tâbi olduğu için, ayakları geri geri gitse de, bu yolda ilerliyormuş gibi yapmak zorunda olduğunu biliyor.
Türkiye'de A.B'ye girişi engellemek isteyen kesimler var mı?
İki türlü var. A.B.'ye yabancı olduğu için, Hıristiyan dünyası olduğu için, emperyalizmin kalesi olduğu için, vs... yani tözsel biçimde karşı çıkıp, engellemek isteyenler var. Bunların tavrının, hiç onaylamasam da, bir tutarlılığı var. Sonuç olarak, Avrupa'da da "kültürler Avrupası" fikrini savunanlar, "Avrupa kültürü" dışındaki dünyanın A.B.'ye girmesine karşı çıkıyorlar. Türkiye'de böyle bir iç tutarlılığı içinde A.B.'ye karşı olan kesim çok sınırlı. Engelleme güçleri de haliyle az.
İkinci kesim ise, A.B.'den değil, A.B.'nin üyelik için şart koştuğu siyasal-iktisadi kriterlerden haz etmiyor. A.B. bizi bu halimizle üyeliğe alsa, koştura koştura üye olacaklar. Bu nedenle özünde engellemeye çalıştıkları A.B. üyeliği değil; Türkiye'nin demokratikleşmesi, insan haklarının egemen olması, kültürel plânda bireysel hakların dokunulmazlığının tanınması, kutsal devlet anlayışının yıkılması gibi gelişmelerdir.
|
 |
|