![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
AB, ABD, TürkiyeŞu an için AB ile Kıbrıs ve Ege krizi hafif tertip hallolmuş gibi gözükse de, AB metninde kullanılan "diplomatik dil"in ileriki yıllarda çok su götüreceğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Sonucu ise, bir-iki sene sonraki atmosfere göre yeni baştan değerlendirmek lâzım. Fakat Türkiye'nin biraz daha mesafe aldığını, herşeye rağmen unutamayız. Meselâ iki sene sonra Kıbrıs sorunu çözülmedi ve Rum yönetiminin AB'a girmesi gerçekleşti diyelim. O zaman ne olacak? AB, Kıbrıs Türk yönetimini, mülga mı addedecek? Kıbrıs'ın bütününü AB'a aldık mı diyecek? Bize göre iki sene sonrasının asıl sorunu işte burada yatıyor. Avrupa Ordusu ve Kıbrıs
Herşeye rağmen ihtiyatı elden bırakmamakla beraber, fazla kaygıya da gerek yok diye düşünüyoruz biz. Bunun iki sebebi var. Birincisi Türkiye'nin, asgarî iki yıl zaman kazanması!.. İkincisi de Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği'nin (Avrupa Ordusu) şekillenmek üzere oluşu!.. Aralık sonuna kadar bu konu azçok netleşecektir ki, Türkiye bakımından son derece önemli bir meseledir. Avrupa açısından ise, şu an için ciddi muzâyakalar yaşanıyor. Ya Türkiye, -birkaç ülkenin daha ilâvesiyle- bu güce girecek, ya da AB'ın en yüksek hayalleri bir gül gibi solmaya başlayacak. Eğer AB ülkeleri, NATO'dan bağımsız, kendi aralarında askerî bir güç oluşturmayı düşünürlerse, o zaman başka. Aksi halde, yani Türkiye'nin karar mekanizmaları içinde yer alacağı Avrupa Ordusu döneminde, Kuzey Kıbrıs'ın bağımsız devlet niteliği daha bir tescil edilmekle kalınır. Bunu kimsenin unutmaması gerekiyor. Çünkü Kıbrıs Rum yönetimi AB'a girse bile, bunun, Kuzey'i ilzam edecek sonuçlar doğurması asla beklenmemelidir. Bush yönetimi ve Türkiye
Tabiî burada, AB'ın içine yuvarlanması muhtemel bir hareketsizlik ortamında, yeni ABD yönetiminin tavrı büyük önem arzedecektir. Türkiye'nin de içinde yer alması için, ABD Savunma Bakanı Cohen'in ve dolayısıyla Clinton yönetiminin büyük gayret sarfettiği Avrupa Ordusu hakkında, acaba Bush yönetimi ne düşünmektedir? Daha doğrusu Türkiye'nin ağırlığı ve önemi yeni yönetim tarafından da idrak edilebilecek midir? Özellikle Türkiye'nin, AB Ordusu içinde yer alması noktasında, Bush yönetimi farklı bir politika izleyebilir mi? Bu soruya cevap teşkil edecek bir haber yer aldı geçen günlerde Yeni Şafak'ta. Cumhuriyetçi Partili Doug Bereuter'e göre AB, bağımsız bir askeri güç teşkil edemez. Bereuter, "Nato üyesi olan, ancak AB üyesi olmayan Türkiye gibi ülkelerin, Avrupa savunmasında karar mekanizmalarına mutlaka dahil edilmesi gerektiğine inanıyor. Arkasından da şunları ilâve ediyor: - AB, hem NATO'nun imkânlarını kullanıp, hem de NATO üyesi ülkeleri dışlayarak savunma girişimlerinde bulunamaz. AB, otonom bir güç değildir ve büyük bir ihtimalle de hiç olmayacaktır." Buradan ulaşmamız gereken sonuç şudur: ABD'de seçimleri ister Cumhuriyetçi Bush kazansın, ister Clinton dönemi politikalarını aynen sürdürecek olan Al Gore!.. Her iki halde de ABD yönetiminin Türkiye'ye olan yaklaşımları değişmeyecek demektir. Aynı şekilde, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği/Avrupa Ordusu teşkili de buna dahil demektir. Bu gelişme Türkiye açısından yerinde bir tutum olarak algılanıyor ve yakından izleniyor olmalıdır diye düşünüyoruz. Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege konularında, Avrupa Birliği'ne karşı, pes perdeden çıkışının nedenleri de zaten buralarda yatıyor. Eski ABD, yeni ABD
Ama maalesef Pentagon'un Ortadoğu, Avrupa Birliği vs. konularında, son bir yıldır geçirmekte olduğu ciddi politika değişikliğini farketmeyen uyur-gezer bir sınıf var ki değme gitsin!.. Onların kafaları hâlâ daha Körfez Savaşı sonrasının ABD'sine asılı kaldığı için, maalesef önemli bazı dönüşümleri okumakta güçlük çekiyorlar. Kimisi Washington Enstitüt'lerden, kimisi Alan Makovski'lerden, kimisi de Musevi organizasyonu (CİSİS) benzeri örgütlerden beslendiği için, gelişmelere hep şaşı bakıyorlar. Ortadoğu barışı sekteye uğrasa da, bölgeye yönelik değişimi ancak dokuz ay sonra kavrayabiliyorlar. Neredeyse bunların çoğu, sırf bu yüzden, Ermeni soykırımı meselesinde kendi ülkelerine baskı uygulamaya kalkıştılar. Ayrıca gene bunların çoğu, arkasında Süleyman Demirel'in ve bir nevi Küskünler Harekâtında olduğu gibi, karanlık bir cuntanın yattığı "siyasette yeni oluşum" palavralarına bel bağlayacak hale düştüler. Sormazlar mı adama? Ege Bank operasyonları ile, "yeni oluşum" rüzgârının solgunlaşması bu alâkayı kanıtlamadı mı? Öyleyse dibi görülmeyen kuyunun suyunu içmeye kalkışmamak gerekmiyor mu? Benim tavsiyem; içerideki haklı muhalefet ihtiyacı ile; Türkiye'nin bölgesel konumundaki ciddi gelişmeleri birbirine karıştırmamak lâzım geliyor.Yerköylü Cumhurbaşkanı Sezer için ne dedi?1974 yılında Adliye'ye zabıt katibi olarak başladım. 1976'da Sezer Yargıtay'a gidene kadar birlikte çalıştık. Kendisi Hukuk Mahkemesi'nde hakimdi. Ciddi, bilgili, işine sadık, çalışkan, maiyetindeki insanlara karşı hürmetli bir hakimdi. Ben de Ceza Mahkemesi'nde görevliydim, şimdi Yargıtay Üyesi olan Hakim İlhan Ünal ile birlikte çalışıyordum. Hatırladığım kadarıyla Hakim Sezer'in Yargıtay'dan dönen tek bir davası dahi olmadı. Bu bir hakim için çok önemli bir sicildir. Ne kadar isabetli kararlar verdiğini ispatlıyor. Sezer, o yıllarda bilhassa lacivert, çizgili takım elbise giyerdi. Çarşıda pazarda tek başına alışveriş yaparken görürdüm. Bir keresinde birlikte evinin bacasını temizledik. Bekar bir gençtim. Bir gün çarşıda karşılaştık. Elinde baca temizlemek için aldığı malzemeler vardı. Oturduğu ev adliyenin hemen karşısındaydı. Birlikte eve giderek bacayı temizledik. Bunca yıl birlikte çalıştık, bir kere bile politika konuştuğunu duymadım. Kendisinin siyasi fikri nedir, hangi partiye oy verir, bilmezdik, kendisi de hissettirmezdi. Daha çok hakim ve savcı arkadaşlarıyla birlikte Adliye'den çıkar, birlikte dolaşırlardı. Bazı günler toplanır, sohbet ederdik. Laubalilikten, sululuktan hoşlanmayan, rastgele konuşmayan bir insandı. En yakın arkadaşı İlhan Ünal'dı.Köşke yakışıyor1976'da askerden geldim. Adliye'de mübaşir olarak şe başladım. Kendisinin de çok kısa bir süre sonra Ankara'ya tayini çıktı. Bir veda töreni yaptık. Ben de çarşıdan coca cola alarak ikram ettim kendisine. Çok titiz bir hakim olduğunu, karar verirken çok düşündüğünü söylerdiler Adliye çalışanları. İsraftan kaçınan, mütevazi bir insandı. Cumhurbaşkanlığına layık diyorlar. Enis Tunga'yı solcu bilirdikMHP Davası'ndan yargılanan bazı siyasetçiler iddianamenin solcu hukukçulara hazırlatıldığını iddia ediyorlar. İddialara göre, Enis Tunga dava açıldıktan sonra Savcılar heyetinden ayrılıyor. MHP davasında toplam 587 sanık yargılandı. Ankara 4. Kolordu Askeri Mahkemesi'nde yargılanan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve arkadaşları uzun yıllar, tutuklu kaldılar. Bu davada, başta Türkeş olmak üzere pekçok sanık, hapis cezasına çarptırıldılar. Duruşmaların başlamasından önce Kenan Evren ve Nurettin Ersin, Çankaya Köşkü'ne Mamak'tan televizyon hattı çektirip, MHP davasını canlı olarak izlediler. Çok tartışılan MHP davası, partinin Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından anılarda şöyle anlatılıyordu: "MHP davası, Türk milliyetçiliğinin yargılandığı bir davadır." MHP davasının önemli sanıkları arasında yer alan BBP kurmaylarından Mahir Damatlar, özel bir görüşmesinde dava ile ilgili olarak şunları söylüyordu. "Tunga'yı solcu olarak bilirdik. Belki o günlerdeki psikolojimiz bizi böyle düşünmeye sevketmiş olabilir. Çok ağır koşullar altında yargılanıyorduk. Üstelik Mamak Askeri Cezaevi'nde ağır işkencelerden geçirilmiştik. Bu nedenle hakkımızda ağır ithamlarda bulunan herkese solcu gözüyle bakmamız doğal. Ancak Mahkeme safahatı boyunca Tunga'nın rahatsız edici bir davranışına şahit olduğumu söyleyemem."
nturinay@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|