YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Gündem

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 


Yazar Ahmet Altan ile hakkında açılan davayı konuştuk

Hakaret yazının güzelliğini bozar

Yazar Ahmet Altan, "devletin askeri kuvvetlerini tahkir ve tezyif etmek" suçundan yargılanıyor. Ama hiç kimse, bir ülkenin düşünürünü, yazarını, edebiyatçısını, sanatçısını, entellektüelini tahkir ve tezyif etmek suçundan yargılanmıyor. Ne garip değil mi ?Ahmet Altan, "Benim hiçbir yazımda hakaret yoktur. Ülkede hakareti hak edenler olmadığından değil; hakaretin, yazının güzelliğini bozacağından" diyor. Bir edebiyatçıdan da, ancak bu kadar hoş bir açıklama beklenebilir. Yazar Ahmet Altan ile yazdığı romanlar üzerine konuşmak belki daha uygun olacaktı. Ama, yazdığı bir yazıdan sonra hakkında açılan dava ve "yaşadıkları" ile ilgili konuştuk. Yani yazdığı romanları değil, yaşadığı romanları... Edebiyatçılar duyguları, diğer insanlardan daha çabuk sezebilirler. Çünkü duygularla ilgilidir işleri, onları anlamak için uğraşırlar. Acıyı gördüğünüzde önünden geçip gidemezsiniz. Siz "Bir ülkenin yazarları yargılanabilir ama generalleri yargılanamaz" diye ayırırsanız, o ülkede hukuk olmaz. Artık, "Generaller neden yargılanmıyor?" diye sormanın zamanı geldi. Genellikle generaller, yoksulluk içinde büyür. General olunca bakarlar ki, ülkenin önemli adamları karşılarında hazırolda duruyor. Bu vazgeçilmez bazı alışkanlıklar yaratabilir.

Bir toplumda sorunları en önce farkeden ve çığlığı ilk atan, edebiyatçılar oluyor.

Her şeyden önce ben kendi işimle uğraşmak istiyorum. Benim işim roman yazmak ve roman yazabilmektir. Roman yazmak beni mutlu ediyor. Ben kendi kişisel mutluluğumu sağlama imkanına sahibim. Çünkü ben işimi çok seviyorum, hemen hemen bütün yazarlar gibi bir insanın çekmesi gereken acıyı ve mutluluğu kendi içimde buluyorum, acı çekiyorum, mutlu oluyorum, kendi hayatımı kendi mesleğimle sürderecek durumdayım.

Toplumda insan tek başına mutlu olabilir mi?

Tabii ki olamaz. Bu mümkün değil. Ortak bir mutsuzluk, mutlaka senin mutluluğunu aşındırır, çalar, o mutluluğunla beslenemezsin. Çünkü mutluluk neticede biraz da paylaşımı gerektirir. Bunu paylaşacak hiçkimse yoksa, tek başına mutlu olmak, mutsuz olmaktan bile kötü bir hale gelebilir. Ortak mutsuzlukla çevrelenmiş olmak, kaçınılmaz olarak kendi işiyle ilgilenmek isteyen insanı da bu mutsuzluğun nedenine doğru yönlendiriyor. "Neden böyle bir mutsuzluk denizinin ortasındayım, neden ortak bir mutsuzlukla yaşıyoruz ve niye kendi küçük mutluluklarımızı kurabilsek bile ortada böyle büyük bir mutsuzluk var?" diye sorduğunuz zaman, karşınıza tabii ki devlet, siyaset, soygun, baskı ve zulüm geliyor. Yaşadığımız topraklarda hiçbir zaman, bir tek gün, bir tek saat bile insanlar özgür yaşayamamış. Bütün bunlar neticesinde boğulan bir kalabalıkla beraber ben de boğuluyorum. İstiyorum ki mutlu bir zeminde kendi işimi yapabileyim, kendi acımı ve kendi mutluluğumu ortak bir mutluluğun üstünde yaşayabileyim. Bunu sağlayabilmek için düşüncelerimi, edebiyatın dışında da açıklamaya çalışıyorum.

Bu mutsuzluk ortamında kendinize bir mutluluk alanı açabilmek uğraşısı, bencilce değil mi?

Bunun bencil bir tarafı var tabii. Mutlu bir ülkede yaşamak istiyorum. İnsanların mutsuzlukları sadece kendilerine ait olsun istiyorum. Burada bizim sadece kendimize ait mutsuzluklarımız yok ki. Kendimize ait bir mutsuzluğu bulmak bile çok büyük bir lüks olmuş bir ülkede, ortak bir mutsuzluk, bizim küçük hayatlarımızla ilgisi olmayan ortak bir mutsuzluk hepimizin hayatını esir almış. Bundan kurtulalım istiyorum. Mutsuzluğun ortadan kalkmasını istemiyorum. Mutluluğun var olması için mutsuzluğa da ihtiyacımız var. Ama ortak bir mutsuzluğa karşıyım. Kendimize ait mutsuzluklarımız olsun istiyorum.

Ülkemizde çok ciddi insan hakları ihlalleri var. Bütün bu yaşadıklarımız, bir edebiyatçıyı nasıl etkiliyor. Tepkisini koyan edebiyatçı, bu olanlara sebep olanları nasıl etkiliyor?

Bir edebiyatçı da herkes gibi etkileniyor... Belki insanlara daha dikkatli baktığı için, acıyı biraz daha fazla ve daha derinliğine görüyor olabilir. Ama bir acıyı gördüğünüzde susmak çok zordur. Edebiyatçıların genellikle dünyanın birçok yerinde ilk çığlıkları atan insanlar olmalarının bir nedeni de belki bu. Onlar, meslekleri gereği insanlara çok dikkatli bakarlar. Duyguları, diğer insanlardan daha çabuk sezebilirler. Çünkü duygularla ilgilidir işleri, onları anlamak için uğraşırlar. Acıyı gördüğünüz zaman, o acının önünden geçip gitmek neredeyse mümkün değildir. Bir acı gördüğünüz zaman durup bakarsınız ve onun nedenini anlamak ve mümkünse o acıyı iyileştirmek istersiniz. Hepimizin hayatında vardır bu. Sokaklarda o zavallı fakir, küçücük çocukları gördüğümüz zaman bile duraklamıyor muyuz? Koskoca bir toplumun acı çektiğini gördüğünüzde durmamak elde mi? Durup "ne yapabilirim?" diye bakıyorsunuz. Yazı yazmayı becerebiliyorsan, bir toplumun acısının yanıbaşında durduğunda ve " ne yapabilirim?" diye sorduğunda bunun bir tek cevabı var: Yazı yazabilirim, bu acıyı anlatabilirim, bu acının nedenini anlatabilirim ve aklımın erdiğince bu acının nasıl iyileştirilebileceğini söylerim. Bildiğim bir çare varsa, bunu anlatmadan geçemem. Ben de gördüğüm acıyı anlatıyorum, gördüğüm mutsuzluğu anlatıyorum ve aklımın erdiğince bu acının nasıl ortadan kaldırılabileceğini anlatmaya çalışıyorum. Çünkü Türkiye, bu acıyı sahte nedenlerden dolayı yaşıyor.

Bu acıyı yaşamamak mümkün mü ?

Hem de çok mümkün. Manasız nedenlerden dolayı yaşıyoruz bu acıları.

Bu acıların sebebi ne? Kim yaşatıyor bu acıları ?

Bazı insanların iktidarı ellerinde tutma isteğidir bu acıların sebebi. Bence Türkiye'nin temel sorunu, acıların asıl nedeni, Türkiye'nin tarihinde generallerin, bir siyasi iktidarın sahibi olma arzularıdır. Bu öyle bir arzudur ki, kendisiyle hiç ilgisi olmayan alanları bile etkiler.

Nasıl etkileyebilir ?

Bir insanı düşünün. En büyük damarında bir tıkanıklık varsa, oradan geçen kanın azlığı, orasıyla hiç ilgisi olmayan başka yerlerdeki kılcal damarlardaki kanı bile azaltır. Generaller siyasetin içinde güç sahibi olmak istedikleri zaman, hukuk kaçınılmaz olarak çarpılıyor. Çünkü hukuk, oraya seçtiğimiz insanların gelmesini ister. Bunu tersine çevirdiğiniz zaman, hukuku yok edersiniz. Hukuku yok ettiğiniz zaman da, bir toplumun güvencesini yok edersiniz. Ayrıca iktidarın içinde olan generallerin bu davranışlarını meşru kılmak ve halka karşı kendilerini haklı göstermek için nedenlere ihtiyacı vardır. Burada müthiş bir itiş olduğunu görüyorum. Çünkü Türkiye'nin daima bir iç tehlikeye ihtiyacı var?

Neden böyle bir tehlikeye ihtiyaçı var?

Generalleri iktidarda tutabilmek için. Eğer ülkenin içinde bir iç tehlike yoksa, generallerin iktidarda durmasının nedenini açıklayacak bir neden de yok demektir. O zaman, demek ki sürekli bir iç tehlikeye ihtiyaç var. Önce "Komünizm tehlikesi" dediler. Sovyetler yıkıldı ve Türkiye'de hiç Komünizm tehlikesinin olmadığı ortaya çıktı. Türkiye'de işçi sınıfı yok ki, komünizm tehlikesi olsun. Ama yıllarca bu ülke binlerce insanını ölüme kaptırdı, zamanını geçirdi, oyalandı, kontrgerilla vasıtasıyla örgütler kuruldu, insanlar birbirine vurduruldu. Ve birdenbire gördük ki Türkiye'de komünizm tehlikesi falan yok. Bugün de aslında Kürt meselesi diye bir meselemiz yok. Arkasından yıllarca şeriat tehlikesi söylemleriyle yaşadık. Ben, on yıldan beri defalarca, Türkiye'de şeriat tehlikesi olmadığını yazdım. Türkiye'de şeriat tehlikesi olamaz. Yoktur. Bugün MİT müsteşarı da Türkiye'de şeriat tehlikesinin olmadığını açıkladı. Ama genelkurmay buna karşı, "Hayır, var" diyor.

Generaller neden güç sahibi olmak istiyor ?

İktidarın çok büyük bir çekiciliği var. Şöyle düşünün; genellikle generaller, köylerden, kırsal kesimden gelen fakir aile çocuklarıdır. Yoksulluk içinde büyürler, hayatları zordur. Sonra general olurlar. Bir de bakarlar ki, bu ülkenin en önemli , en büyük diye bilinen adamları karşılarında hazırolda duruyor, "Buyrun paşam, emredin paşam" diyorlar. Böyle sıkıntılı bir hayattan sonra, bir zamanlar hayranlıkla ve ulaşılmaz insanlar diye baktığın insanların karşında el pençe divan durması, herkesin karşında eğilmesi, her sözünün emir telakki edilip yerine getirilmesi, vazgeçilmez alışkanlıklar yaratabilir. İnsani olarak baktığınızda bu, kolay vazgeçilebilecek bir durum ve kazanım değildir, nitekim bundan da kolay vazgeçmiyorlar. Bu toplumun zenginleri, zenginliklerini hakederek elde etmediler, devletten paralar alarak zengin oldular. Bu ülkenin medyası kendi gücüyle medya-basın olmadı, devletten paralar alarak gazete kurdu, televizyon kurdu. Ve bunların hepsi devletin ve devletin çekirdeği olarak gördüğü ordunun karşısında boynu bükük duruyor. Türkiye'de generallerin iktidarının bitmesi zorlandığında generaller, "İç tehlikeler var" diye bağırmaya başlıyorlar. Hatta öyle bağırıyorlar ki, Türkiye'nin bir iç tehlikesi olmadığını bütün dünya biliyor. Hatta MİT müsteşarı söylerken bile bağırıyorlar.

Yaşadığımız topraklarda hiçbir zaman, bir tek gün, bir tek saat bile insanlar özgür yaşayamamış. Bütün bunlar neticesinde boğulan bir kalabalıkla beraber ben de boğuluyorum. İstiyorum ki mutlu bir zeminde kendi işimi yapabileyim, kendi acımı ve kendi mutluluğumu ortak bir mutluluğun üstünde yaşayabileyim. Ve bunu sağlayabilmek için düşüncelerimi, edebiyatın dışında da açıklamaya çalışıyorum.

BU ÜLKEDE HERKES YARGILANABİLMELİ

Hakkınızda, "Devletin askeri güçlerini tahkir ve tezyif" suçundan dava açıldı. "Savcılar gerçek suçlulara mı yoksa güçlerinin yettiğine mi dava açıyor ?" diye soruyorsunuz. Sizce hangisi ?

Eğer Susurluk'la ilgisi olduğu, Abdullah Çatlı ile telefon görüşmeleri yaptığı belirlenen bir general yargılanamıyorsa, her zaman varlığı reddedilen ama varolduğu herkes tarafından bilinen Jitem'in yöneticisi olan bir general, parlamento kendisine soru sormak istediği zaman gitmiyor ve parlamentoyu küçümsüyor ve yargılanmıyorsa; eğer bir general insanlara iftira atmak için belgeler düzenleyip, andıçlar yazıp daha sonra o andıçlar doğrultusunda insanlar karalanıyor ve bu andıçları yazan generaller yargılanmıyorsa, savcıların gerçekten suçluları yargılayıp yargılayamadığını ben sorarım. Bu ülkede hiçbir generalin yargılandığını görmedim. Muğlalı'dan beri böyle bir şey olmadı.

Askeri uçak alımında bir Lockheed rüşvet skandalı vardı, bütün dünyada aydınlatıldı, Türkiye ayağı neden aydınlatılmadı? Neden Susurluk'un içindeki general isimleri mahkemeye gitmiyor? Neden adı suçla birlikte anılan hiçbir general yargılanmıyor da, ben yargılanıyorum? Ve ben neden genelkurmayın talebiyle yargılanıyorum? Ve nasıl oluyor da genelkurmaydaki bazı generaller canları her istediğinde bu ülkenin bir yazarını mahkemenin karşısına çıkartıyorlar. Canları istediğinde beni kitaplarımdan kopartıp bir mahkemenin karşısına geçiriyor ve on-onbeş seneye mahkum etmek istiyorlar. Türkiye'de bunu bir general istediği zaman yapabiliyor.

Askerler neden bunları yapıyor ?

Çok basit. Ben "Generaller siyasetten çıksın" diyorum. Bunu söylediğim anda beni mahkemenin önüne götürüyorlar ve bir örnek olarak göstermek istiyorlar. "Generaller siyasetten çıksın" dersen yargılanırsın, belki hapse girersin, hatta daha beter şeyler olur. Andıçlar var, hakkında iftiralar atılır. Medyaya da güvenemezsin ki. Ben diyorum ki, eğer bir ülkenin yazarı yargılanabiliyorsa, o ülkenin generali de yargılanabilmeli. Ayrıca ben, suç işlemedim. Ama generallerin suç işlediğine dair çok önemli karineler var. Ortada bir andıç duruyor. Bu andıçın bir sorumlusu yok mu? Var. Ben mahkemede bir tek aydınları ve yazarları görüyorum. Mahkemelerde hiç generalleri görmüyorum. Hukuk ikiye mi ayrılıyor? Üniforma giyenler için başka bir hukuk, sivil olanlar için başka bir hukuk mu var? Bu ülkenin yazarları, generallerinden daha mı değersiz? Hukuk tektir, ayıramazsınız. Siz "Bir ülkenin yazarları yargılanabilir ama generalleri yargılanamaz" diye ayırırsanız, o ülkede hukuk olmaz. Artık, "Generaller neden yargılanmıyor?" diye sormanın zamanı geldi. Ve ben mahkemede bunu sordum ve bunu sormaya devam edeceğim. Generaller beni yargılatabiliyorsa, ben de generallerin neden yargılanmadığını sorma hakkına sahibim. Bir generalin yargılanması, bütün ordunun yargılanması demek değildir ki. Benim yargılanmam, bütün edebiyatın ve edebiyatçıların yargılanması demek midir? Türkiye'de adalete bütçeden binde 7'lik pay ayrılıyor... ama silahlı kuvvetlere yüzde 34. Adaletin olmayacağı o kadar açık ki. Bunun hesabını sormayacak mıyız? Adaleti olmayan bir ülkeyi savunmanın anlamı kalmaz ki. Bu ülkede adaleti yok etmek, bu ülkeyi sevmekle açıklanabilir mi ?

 


Kağıda basmak için tıklayın.

 

 

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...