YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Düyûnu Umûmiye ruhunun siyasi bedenleri

Kendini merkezin tartışılmaz unsuru ya da belirleyicisi sayan partilerin giderek 'merkezin posası' haline geldiği, her geçen gün biraz daha, merkez siyaseti yaptığı iddiasıyla yer tutan partilerin zemininin kayganlaştığı görülüyor. Avrupa Birliği ile ilgili çıkışlarını 'değişim'e dönük 'stratejik' bir eksene oturtmadığı, iç siyasette yeni mevziler elde etmek için 'taktik' bir zeminde kurguladığı belli olan Mesut Yılmaz'ın bundan sonra ne yapacağını, yapmak için elinde ne kaldığını kestirmek güç. Hemen hemen elinde hiçbir enstrüman kalmadı Yılmaz'ın. Üstelik MHP'ye karşı bir merkez tartışmasına girişecek kadar yönetim reflekslerini yitirdiğini ve kendi pozisyonunu tanımlamakta kaygılar yüklü olduğunu gördük geçenlerde. Yıllardır merkez siyasetinin vazgeçilmez partisi olmuş olan ANAP'ın MHP gibi bir parti karşısında merkez siyaseti ekseninde bir paylaşım ya da yer tutma tartışmasına girişmesi olsa olsa yönsüzlüğün kemikleştiğine işaret eder. Avrupa Birliği meselesinde, en azından Yılmaz'ın yaptığı gibi taktik yaklaşımların kesin bir biçimde on yıl süreyle gündemden kalkmış olmasından sonra; serbest piyasacılığı, devletçiliği ve ardından Avrupa Birliği sürecini de iç siyasetin koridorlarında 'tüketmiş' olan ANAP'ın muhtemel bir seçimde halka ne söyleyeceğini merakla beklemekten başka bir değerlendirme kaydı düşmeye gerek yok.

DYP ise Çiller'in organik bir siyasetçi olmamasının acı sonuçlarını her geçen gün biraz daha görüyor. Hükümete karşı son günlerde yaptığı çıkışlar neredeyse son altı aydır Türk siyasi hayatında ele alınmaya değer ayrıksı ve önemli çıkışlardan olmasına rağmen, hiçbir siyasi ağırlık oluşturmuyor bunlar. DYP kronik bir biçimde ANAP'la satrançtaki 'rok' hamlelerinin çizdiği hattın dışında koordinatlayamıyor kendini. O yüzden demokratlık yapıyor olmuyor, milliyetçilik yapıyor tutmuyor. Oysa Çiller gibi başbakanlık yapmış bir siyasetçinin bugün en az beş noktada hükümetin arkasındaki kamuoyu desteğini anında sıfırlayacak manevralar üretmesi mümkün. Fakat herhangi bir muhalefet biçimini sonuna kadar yürütme yeteneğinden yoksun bir parti görünümünden kurtulamıyor DYP. Bunun da ana sebebi Çiller'in ne yaparsa yapsın siyasi hayatında 'organik bir hat' izleyememesidir.

DSP ve MHP arasında simbiyotik ilişki ise MHP'nin içini ayarlamada 'mevcut güç kullanımını' işletebildiği sürece, DSP'nin de siyaset dışı faktörlerle ilişkisinin alacağı dönemeçlere bağlı olarak süreceğe benziyor. Özellikle devlet politikasının AB sürecini tam bir kriz politikasına çevirmiş olması, bu iki partinin işe yarama sürecini devam ettiriyor, ama bu aynı zamanda kum saatinin masaya ters koyulabilmesinin de imkânlarını çoğaltıyor. Ekonomik krizin kuşattığı devlet yönetiminin, bu krizden mevcut enstrümanlarla çıkamayacağı kesinleşmiştir artık. Krizden çıkmak için 'siyasetin karakteristik özelliklerinin' merkezileşmesi gerekiyor. Bu da en açık ve çıplak haliyle DSP ve MHP'yi kullanışlı hale getiren zeminin son kullanım tarihinin geçmesi demektir...

FP ve HADEP gibi partiler ise beraber değerlendirilmeyi zorunlu kılan bir hat üzerinde giderek 'siyasi mimari'leri gereği yakınlaşıyor. Bu iki partinin de siyasi mimarileri 'indirgemeci siyaset'in enstrümanlarıyla oluşuyor. HADEP'in siyaset dışı süreçlerle özdeşleştirilme çabaları karşısında pasifist politikalar izlemesi ve Avrupa Birliği metinleri adına Türkiye'deki toplumsal ve siyasal gerçeklikten daha çok kopan bir yol izlemesi vurgulu olmaktan kurtulamıyor. Türkiye'yi kapsayan siyaset yapma iddiasını 'söylemselleştirmeye' titizleniyor HADEP, ama bunun Türkiye'nin toplumsal ve siyasal yapısını 'tek gündemli' ve 'tek sorunlu' bir bakışla ele almaktan kaçınan bir düzeyle içeriklendirildiği görülmüyor. Aynı 'indirgemeci siyaset'in daha vahim örneği ise FP. Zaten bilinen ve duvara toslamaktan başka sonuç doğurmayan 'mutlakçı siyaset' biçiminin, artık bu siyasi yapının 'genetik kodu' haline geldiği daha açık görülüyor. Son af tasarısının geçmesi sırasında da görüldü ki, Türkiye'de bir anamuhalefet yoktur, anamuhalefet makamının FP gibi bir parti tarafından işgal ediliyor oluşu otoriterleşme sürecine 'dolaylı destekler' verilmesi anlamına gelmektedir. Türkiye'de ne olursa olsun bunu 'kişi kültü'nün koridorlarından geçirmeden gün ışığına çıkaramayan bir partinin, siyaset yap- manın en güçlü zemini olan anamuhalefet makamını bu derece kilitliyor ve içeriksizleştiriyor oluşu gerçekten üzücüdür.

1881 Muharrem Kararnamesi'nin ardından kurulan ve bugünkü IMF politikalarının Anadolu'ya yansıyan yüzünün esasını oluşturan Düyûnu Umûmiye ruhlu bir yönetim şeması altında dolaşan siyasi bedenlerin manzarayı umumiyesi budur.


13 ARALIK 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ömer Çelik

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...