![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Denetimsizliğin dayanılmaz keyfini yaşayan silahlı güçlerGeçenlerde Londra'da bir sokak gösterisini izledim. Ön tarafta polisler vardı. Ne yapıyorlar diye merak edip yanlarına gittim. Açıkçası gösteriyi engellemeye çalıştıklarını sandım. Ne de olsa daha Türkiye'deki polis imajının etkisinden kurtulamamışız. "Şimdi coplar çekilecek, tatsız olaylar başlayacak" diye içimden geçiriyordum. Yanılmışım... Polis yürüyüşçülere yol gösteriyordu. Hatta kaldırımda yürüyen diğer insanların, yürüyüşü engellemesini önlemek için de onları uyarıyordu... Baktım... Kimsenin polisten korktuğu yoktu... Kimsede de olay çıkabileceğine ilişkin bir endişe bulunmuyordu. Bir anlamda hoştu... Rahat, gergin olmayan bir ortamda bir gösteriye katılmak güzel bir şeydi... Öte yandan, muzurca düşününce, gerginliğin olmadığı, itiş kakışın yaşanmadığı bir ortamda gösteri yapmanın da muhalif görüşleri açıklamanın da pek bir heyecanı olmuyordu galiba!.. Tabii burada da polislerin melek olduklarını söyleyemeyeceğim. Fırsatını bulduğu zaman, huyundan mıdır suyundan mıdır, giydikleri üniformadan mıdır, arkalarında hissettikleri görünmez devlet gücünden midir, bilinmez, polis bu anlamda her zaman polisliğini göstermeye çalışıyor. Burada da karakollarda, nadiren de olsa insanlar ölebiliyor. Kötü muamele, yanlış uygulamalar görülebiliyor. Ama ben şimdiye kadar cop kullanıldığına tanık olmadım. Belki şiddet içeren 1 Mayıs gösterilerinde kullanılmış olabilir. Silah ise zaten taşımıyorlar. Geçtiğimiz yıllarda bikaç olay nedeniyle tartışma konusu olmuş. Polisin silah taşıması gerektiğini ileri sürenler çıkmıştı. Cevap yine polis şeflerinden gelmişti: "Silah karşı tarafın da silah özlemini harekete geçirir ve silahlı şiddet eğilimlerini de artırır." Netice olarak İngiliz polisi de melek değil... Fırtsatını bulduğu zaman zebellah kesilebiliyor. Tabii, fırsat bulmaya cesaret edebilirse... Kaldı ki, polisin her hareketi için polisin kendi içindeki disiplin kurumlarından Parlamento'ya kadar uzanan değişik denetim aşamaları bulunuyor. Mesele basit... Kusurlu bulunan meslekten çıkarılıyor. Bir polis meslekten çıkarıldı diye de ne polis örgütü güçsüzleşiyor ne de itibarını kaybediyor. Aklı başında gazeteler böyle polisleri korumaya kalkmıyor. Sonra burada insanların bir polisi ve hatta polis örgütünü kolayca dava etme ve sonuç alma imkanı bulunuyor. Polis aleyhine açılan davalar öyle yıllarca sürmediği gibi, İngiltere içinde o şehirden ötekine gezgin meddah kumpanyaları gibi dolaştırılmıyor. Hatta davanın bir aşamasında polis örgütü hatasını kabul ediyor, özür diliyor ve tazminat vermeyi bile kabul ediyor. Çok şaşılası bir durum Türkiye için, ama oluyor bunlar... Polis vatandaştan özür diliyor... Polis normalde kimlik bile soramıyor insanlara. Onların verdiği bilgiyle yetinmek ve ona güvenmek zorunda... Verilen bilgilerin doğru olup olmadığını araştırmak ise onun görevi... Netice olarak insanların polisten genel olarak korkmadıklarını görüyorum... Bunları yazarken tabii, Türkiye'de polislerin durumunu düşünüyorum. Silahlarını havaya kaldırıp "Kana kan intikam" diye bağırmalarını, "Bu silahları ne zaman kullanacağız?" diye sormalarını... ( Sanki Türkiye'de silah kullanımını kısıtlayan bir mevzuat varmış ve bir gece önce çatışmaya girdiği gerekçesiyşe bir genci onlar öldürmemiş gibi) Kendi düşüncelerine aykırı gördükleri her kişi ve kuruluşu vatan haini ilan etmelerini, insan haklarına sövüp saymalarını... Bir de bu ayaklanmaya hoşgörüyle bakanları, bu büyük kitlenin cezalandırılmasının mümkün olmadığını söyleyenleri, "Hadi bu çocukları bu seferlik affedelim" diyenleri... Ya, o polis tahlilleri yapan aklıevvellere ne demeli? Polisin yoksul ve eğitimsiz bir kesimden geldiğini, geçim sıkıntısı çektiğini, çeşitli sorunları olduğunu dolayısıyla bu eylemlerin doğal karşılanmsı gerektiğini söyleyenler? Böyle bir tablodan korkmamak mümkün mü? Düşünün, sanki ihtilaller döneminin 'Güney Amerika'sındayız... Polis erken kalkmış ve ihtilal yapıyor. Silahlar havada ve, "intikam" diye bağırıyorlar. İntikam almak istedikleri de yine o ülkenin insanları. Peki bu polislerin eğitiminden kim sorumlu? Onlara, bu ülkede, "eh işte, pek bağımsız olmasalar da" mahkemeler bulunduğunu ve aslında polisin temel vazifesinin yasaları çiğneyen vatandaşları mahkemelere teslim etmek olduğunu kimse söylemedi mi acaba? Amirlerin görevleri ne acaba? Benim asıl anlamadığım şey, bu meseleye niçin bu kadar şaştığımız. Böyle bir polis örgütü isteniyordu ve o polis örgütü kuruldu... Görüyoruz ki olgunlaşmış bile... Düşünün, diğer istihbarat örgütleri kadar denetimsiz ve kontrolsuz tam 200 bin kişilik bir silahlı güç...Son gösterileriyle ilan ettikleri gibi siyası tavırları olan ve bunu görevlerine yansıtmak konusunda da pervasız militan bir güç... Tek bir merkeze bağlı, ama her büyüyen güç gibi, artık o merkezin kontrolu dışına çıkmış, kontrol edilemez hale gelmiş bir güç... Denetimse, bugün Türkiye'de hangi güç polisi denetleyebiliyor? Kimse kalkıp da bana teftiş kurullarından, disiplin kurullarından falan söz etmesin. Ben Mülkiye mezunuyum ama, artık Mülkiye müfettişlerinden bile söz etmenin anlamı olmadığını biliyorum. Türkiye silahlı güçlerin ve istihbarat örgütlerinin bütçe, yönetimi eylem, personel hatta politikaları itibarıyle denetlenemediği bir ülke durumunda. Meclis bile bu güçleri denetleyemiyor. Mahkemeler yargılayamıyor. Şimdi kalkmış bir takım insanlar timsah gözyaşları döküyor. Bu çocuklar bir kabahat yaptılar, büyüklerimiz onları bir seferlik affetsin!.. Büyükleri, siz de istifa etmeyin, kimseye de dokunmayın. Geçiştirin bu olayı da, boşverin... Gülelim mi ağlayalım mi bu rezilliğe kestiremiyorum...
kduzgoren@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|