![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
RabıtaGüneş altında söylenmedik bir şey kalmamış olsa bile, sen, sözünü öyle bir biçimde dile getirmelisin ki, o sözün o biçimde dile getirilmiş olması, dinleyenlerin kendi gerçeklikleriyle yeniden ve yeni bir irtibat kurmasına yol açsın!.. At kişnemesi, eşek anırması, aslan kükremesi, kedi miyavlaması bu hayvancıkların yaratılmış olduğundan bu yana asla değişmemiştir. Bu hayvancıklar meramlarını kendilerine özgü bu sesleri çıkartarak ortaya koyarlar. Onu algılaması gereken her kimse ve her neyse, o sesleri algılar ve gereğini ona göre yerine getirir. Bir eşeğe niçin anırıyorsun, diye sorulmaz. Onun niçin anırdığını insan olarak biz bilmesek bile başka eşekler bilir ve anlar. Hem öyle anlar ki, ona göre kendi tutumunu da belirler. Bir eşeğin anırması asla boşuna olmaz ve eşek keyfî olarak nefesini tüketmez. Bir anırtı, bir kükreme, bir kişneme, tıslama, ciyaklama.. daima tabiatta karşılığını bulan bir işleve sahiptir. Ama insana mahsus olan "söz" böylesine yalın değildir. Sözün olduğu yerde, onun bir muhatabı da bulunur ve o söz, nerdeyse muhataplarının adedince farklı anlamalara açık durur. Güneş altında söylenmedik bir şeyin kalmamış olmasına ve yeni bir şeyin bulunmamasına rağmen, nasıl oluyor da insanlar durmadan söylüyorlar? Söylenen yeni olmamasına rağmen, niçin usanmıyorlar? Söylenen yeni değilse, peki nedir? Nedir, insanların söylenenlere yeniden kulak kabartmasının nedeni? Dinlenilen şey daha önce söylenmişse bu tekrar niçin? Demek ki, söyleyen ve söylenen kadar, söyleyenin ve söylenenin karşısında yer alan tarafın da bu rabıtanın kurulmasında elzem olduğunu tebarüz ettiriyoruz. Yunus Emre'nin "Her dem yenileniriz, bizden kim usanası?" biçiminde dile getirdiği fikir, aynı zamanda bu fikrin muhatabı bakımından da anlamlandırılmalıdır. Yeniliğe açık bulunmayan bir muhatapla karşı karşıya bulunma talihsizliğini yaşayan birinin kendini her dem yenilemesinin faydasını görmek zordur. En başta söylediğimiz cümle de, ancak böyle bir muhatap karşısında bir değer taşır. Öyleyse dinleyenin söyleyenden ârif olması gerektiği de teyid edilmiş oluyor. Eğer ortada bir tek hakikat varbulunuyorsa ve ancak ve yalnız durmadan o hakikat tekrarlanıp duruyorsa, ve hem söyleyene, hem dinleyene bu tekrardan bıkkınlık duygusu gelmiyorsa, bir yandan söyleyenin yeni biçimleri denediği sonucuna varmamız mümkün görünürken, bir yandan da dinleyenin yeni algılamalara açık bulunduğunu tesbit etmemiz mümkün görünüyor.
rozdenoren@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|