O resimden geriye kalan

Günlerden bir gündü. Takvimlere bakacak olursak, sıradan bir gün. Bir öncekiyle, bir sonraki arasında yerini almış, kendi halinde; mesela Salı ile Perşembe arasında bir Çarşamba.

Bizim içinse özel bir anlamı vardı. O gün buluşup önemli bir karara varacaktık. Burada biz dediğim, Süleyman Çobanoğlu ile bendeniz.

İşimi halledip gazeteden çıktım, o da 'kanal'dan birkaç saatliğine kaytardı, Beyazıt'ta buluştuk.

Yakın zaman içinde köşe yazılarına başlayacaktı Süleyman. Köşeye bir isim bulmak gerekiyordu. Önce, "Köşenin ismi olsun mu olmasın mı?"dan başladık, "Olsun"a uğradık ve "Ne olsun?"a geldik.

Epeyce dolaştıktan sonra "Güneşin Altı"nda karar kıldık.

Birkaç yıl düzenli olarak yazdı "Güneşin Altı"nda. İki kitap çıktı o yazılardan. Araya askerlik girince, Millî Gazete okuyucuları yazıları göremez oldular. Askerlik sonrası da hemen başlayamadı.

Bu hafta, yeniden okuyucularıyla buluştu Çobanoğlu. İlk yazısı Salı günü çıktı. Diğeri de kısmetse Cuma yayınlanacak.

Eğer o ara sonrası ilk yazıyı kaçırdıysanız, hiç değilse şu kısa alıntıya bir göz atın.

"Filistinli Rami'nin vurulmadan on üç buçuk saniye önceki görüntüsünü hangi ajans hangi dosya numaralı hangi çekmeceye kaldırdı dersiniz?

Hangimizin numarası hangimize göre hafızaya alındı dersiniz?

O çocuğun evleneceği kız, ergen düşündeki yavuklu, kara saçlı anası, ak pürçekli bacısı, delik ciğerli babası imdi hangi yasın koynunda dersiniz?

Bu resimden geriye ne kaldı dersiniz?

Siz bu hergele meydanında atılan nutuklara inanır mısınız?

Yani Rami'nin kanı üstünde birşey yükselecek öyle mi?

Yahu hakikaten, kafası İstanbul olmayan bir gövde kımıldar mı sanırsınız?"

ESKİDEN, HÜKÜMETLER ÜLKE SORUNLARINI ÇÖZERDİ. ŞİMDİ ÜLKE, HÜKÜMETİN SORUNLARINI ÇÖZMEK İÇİN ÇIRPINIYOR.
(Murat Kayacan'a teşekkür)

Kanserli hücrelerle ne işimiz var?

İstanbul Üniversitesi, yeni akademik yıla gergin başladı. Sebep, Turizm Bakanı Erkan Mumcu ile Rektör Alemdaroğlu arasındaki tartışma.

"Büyümek, serpilmek isteyen her sistem, sınırsız özgürlük yaratmalı. Üniversite kürsüsünden düşünce özgürlüğünü kısıtlamayı öneren hiçbir düşünceye katılmam. Türkiye bütün sorunları üniversite kürsüsünden tartışmalı. Üniversite, özgürlükleri kısıtlamamalı. Üniversite, varoluşunu özgürlüklere borçlu. Düşünceyi kısıtlamayı öneren hiçbir düşünceye katılmıyorum" diyen Mumcu'yu herkes alkışladı, rektör alkışlamadı.

Haberi Hürriyet'ten okuyalım. Bakan'ın sözlerini aktarıyor:

"Düşünceyi kısıtlamayı öneren hiçbir düşünceye katılmıyorum. Düşünce gelişip, değişip serpilmeli. Her türlü düşünce dile getirilmeli. Üniversite Atatürk ilke ve inkılaplarına inanmalı ve bunu yaşatmalı. Ancak, abartılı duyarlılık bizi taassuba, bağnazlığa götürür."

Mumcu, 'Ancak herkes cumhuriyeti yaşatmak konusundaki duyarlılığını birbiri ile aynı ifade etmek zorunda değildir. Atatürk ilke ve devrimlerini korumak ve kollamak konusundaki üniversite duyarlılığı, TSK duyarlılığı ile üslüp ve biçim olarak bire bir aynı olamaz. Bu onların onkolojik varlığına aykırıdır' şeklinde konuştu."

Mumcu iyi konuşuyor ama, gazete aynen aktaramıyor. "Üslüp" dedikleri "üslup" olacak, orasını herkes çıkarır da, "onkolojik" ne demek?

Sözlüğe bakalım... Onkoloji: Tümörleri, kanser tümörlerini inceleyen bilim dalı, urbilimi.

Kanserle, tümörle ne ilgisi olabilir? Hiç. Bakan'ın söylediği, "ontolojik". Ona da göz atarsak...
Ontoloji: Varlık bilgisi;
ontolojik: Varlık bilgisi ile ilgili, varlık bilgisine müteallik.

---

---

« Geri Dön