YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

 

 

Önemli bir soru

Hürriyet yönetmeninin erkencilerden olduğunu biliyorum; bazen sabahın köründe çalar telefonum ve Ertuğrul Özkök o günkü yazıma ilişkin görüşlerini aktarır. Önceki gün de mesaisine erken başlamış ve sabah 7.30'da, güzel bir Chopin eşliğinde kahvesini içerken, Cumhuriyet'in dokuzuncu sayfasında küçük bir habere rastlamış... Yufka yürekli, rikkatli bir insan olduğu için de müthiş etkilenmiş...

Ahmet Taner Kışlalı'nın ölüm yıldönümünde, bir gencin, "Neden Gülay Göktürk ve Nazlı Ilıcak gibiler değil de Mustafa Kemal'in adının silinmesine izin vermeyenler yok edildi?" diye sorduğunu yazıyormuş Cumhuriyet... Hürriyet yönetmenini, "Ne siz ölün, ne de onlar" haykırışına götüren o gencin itirazı olmuş işte...

Ben aslında 'o kafa'yı iyi tanıyorum. Uğur Mumcu'nun hâince katlinden sonra yüzbinler sokaklara döküldüğünde, renksiz bir gazetede, sanki masum bir değinmeymiş gibi, cenaze töreninde gözlerin beni aradığı yazılmıştı. İntikamcı bir kafadır o kafa... İyi huylu Hürriyet yönetmenine bile, "Ben diyorum ki, bu ülkede demokrasinin en büyük engeli ne 312, ne de düşünceyi, örgütlenmeyi engelleyen kanunlardır. Ne türban, ne başka bir şey. Demokrasiye musallat olan asıl habis ur, işte o küçücük cümledir. 'Neden onlarınki değil de bizimki...' Öyleyse gelin hep birlikte o ikisini de öldürelim ve bu cinayet denklemini eşitleyip, ruhumuzu sükûna kavuşturalım." dedirtmesine hiç şaşmadım...

Bütün bir pazar yazısını konuya ayıran Özkök'ü, "Nihayet meselenin bam telini yakalama fırsatı buldu; hah, belki de şimdi okurlarını Türkiye gerçekleri konusunda aydınlatacak" umuduyla dikkatlice okudum. Benim için ne büyük hayal kırıklığı! Oysa, bu yazısında, "1991'den buyana siyasi şiddetin elinde hayatını kaybedenler neden hep aynı çizginin insanları?" sorusuna da, hani şöyle geçerken, cevap teşkil edebilecek bir kaç satır çiziktirebilirdi. Soruyu yazı konusu yapmış da cevaplamaya değer bulmamış...

Oysa, son kırkı yılını terör olaylarına muhatap olarak geçirmiş bir ülkenin aydınlarının her vesileyle sormaları gereken bir sorudur "1990 sonrası neden hep aynı çizgi?" sorusu... Çünkü, 1971 ve 1980 öncesi şiddet dalgaları iki taraflı yükseliyor, solu da sağı da ihmal etmiyordu. Soldan Bedri Karafakioğlu veya Bedrettin Cömert ölüyorsa, sağdan da Kemal Fedai Coşkuner veya Sedat Yenigün hedef oluyordu... Ancak, 1990 sonrası gelen terör dalgası, son on yıl içerisinde, hep tek taraflı can aldı; Muammer Aksoy'dan Ahmet Taner Kışlalı'ya uzanan terör kurbanlarının çizgileri belli: 'Lâik kesim'in simge isimleriydi hepsi de...

Kışlalı'nın ölüm yıldönümünde, "Neden bunlar değil de onlar?" biçiminde sorulan soruda, "Keşke ötekiler ölseydi" anlamı yatıyor mu, yoksa bir yufka yürek, o gencin sözlerinden bu anlamı kendisi mi çıkardı, bilemem; ancak ben 'intikamcı' duygulardan arındırınca, çok meşru ve olağanüstü yerinde bir soru olarak görüyorum onu.

Gerçekten de, 1990 sonrası siyasi cinayetlerini işleyenler, ayırım gözeterek, hep tek taraflı davrandılar. Hedefler lâik kesimden seçildi; bir cephenin en önünde yer alan ünlü kişiler öldürüldü... Kendi hesabıma ben, daha 1990 Ocak ayında Prof. Aksoy cinayeti işlendiğinde bu soruyu sormaya ve cevabını vermeye başladım; Prof. Kışlalı suikastıyla da aynı soru ve benzer cevabı kimbilir kaçıncı kez tekrarladım...

Türkiye 28 Şubat sürecine kendiliğinden ve kolayca gelmedi. Sürece 'post-modern darbe' teşhisi koyanlar (aralarında ben de varım), 28 Şubat'ı daha önceki üç müdahaleye benzetiyorlar. Her üç müdahale de, bize görünen yüzlerinde şiddetle beslenmişlerdi. 27 Mayıs 'gençliğin eseri' olmak üzere planlanmıştı; üniversiteliler sokaklara döküldüler ve içlerinden bazısı bu yüzden hayatını kaybetti... 12 Mart ve 12 Eylül ise tam anlamıyla birer kan gölü sonrasında gerçekleştirildi; solda ve sağda vuruşanlar, darbeler ertesinde, kendilerinin kimbilir hangi kaygılarla girdikleri kavganın darbe gerekçesi olduğunu görüp uyandılar...

O günler, "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" günleriydi; ya da "Tetik çeken elle tespih çeken el bir midir?" diye soruyordu bazı sorumlular... Ancak, 12 Eylül oldu, cezaevlerine, 'solcular' ile birlikte 'sağcı' denilenler de, 'eli tespih tutanlar' da dâvet edildi. "Darbenin amacına uygun geniş çaplı bir tasfiyenin gerçekleşebilmesi için, 12 Eylül öncesinde, sağdan da soldan da ses getirecek hedeflerin yok edilmesi gerekiyordu" desem çok yanlış bir tespitte bulunmuş olmam herhalde...

28 Şubat'ın ise tek bir hedefi olduğunu biliyoruz; 28 Şubat öncesi şartların da o hedefi iyice belirgin hale getirecek eylemlere ihtiyacı bulunduğunu akıl yürütme yoluyla bulabiliriz. "Müslüman cinayet işlemez" görüşünde olanları bile yeniden düşünmeye sevk edecek kadar etraflıca planlanmış eylemlere... Hizbullah'tan adını hemen aklıma getiremediğim bir dizi sümmettedârik örgüte atfedilen eylemlerin tek hedefi olması şarttı o günlerde...

1990 başında Prof. Aksoy'un 1999 sonunda Prof. Kışlalı'nın canını alanlar kimler ve hangi örgütler olursa olsun, aslında tetiği çektiren, cinayetleri azmettireni tahmin etmemiz o kadar güç değil...

Ertuğrul Özkök kendisine çok kızmış ama, bu gerçeği hepimize hatırlama fırsatı verdiği için, "Neden hep bizden?" diyen o gence ben teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum...


31 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Taha KIVANÇ

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...