YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Sabetaycılık

Kanal 7'nin 20 Eylül tarihli ana haber bülteninde (saat 20.00) Ahmet Hakan Coşkun, Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi ile Sabetaycılık konusunu konuşuyordu. Ahmet Hakan, Nükhet İpekçi'ye, Şevket Eygi'nin kitabındaki iddialardan hareketle Sabetaycı olup olmadıklarını sormuştu. Sonra 22 Eylül tarihli İskele Sancak'ta konu, Şevket Eygi, Nükhet İpekçi, Dilipak, Ilgaz Zorlu, Hatemiler'in katılımıyla tartışıldı. Nükhet İpekçi her iki programda özetle şunları söylüyordu:

-Sabetay Sevi soyundan geliyoruz, ama Sabetaycı değilim. Hiçbir zaman kendimi böyle hissetmedim. Kendimi, pratiğe ilişkin görevleri yapıyor olmamama rağmen, Müslüman olarak bildim. Sabetaycılığı ise, bize yönelik bu tür iddialar yöneltilmeye başlayınca incelemeye başladım.

"Dönmelik" "Selânik kökenlilik" vs. diye de nitelenen "Sabetaycılık" bir ara daha çok tartışılırdı. İslâmî muhitlerde Sabetaycılık'la suçlanan insanlar derin kuşkuların hedefi olurdu. Sonra konu biraz uyudu.

Son zamanlarda, kendisini de Sabetaycı olarak niteleyen Ilgaz Zorlu'nun faaliyetiyle yeniden gündeme geldi. Zorlu'nun mücadelesi, Yahudilik'ten döndükleri için Yahudi kabul edilmeyen Sabetaycılar'ın İsrail tarafından Yahudi olarak kabul edilmesine yönelik idi. Ona göre Sabetaycılar, gizlice 'Yahudilik'lerini devam ettiriyorlardı ve öyleyse, İsrail'in onları Yahudi olarak kabul etmemesi doğru değildi. Ilgaz Zorlu, bu süreçte, Yahudiliğinin nüfus cüzdanına işlenmesi için mahkemeye bile başvurmuştu.

Ilgaz Zorlu'nun çizgisi, bir yerde Şevket Eygi'nin "Sabetaycılar'ın Müslümanlıkları'nın gerçek olmadığı, Yahudiliğin gizlice devam ettirildiği, yani takıyye yapıldığı" söylemini tasdik ediyordu.

Doğrusu ben, Ilgaz Zorlu'nun çizgisini başından beri yadırgamıştım. Çünkü bu çizginin, "Dönme-Sabetaycı-Selânikli" diye suçlanan ve öteden beri bu niteliklerinin ifşa edilmesini arzu etmeyen kesimleri rahatsız edeceğini düşünüyordum. Belki de bu niteliklerinin ifşası, onların, Türkiye'nin ekonomik, siyasi, kültür-medya hayatında ne kadar etkin olduklarını ortaya koyacak, bu da küçük bir grubun bu kadar etkin olmasının tepki çekmesine sebep teşkil edecekti. Ama Ilgaz Zorlu, bu konuyu deşmeye devam etti. Şevket Eygi'nin kitabını da o yayınladı.

Nükhet İpekçi'yi dinlerken, iki husus dikkatimi çekti:

1. "Ailemin bir Yahudi mesih olan Sabetay soyundan geldiğini biliyorum, ancak Sabetaycı değilim", dedi.

Doğrusu bunun ne anlama geldiği, daha çok açıklamaya ihtiyaç hissettirmektedir. Buradan anladığımıza göre, İpekçi ailesi, köken ve kan bağı olarak Sabetay Sevi soyundan gelmektedir. Ama Nükhet İpekçi, "Sabetaycı" olarak nitelenen ve "Müslüman görünüp gizli Musevi olan insanlar"dan değildir. Bu doğru mudur? Yani İpekçiler, gerçekten Sabetay Sevi'ye kan bağı ile bağlı mıdırlar yoksa Sabeyat Sevi soyundan olmak da, "manevi bir bağ"dan mı ibarettir? Bunu, sadece bilgi çerçevesinde bir soru olarak ortaya koyuyorum. Tabiî, Sabetay Sevi'ye kan bağı ile bağlı olmakla, manevi bir bağla bağlı olmak arasında farklar oluşacağı da açıktır.

2. İkinci konu, Nükhet İpekçi'nin kendisini Müslüman olarak bildiği, tanımladığı, ama "Sabetaycı şeklindeki iddiaların-suçlamaların kendisini bu yönde bir ilginin içine sürüklediği görüşü...

Doğrusu, bu da öteden beri beni tedirgin eden bir husustur. Yani "Dönme" de olsa, bir insan kendisini Müslüman olarak niteliyorsa, onun Müslümanlığı'ndan şüphe etmemiz, hele bu şüphemizi seslendirip yaygınlaştırmamız İslâm açısından doğru mudur? Artı, böyle bir şüphenin ızharı, söz konusu kişide, bir zaaf eseri de olsa, eski kimliğine dair bir iz-öz oluşmasına zemin hazırlamaz mı?

Nükhet İpekçi'nin sözleri, bu endişenin haklılığını gösteriyor. "Ben, diyor İpekçi, bu iddialardan sonra Sabetaycılığın ne demek olduğunu araştırıyorum." Bu araştırmanın nasıl sonuçlanacağı, artı, bunun Sayın İpekçi'nin kişiliğinde nasıl etkiler bırakacağı merak uyandırıcı bir husus olarak duruyor.

İslâm'ı sonradan benimsemiş kişilere karşı genellemeci-dışlayıcı tavırların İslâm'ın ihtida anlayışı bakımından son derece yanlış olduğu bellidir. Çünkü İslâm, hangi din veya ırktan olursa olsun hidayetlere açık bir dindir. Çünkü mesajı evrenseldir. İslâm'ın, Arap milleti dışında bunca geniş bir ırk camiasına yayılması da bunun sonucudur. Bir Müslüman'ın, ötekinin Müslümanlığı'na karşı sürekli şüphe ile bakması, ona hak olarak tanınmamıştır. Her insanın "Ben Müslümanım" sözü öncelikle kabul edilmeli, açık günahlar ve inkârlar, somut durumlarda ancak değerlendirmeye konu olmalıdır.

Bir topluluğun özel bir kast oluşturma ve ülke yönetiminde etkinlik kazanma yönündeki hareketleri ise, ki Sabetaycılık'la ilgili böyle bir iddia vardır, o, inanç ilişkilerinden önce, ülke yönetimi açısından değerlendirilmelidir. Ayrıca Şevket Eygi'nin ısrarla vurguladığı, bir Sabetaycı olduğunu bizzat ifade eden Ilgaz Zorlu'nun da desteklediği, "Sabetaycılar'ın Türkiye'de İslâm karşıtlığını başını çektiği" yolundaki iddia, doğruluk testi mutlaka yapılması gereken bir husustur.

Sabetaycılık, gerçekten derin akan bir oluşum mudur, yoksa burada da ülkemizin her farklı kesiminde bir biçimiyle yaşayan paranoyaların bir örneği mi vardır, bu, belki de konuyla ilgili kişilerin daha çok konuşmasıyla ortaya çıkacaktır...

Ilgaz Zorlu, şaşırtıcı ve Sabetaycılığı'ndan kuşkulanan muhitleri tedirgin edecek biçimde bu alandaki kapalı ortamı sorgulamakla...

Nükhet İpekçi, bu alanda ailesine yönelik süregelen el altı iddiaları açık yüreklilikle ve yaşadığı psikolojik süreci ortaya koyarak cevaplamakla önemli hizmetlerde bulunmuştur.

İslâm'dan yola çıkan insanların bu alana ithamkâr-dışlayıcı bir üslupla yaklaşması, bir tek samimi insanın bile gönlünü incitir kaygısıyla söylüyorum, sağlıklı değildir.

Hayatın belirli alanlarında (ekonomi-iç-dış siyaset-medya) özel bir nüfuz politikası ile etkinlik kazanmış Sebataycı bir çizgi varsa, hele bu çizgi, diyelim ülkenin en sancılı konularından birisi olan "İslâm'a karşı düşmanlık" politikasının mimarı-uygulayacısı ise ayrı bir kriminolojik vakıa var demektir. "Nüfuz casusluğu, devleti ele geçirme, devlete sızma" gibi odaklanmaların çok aktüel tartışmalara konu olduğu ülkemizde böyle bir kriminolojik vakıayı ihmal etmek mümkün olmamalıdır. Ülkeyi tepeden tırnağa fişleme eğiliminde olan bir 28 Şubat süreci, çok daha kökdendinci gelenekleri olan bir eğilimi görmezden gelebilir mi?


26 EYLÜL 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...