![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Bitmeyen problem: Örtünme27 Mayıs ihtilalinde bir çok hukuksuzluğa imza atanlar sonradan kendilerini şöyle savunmuşlardı: "İcraatlarımızda herhangi bir hukuksuzluk varsa, sorumlusu biz değiliz. Biz ancak üniversite hocalarının icazet verdiklerini yaptık." Bu savunma şüphesiz onları hukuki ve manevi sorumluluktan kurtarmadı. Ancak bir çok şöhretli üniversite hocasının o dönemdeki hukuksuzluklara fetvalarıyla katkıda bulundukları da bir gerçekti. 28 Şubat sürecinde din ve vicdan hürriyetini ihlal eden uygulamaların sahiplerinin de ilerde kendilerini şöyle savunacaklarından emin olabilirsiniz: "İcraatlarımızda din ve vicdan hürriyetini ihlal eden noktalar varsa, sorumlusu biz değiliz. İlahiyat Fakültesi hocalarına sorduk, başörtüsünün dini asıllarından olmadığını, hatta dinde böyle bir emir bulunmadığını, bize onlar söylediler. Biz de siyasi emellerle bu konunun istismar edildiğini düşündük ve başörtüsünü yasakladık. Onlar bize örtünmenin dinin bir emri olduğunu söyleselerdi, tasvip etmesek bile din ve vicdan hürriyeti adına sesimizi çıkarmazdık. Bir İlahiyat hocasının dini bir meselede keyfi bir yorum yapacağını nereden bilebilirdik?" Evet bu bir kehanet değil. Çok uzak olmayan bir gelecekte bugün din ve vicdan hürriyetine getirilen utanç verici sınırlamanın sahiplerinin sorumluluğu bazı İlahiyat hocalarına yıkacaklarını göreceksiniz. Böyle bir gerekçe hukuksuzluğun asli faillerini sorumluluktan elbette kurtarmayacak; ancak bu uygulamaya uygun dini-hukuki gerekçeler hazırlayanları da fer'i fail olarak manevi sorumluluk altına sokacaktır. Bir İlahiyat hocasının samimi olarak dinde örtünmenin gerekli olmadığı tarzında bir görüşe sahip olmasını ben şahsen anlayışla karşılarım. Elbette bir ilahiyatçı böyle düşünebilir ve bu görüşüne uygun bir hayat çizgisi izleyebilir. Ancak Müslümanlıkta "Papalık" benzeri resmi bir kurum mevcut olmadığına göre bu görüş, sadece sahibini bağlar. Bu noktada önemli olan din alimleri tarafından genel kabul gören görüşün ne olduğudur. Bu sebeple ilmi ve fikri namusu olan bir İlahiyatçının özellikle böyle bir dönemde yapması gereken, "Benim kanaatim bu yönde olmakla birlikte İslam alimlerinin büyük çoğunluğu böyle bir gerekliliğin bulunduğu görüşündedirler." demesidir. İlahiyatçılığıyla övünen Muğla Üniversitesi rektörü böyle yapmıyor. Önce başörtüsü için "bir metrelik bez parçası" diyerek küçük düşürücü bir ifade kullanıyor. Sonra da sanki başörtüsünü inanç esasları arasında sayan varmış gibi "sonuçta inanç esasları arasında olmadığı belli olan bir metrelik bez parçasını dinin sembolü haline sokmak aslında inanıldığı söylenen dine yani İslam'a ihanettir." diyerek üniversitelerde uygulanan yasağa dini bir meşruiyet kılıfı hazırlıyor ve bunu öyle bir eda ile söylüyor ki konunun yabancısı olan bir kimse, bu sözlerden rahatlıkla örtünmenin gerekli olduğunu söyleyenlerin konuyu istismar ettikleri anlamını çıkarabilir. Tek kelimeyle ayıp! Ben inanıyorum ki bu İlahiyat hocasının yerine bir müsteşrik konuşsaydı yanlış anlamaları önlemek için bu ayırımı yapar, kendi kanaatini dinin adeta ittifakla kabul edilen bir esasıymış gibi sunmazdı. Kaldı ki bir an için dindeki doğru görüşün bu olduğunu varsaysak bile bu, diğer görüş sahiplerini aşağılamak hakkını kimseye vermez. Dinde böyle düşünenler de varmış denerek başlarını örtmek isteyenlerin eğitim haklarını kısıtlama hakkını hiç vermez. Çünkü -bize öğretilenler doğruysa- laiklik sadece muhtelif dinler karşısında tarafsızlığı değil, bir dindeki farklı yorumlar karşısında da tarafsızlığı gerektirir. Dolayısıyla laik devlet dini inançlarının gerektirdiğine inandıkları için başlarını örtenlere saygı göstermek zorundadır, bazı ilahıyatçılar bundan hoşlanmasalar da...
makifaydin@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|