![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Zarif bir insanın hasretiyle...Rahmetli Cahit Ağabey, güçlü bir şairdi; "Türk şiiri"nin doruklarından biriydi. Güçlü bir "Türk şiiri"nin varlığından sözetmek ne kadar mümkün, bilmiyorum; o yüzden "Türk şiiri"ni paranteze alarak konuşuyorum ve diyorum ki, "Türk şiiri" olarak adlandırılan şeye sığmayan; ayrıksı, nev-i şahsına münhasır, na-mütenahi bir şair/di. Mevcut, kalıplaşmış hiçbir akıma sığmayacak kadar kendine özgü bir duyarlığı, dili, ifade gücü, imaginasyon dünyası olan bir şair/di. Hep Rilke'yle anılmaya ve anlamlandırılmaya çalışılırdı; ama bu, kanımca, Rilke'ye de, Zarifoğlu'na da haksızlık etmekten başka bir anlam ifade etmiyordu. Rilke'yi sevdiğini biliyorum; ama Rilke'yi "okumadığı"nı; özellikle "okumamak için" çaba gösterdiğini de. Evet, ismiyle müsemma, zarif bir insandı. Ama gerek sanatçı, gerekse insan Zarifoğlu'nu en iyi özetleyen özelliği, şaşırtıcı olmasıydı. Şaşırtıcı; yani heyecanlı, coşkulu, kıpır kıpır, kabına sığmayan cins bir adam... Şairliği, sanatçılığı kadar; hayatı, hayata bakışı, hayatı yaşayış biçimi de biricikti; şaşırtıcıydı; etkileyiciydi. İşte o yüzden, 1985 yılında Güzel Sanatlar'ın üçüncü sınıfında öğrenciyken Şükrü Karatepe'nin itkisi ve desteğiyle bir dergi çıkarmaya karar verdiğimizde, derginin ilk röportajını Cahit Ağabey'le yapmayı kararlaştırmış; ve ta İzmir'den kalkıp İstanbul'a Cahit Ağabey'le röportaj yapmaya gelmiştim. İzmir'de Güzel Sanatlar'da okurken yaz tatillerinde İstanbul'a gelir, Ajans 1400'te Ahmet Bayazıt, Şenol Demiröz ve Tuncay Ağabey'lerle çalışır; film çekimlerine katılırdım. Cahit Ağabey'le orada tanıştım. Erdem Bayazıt ve Nazif Gürdoğan Ağabeyler ve daha pek çok kişiyle... Cahit Ağabey, İstanbul Radyosu'nda çalışıyordu. Radyo'dan çıkınca Ajans'a geliyor; huşu ile ikindi namazını kılıyor ve masasının başına geçerek çalışmaya başlıyordu. Ahmet Bayazıt Ağabey, bana bir masa vermişti; Cahit Ağabey'in masasının hemen yanıbaşına yerleştirmişti masayı. Cahit Ağabey'le dostluğumuz işte bundan sonra derinleşti. Ben, -her sinema öğrencisi gibi- Türk sinemasını küçümsüyordum. Türkiye'de sinema yapmanın; esaslı, sinema diline, estetiğine katkıda bulunacak dünya çapında sinema yapmanın ne denli zor olduğunu çoktan keşfetmiş ve kendimi teoriye, dolayısıyla okumaya vermiştim: Sadece sinemanın teorisi ile ilgilenmenin yanlışlığını kavramıştım; sanat, kültür ve düşünce dünyasına ilişkin doyurucu bir teorik donanıma sahip olmak için harıl harıl okuyordum. Yabancı dilim de vardı: Hafta sonları sahafların ilk "konuk"larından biri ben oluyordum o yüzden. Cahit Ağabey, çok ilginç metinler getirirdi bana. "Boşver Türk sinemasını; bu çorak ülkede, bu çorak iklimde yapabileceklerin çok sınırlı" derdi; "sen oku; okumaya devam et ve bir yolunu bulup Avrupa'ya git!" Beni "mutlaka dışarı gitmelisin" diye kışkırtan ve ateşleyen ilk kişiydi Cahit Ağabey. Dergi'nin röportajı için bir yerde buluştuk ve başladık konuşmaya. Dergi çıkarmak üzere olduğumuzu; kendisiyle röportaj yapmak için buluştuğumuzu önceden söylememiştim. Sürpriz yapmak istiyordum: Farklı; son derece doğal ve sürprizlerle dolu bir konuşma olsun istiyordum. Aradan yaklaşık bir saat kadar geçmişti ki, "Ağabey, ben sizinle röportaj yapmaya geldim" dedim. Ama o zamana kadar kafamdaki pek çok soruyu çoktan sormuş ve cevabını almıştım. Cahit Ağabey, "Hadi, öyleyse; ne duruyorsun, konuşmamıza başlayalım" demeye kalmadan, "çoktan başladık zaten; neredeyse konuaşmamız bitmek üzere" deyince, oturduğu yerden fırladı ve "harika!" dedi, "çok güzel; hadi devam edelim, bıraktığımız yerden, bıraktığımız şekilde." "Bıraktığımız yerden, bıraktığımız şekilde" devam ettik konuşmamıza: Tabii ki, röportajın dili ve doğası üzerine konuşarak. Yazmak ve yaşamak: Zarifoğlu'nu özetleyen iki başat varoluş alanı... Hem iyi yazar; hem de iyi yaşardı: "Doyasıya": O yüzden yazarken de, yaşarken de "perfectionist"ti (mükemmeliyetçi). Perfectionist'ti; ama kimseyi kırmazdı: Sanırım coşkusu, heyecanı, kıpır kıpırlığı, kabına sığmazlığı, deruni ilgileri ve hayatı insanları kırmasına izin vermezdi. Dostluğun ne demek olduğunu; sınırlarını ve boyutlarını Cahit Ağabey "öğretti" bana: İçtenlik, dürüstlük, şahsiyet, zarafet, aşk, coşku, heyecan ve yaşamak. Şiiri "ilham" şiiri değildi; ama hayatı gerçekten ilham doluydu; derinden etkiliyor ve "ortak bir yer"e ulaşıldığında ise fena halde "sarsıyor"du insanı: Akşamları Ajans'tan bazen birlikte çıkardık. Bir gün, Ajans'tan çıkınca koluma girmiş; elimi, beş parmağımı sıkıca kavramış; ufuklara bakarak bir şeyler anlatmaya başlamıştı bana: Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyordu... Yaklaşık 20 dakika böylece yürüdük: Ellerim, kan-ter içinde kalmış; bedenimi çok acayip bir elektriklenme sarıp sarmalamıştı. Ayrılırken gözlerimin içine baktı bir süre öylece... Ve vedalaştık. Vedalaştık ama ben birkaç gün kendime gelemedim. Evet, Cahit Ağabey, hasretle anılacak; özlem duyulacak; insanı derinden, kalbinden, ruhundan vuran; sarsıcı, şaşırtıcı, cins bir adamdı: Tıpkı şiiri gibi. "Yaşamak"ın tüm edebiyat türlerinin sınırlarını zorlaması, hiçbir kalıba girmemesi ve her okunduğunda insanı kanatlandırması burada gizli olsa gerek. Cahit Ağabeyi, hasretle ve rahmetle anıyorum. Ama içimde bir sıkıntı var: Cahit Ağabey'i hakkıyla, hakettiği şekilde anamıyor, yaşatamıyoruz. Genç kuşaklara, sanatını, hayatını, kişiliğini hiç mi hiç anlatamıyoruz: Nerede Cahit Zarifoğlu Şiir Ödülleri; nerede Zarifoğlu enstitüleri? Evet, nerede? Bu kadar vefasız mıyız? Cahit Ağabey, bu vefasızlığı hakedecek bir insan mıydı, söyler misiniz bana!
ykaplan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|