![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Avrupa'nın yolları taştan, sen çıkardın beni baştan (1)Bir yandan dünya tarihinin şekillenmesinde birinci derecede rol oynayan bir "aktör" rolü üstlenmiş ama öte yandansa tarih bilinci bizimkisi kadar örselenmiş başka bir toplum yok dünyada. Tarihe bakışımız, hâlâ hiçbir açıklama gücü olmayan ideolojik saplantılara, dogmalara dayandığı, dolayısıyla çocuksu, masalsı ve naif bir psikolojinin ürünü olan iyiler ve kötüler karşıtlığını esas aldığı için, tarih bizim için adeta "yük" olmaktan başka bir işlev görmüyor. Tarih, bir yük haline geldiği zamansa, tarihle yüzleşebilme, hesaplaşabilme, kısacası tarihi anlamlandırabilme imkanımız kaçınılmaz olarak zorlaşıyor. Tarihi anlamlandırmamız ne kadar zorlaşıyorsa, bugünü de asgari düzeyde bile olsa insanca bir şekilde yaşayabilmemiz o oranda güçleşiyor; bu yüzden de bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlar sürgit içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Gerek aydınlar ve elitler olarak, gerekse toplum olarak, tarihin her zaman şu ya da bu şekilde de olsa "bizimle" birlikte olduğu gerçeğini gözardı etmeyi yeğliyoruz. Oysa biz ne denli gözardı etmeye çalışırsak çalışalım, tarih, her zaman bizimledir. Tarih, sanıldığının aksine olmuş bitmiş olaylar yığını; gelmiş geçmiş iyiler ve kötüler resmi geçidi değildir. Biz tarihe olmuş bitmiş olaylar yığını; gelmiş geçmiş iyiler ve kötüler resmi geçidi olarak baktığımız için, tarihte tatile çıkmış durumdayız; ama bu yakıcı gerçeği kavrayabilecek, farkedebilecek bir zihin yapısına, zihinsel donanıma sahip değiliz hâlâ. Tarih, hafıza demektir; iyi-kötü pekçok şeyi barındıran bir deneyimler, söylemler, söylemsel pratikler toplamıdır. Tarih, bir toplumun bu dünyada gerçekleştirdiği yolculuğun "canlı tanığı" ve "ayna"sıdır: Toplumların bugün neyi nasıl yaptıklarının, neden öyle yaptıklarının; "yenilgi"lerinin ve "zaferleri"nin ipuçlarını saklayan, bir toplumun ne tür olaylar karşısında ne tür tavırlar geliştirdiğini "açıklayan" veya "gösteren"; dolayısıyla bugün hangi durumlarda nasıl davrandığını ve neden öyle davrandığını anlamamızı sağlayan anlam haritalarının, zihin kalıplarının, toplumsal psişenin, kollektif bilinçaltının ipuçlarını gösteren ve gelecekte nereye doğru ve nasıl yürüyebileceğini gösteren bir yol, yordam, yöntem, ahlak ve istikamet haritasıdır. Tarih, bir toplumun ruhunun, yapıtaşlarının koordinatlarını; imkanlarının ve zaaflarının boyutlarını ele verir. Tüm bu "zor" satırları neden yazıyorum? Şundan: Türkiye, içerde ve dışarda "tarihî" diyebileceğimiz bir dizi hayati sorunla boğuşuyor: İçerde, Susurluk'un ikinci raundu olarak adlandırabileceğimiz bir "bankalar" ve "andıç" operasyonu yaşıyor; dışarda ise Avrupa Birliği ile ilişkilerde yepyeni bir sürecin habercisi olan bir "dönüm noktası" operasyonunu nasıl yapabileceğini veya nasıl yapamayabileceğini "konuşuyor". "Konuşuyor" sözcüğünü paranteze aldım; çünkü bu iki temel konuda konuşanlara ve konuşulanlara; konuşmayanlara ve konuşulmayanlara bakılınca Türkiye'nin tarihî bir dönemeçten geçmesine rağmen pek de konuşmasını; daha doğrusu neyi, nasıl konuşması gerektiğini bilemediğini görüyoruz. Bu iki "tarihî" konuda konuşanların kahir ekseriyeti, Türkiye'de çok yönlü bir temizlik operasyonu yapıldığını düşünüyor ve bankalar operasyonu, "andıçlama" işleri ve AB ile girilen yeni sürecin birbirleriyle ilintili "adımlar" olduğunu söylüyor. Bu adımların birbirleriyle ilintili adımlar olduğu görüşüne ben de katılıyorum. Ancak sorun burada bitmiyor; buradan sonra başlıyor. Atlanan nokta burası işte. Yapılmak istenen şey şu: Türkiye'nin AB üyeliğinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak. Burada sorulmayan soruysa şu: İyi de hangi Türkiye'nin? Elbette ki, Batı yörüngesinden kopmayacak; Batılılar'ın Türkiye üzerinden gerçekleştirmek için tasarladıkları projeleri uygulayacak Türkiye'nin... İşte tam bu noktada AB ile ABD'nin tasarladıkları Türkiye görüşü örtüşüyor. Türkiye'nin AB üyesi olmasını engelleyen iki faktör var: Birincisi, Batı standartlarına göre, son derece çirkin ve ilkel bir görünüm arzeden anti-demokratik siyasi, ekonomik yapısı, yani sistemi. Bu, arızi ve dolayısıyla kısa ve orta vadeli bir engel. Bu engel aşılabilir ve aşılacak da. İkinci engelse, müslümanlığın anlam haritalarıyla yoğrulan Türkiye'nin 'kendi'si, kendi tarihsel, kültürel yani asli dinamikleri. Bu ise asli ve uzun vadeli bir projeyle aşılacak bir engel. ABD'nin de AB'nin asıl başarılmasını istedikleri ve "bekledikleri" engel bu. Bunun için Müslümanlığın sekülerleştirilerek, salt bireysel alana hapsedilerek, bir daha bu ülkede asla siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarını tanımlayabilecek bir dinamizme ulaşmasının tüm mümkün yollarının tıkanması gibi bir proje uygulanıyor. İlk projeyi anlıyor ve yürekten destekliyoruz da; ikinci projenin varlığını bile hissedemiyoruz. Neden? Bunun nedeni yazının başlığında gizli... Ama ben yine de "tercüme" edeyim: Bu ülkede tarih bilinci tarümar olmuş durumda. O yüzden biz, yaşadığımız olayların, köklü tarihi nedenleri ve temelleri olduğunu görmekte zorlanıyoruz. Nasıl baştan çıkarıldığımızı, ama son operasyonların beklenenin, tasarlananın aksine bizi nasıl silbaştan "baş"a döndüreceğini, yani Avrupa'yla yüzleşiyor olmamızın nasıl bizi kendimizle ve tarihle yüzleştireceğini, dolayısıyla tarihin bir noktasında kopan filmin nihayet yeniden "sahneye konulacağını" Çarşamba günkü yazıda tartışalım.
ykaplan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|