![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Haksızlıklar yasalaşırkenÜniversiteden atılan başörtülü kızların lehinde karar verdikten sonra bu kişilerden şüphe duyulmuştu; başörtüsü takmanın, disiplin cezası verilmesini gerektiren bir olay olmadığı yolundaki kararları, onların, mürtecilerle eylem birliği içinde bulunduğunun kanıtı sayılmıştı. Elbette, eşlerinin kapalı olması, cuma ve teravih namazı kılmaları ilâve suç unsurlarıydı. Bunlara, bir de, bazı iftiralar eklenmişti. Meselâ, Hasan Önal'ın, bir sohbet sırasında, depremi kastederek "Bu, laik ahlâksızlara Allah'ın bir cezası" dediği ileri sürülüyordu. Müfettiş raporu
Müfettiş raporundan bazı ilgi çekici cümleleri, -memur infaz kararnamesinin nelere yol açacağını göstermesi açısından- sütunuma alıyorum: "... Şahsî duygu ve değer yargılarına kapılarak görevinizi doğru ve tarafsız yapamayacağınız kanısını uyandırdığınız, bu cümleden olarak, 19 Mayıs Üniversitesi'nin çeşitli fakülte ve yüksek okullarında, türban taktıkları gerekçesiyle disiplin cezası ile cezalandırılan, ya da bu nedenle okula alınmayan öğrenciler tarafından, Samsun İdare Mahkemesi'ne açılan davalarda, Anayasa ve Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nca konuya ilişkin olarak verilmiş bulunan kararları gözardı ederek, dünya görüşünüze ve hayat tarzınıza uygun düşüncelerle yürütmenin durdurulması ve iptâl kararları verdiğiniz... sosyal ve özel yaşantınız ve eşinizin kapalı ve başörtülü giyim tarzı itibariyle, yarattığınız imaj nedeniyle, çevrede, dünya görüşünüzü kararınıza yansıttığınız yolunda bir intiba oluşmasına sebebiyet verdiğiniz anlaşılmıştır." Cadı avı
Dünkü gazeteler, içlerinde Samsun İdare Mahkemesi Hâkimi Hasan Önal'ın da bulunduğu toplam 7 hâkimin isimlerinin (diğerleri: Sıtkı Keleş, Fatih Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Cafer Ergin, Nermin Kurt) memuriyetten ihraç talebiyle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na verildiği haberini yayınladı. Geçenlerde, Plan Bütçe Komisyonu'nda, FP milletvekili Ramazan Toprak, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'e bir soru yöneltti: "Memur kıyımı kararnamesi Köşk'e sunulduğunda, cadı avından söz etmiştiniz. Şimdi, sürek avına çıkmaya hazırlanan cadılara karşı ne gibi bir tedbir düşünüyorsunuz?" Gerçekten de sürek avı başlamak üzere. Kimin iradesi?
Milletin iradesini yansıtmayan ve MGK'nin 28 Şubat'ta aldığı kararlar çerçevesinde, askerler tarafından dayatılan düzenlemeler, toplum vicdanını da yaralıyor. Mücadelenin her safhasında, sivil iradenin daima "egemen" iradeye yenik düşmesi, hem Parlamento'ya, hem demokrasiye olan saygı ve güveni sarsıyor. "Haksızlığı yasalaştıran", "keyfi buyrukları yasa adı altında topluma dayatan" memur kıyım kanunu, yargı bağımsızlığına da büyük darbe vuracaktır. Hâkim teminatı
Bir İdare Mahkemesi'nin kararları, hatalıysa, bunun denetim yeri Danıştay'dır. Danıştay, gerekli görürse kararı bozar. Halbuki, Samsun İdare Mahkemesi hâkimlerinin kararları, Danıştay'dan önce, müfettiş raporlarının denetimine tâbi kılınmıştır. Bu raporlara dayanarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, söz konusu kişilerin meslekten ihracına karar verirse, ortada hâkim teminatı kalmayacaktır. Üstelik, 7 kişiden oluşan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, iki üyesi, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı müsteşarıdır. Demek siyasetin bu Kurul üzerinde belirli bir ağırlığı mevcuttur. Ayrıca, Kurul kararları tıpkı Yüksek Askeri Şûra gibi, yargı denetimine tâbi değildir. İrtica eksenli tasfiye hareketinin sebeb olacağı tahribat, Türkiye'nin zaten düşük olan demokrasi standardını daha da aşağılara çekecektir. Cadı avının arka planında, Başbakanlık Takip Kurulu var. Bu kurulun taşradaki uzantıları, insanları, çeşitli iftiralara veyahut hayat tarzlarına dayanarak fişleyecek, sonra da müfettiş raporları tanzim edilerek, kişilerin memuriyetle ilişkisi kesilecek. Memuriyetten atılanlara başka kamu kuruluşlarında görev de verilmeyecek. YAŞ'ı sivilleştireceğimize, sivil mekanizmaları "militan ve militer" demokrasinin üslubuna ve meşrebine uyduruyoruz. "Cadı kazanı" Batı Çalışma Grubu'nun yerini alan Başbakanlık Takip Kurulu'nda kaynıyor. Acaba bu Kurulun yasal dayanağı nedir? Bakanlar Kurulu kararlarıyla teşekkül ettiyse, ne gibi yetkilerle donatılmıştır? Totaliter zihniyet
Yargısız infaz kararnamesine karşı, Türkiye'nin dört bir yanından tepki geliyor. Elimize ulaşan ciddi bir hukukî incelemenin önemli noktalarını sütunumuza alıyoruz: "Bu yasa tarifini yapıp, unsurlarını belirlemediği eylemlerden, kamu görevlilerinin mahkûm edilmesini sağlıyor. 'Faaliyette bulunmak' şeklinde bir ibare kullanarak, yargılanıp mahkûm olmadan, memurun ihraç edilebilmesinin önü açılıyor. Memurun yargılama hakkı yok ediliyor. Söz konusu düzenleme totaliter bir zihniyetin, yasama ve yürütmeye yansıyan bir ürünüdür. 'Masumluk Karinesi' sanığı koruyucu çağdaş ilkelerdir; 'kesin hüküm giyene kadar suçlu sayılmama' prensibinin, yasa tasarısında göz ardı edilmesinin yanı sıra, 'Şüphe sanığın lehinedir' karinesinden bahis dahi edilmemiştir. Böylesi bir uygulamada, yasa tasarısı kapsamına giren görevli, *Önce idare tarafından, yasal öğeleri belirlenmemiş bir şekilde, afaki olarak suçlanmakta, *İşten çıkarılmakta, *Birtakım yerlerde, yeniden işe girememesi yaptırımı ile karşı karşıya kalmakta, *Takiben de, dünya hukukunda ve gelişmiş demokratik toplumlarda örneği olmayacak şekilde, görevli memur, suçsuzluğunu kanıtlama külfetini taşımakta. 'Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile insan onuru ile bağdaşmayan muamelelere tâbi tutulmama ilkesi', bu yasa tasarısı ile özünden zedelenmektedir. Sanığı yargılayan hâkimin, yargıladığı sanık kadar yasal himayesi yoktur. Sanık, suçu kanıtlanıncaya kadar masum olacak... onu yargılayan yargıç, hiçbir yargılamaya tâbi tutulmadan işten atılacak, cezalandırılacak ve daha vahimi, tâbi oldukları Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması nedeni ile, suçsuzluğunu dahi kanıtlama imkânından yoksun bırakılacaktır. Polis devletinde görülen otoriter anlayışın, yüksek yargı organlarının üyeleri hakkında da, daha sonra böyle bir düzenleme getirmesi muhtemeldir. Bağımsız yargıya müdahale eden bu anlayışın; yüksek yargı organlarına 'sıçrama tehlikesi' gayet açıktır." Parlamento, bu uyarılara kulak vermezse, zaten yaralı olan demokrasi, tamamen totaliter bir hüvviyet kazanacaktır. Doğu Perinçek'in açıklaması:
"Ordu içindeki BAAS", "TSK'deki Alevi cuntası" ve "YÖN cuntası" gibi tertipler, Genelkurmay Başkanı'nın "Bin yıllık mücadele azmiyle" devam ettirdiklerini belirttiği 28 Şubat'ı hedef alıyor. Bugün de Çevik Bir perdesi altında, aslında Genelkurmay Başkanlığı'nın yıpratılmak istendiği apaçık ortadadır... 1997 yılında, daha önce veya daha sonra bir orgeneralle veya herhangi bir subayla iddia ettiğiniz gibi bir ilişkim kesinlikle olmamıştır. İşçi Partisi, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin hiyerarşik bütünlüğü ve disiplini konusunda olağanüstü duyarlıdır. Ordu içinde herhangi bir grup kurulmasına, ikilik çıkarma girişimlerine karşı hep kararlı bir tavır almıştır. 25 Temmuz 1997'de Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan "Bir Korgeneralle söyleşi" uydurması, partimiz tarafından o tarihlerde de yalanlanmıştır.
nilicak@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|