| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
İki yollu cadde
HADEP'li belediye başkanlarının tutuklanıp azledilmeleri yanlıştı; mahkeme kararıyla salıverilip içişleri bakanlığı emriyle göreve iadeleri yanlışlığı ortadan kaldırdı. Ancak, başkanları tutuklama kararı alanlarla salıverenlerin, hiç değilse görüntüde, aynı kişiler olmaları, akla bir dizi soruyu üşüştürüyor. Çok sayıda soruyu teke indirerek soralım: Avrupa Birliği (AB) üyeliği konusunda farklı düşünenlerin çekişmesiyle mi ilgili bu çelişkili görüntü, yoksa Batılı 'dostlarımızın' baskısı mı sonucu getirdi? Hangisi ise, 'devlet' gibi bizde âdeta 'kutsallık' kazanmış bir kurum açısından hiç de hoş bir durum değil bu. HADEP'li başkanların tutuklanması sonrası Batı'dan yükselen eleştirel sesler göz açıcı; epeydir dillendirilen bir ihtimal artık kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde: Türkiye'nin 'iç işi' Batı tarafından kendi 'iç işi' olarak da görülüyor. Bizde dikkatler çoğunlukla AB üyesi ülkeler ve Avrupalı kurumlara çevrildiği için oradan yükselen itirazlardan haberdar olundu; ancak başkanların tutuklanmasına Amerika da sert tepki verdi. Avrupa ve Amerika'nın ortak görüşü Türkiye'nin iradesini yumuşatmak için yeterli oluyor. Ülkenin içinden geçtiği dönemin özellikleri bunu doğal karşılamamızı gerektiriyor. 28 Şubat'ın programını hayata geçirebilmek için ihtiyacı olan dış desteği bulduğu yer Batı; İslâmî kesime yönelik aleni insan hakları ihlâllerine ses çıkarmayan Batı, süreç içerisinde, Türkiye'deki varlığını tahkim etmeyi başardı. IMF ve Dünya Bankası Türk ekonomisi üzerinde hiç bu kadar etkili olmamıştı; Ankara'nın dış politikası Türkiye'nin önceliklerinden çok Washington, Tel Aviv ve Brüksel'in eğilimlerini yansıtıyor... Meclis bile, hükümetin yönlendirmesiyle, Batı'nın istediği yasaları çıkartmakla meşgul. Batı, HADEP'li başkanlara yönelik tavrı, kendi çizdiği siyasi sınırlara aykırı bulup kırmızı kart gösterdiyse buna şaşmak mı gerek? Batı'nın HADEP'e veya konuyu daha geniş bir açıdan ele alırsak Kürt Sorunu'na özel ilgi duyduğu bir sır değil; bunu kimileri Batı'nın İstiklâl Savaşı ile yırtılan Sevres'i hortlatma niyetine bağlıyor... 'Derin komplo' ithamlarına mâruz kalmadan, Demirel-Ecevit ikilisinin, MHP'nin içinde yer aldığı hükümetin, bu niyetle paralel davrandıkları nasıl söylenebilir? Kimine göre ise, Kürt Sorunu, Türkiye'yi demokratikleşme konusunda bir tür uygulamalı ders olarak kullanılıyor Batı tarafından; bu da akla, haklı olarak, "Aynı sonucu almaya yardımcı olacak daha az zahmetli, meşakkatsiz ve maliyeti düşük başka bir yöntem yok mu?" sorusunu getiriyor... Bu durum, Lord Byron'dan beri bildiğimiz, Türkiye söz konusu olduğunda Batı'nın Türkler karşısında başkalarını tutan geleneksel tavrıyla irtibatlı değil sadece; bu bir tür iki yollu cadde: HADEP ve çevresi de Batı'yı yanlarına çekmek için az çaba göstermediler... Washington dahil bir çok Batı başkentinde, bugün, Güneydoğu'daki en basit aykırı gelişmeyi kamuoyuna mal etmeye hazır bekleyen kurumlar var. Batılı politikacıları 'aydınlatma' görevini üstlenmiş dernekler, vakıflar, enstitüler bunlar... HADEP'li başkanların Batı'da gördüğü rağbetten sonra, Tayyip Erdoğan'dan Hasan Celal Güzel'e kadar uzanan TCK 312. madde mağdurlarını akla getirip, RP'nin kapatıldığını, FP'nin de kapatılma tehdidi altında bulunduğunu hatırlayarak "Neden aynı rağbet onlara gösterilmiyor?" diyenler az değil. Doğru; Batı, başörtüsü mağdurlarına, belli görüşlerin kısıtlanmasına fazla bir tepki vermiyor... Bunda büyük pay Batı'nın İslâm konusundaki önyargılarına ait elbette; ayrıca, bu, AB sürecine yönelirken girdiği 28 Şubat sürecinde ülke ekonomisini, dış politikasını, siyasi hayatının sınırlarını belirlemeyi dışarıya bırakmanın 28 Şubatçılara bir armağanı olarak da görülebilir. Biraz abartmalı gelse bile, bu tespit, bütünüyle gerçeklerden uzak sayılamaz... Ancak, Batı ile ilişkilerde HADEP çevresinin başarısıyla karşılaştırıldığında, RP/FP çizgisi ile inançlı sivil muhalefetin bir büyük hatasını da görmezden gelemeyiz. Bu kesim, Batı'ya yönelik 'aydınlatma' faaliyetine pek girmedi bugüne kadar; elindeki imkânları bu amaçla kullanmayı düşünmedi bile. Sayıları iki milyonu aşan Avrupa'daki Türkler arasında bulduğu desteği belki paraya tahvil etti, ama kamuoyu oluşturma yönünde sivil bir hareketlenme için kullanmayı düşünmedi. RP/FP ile duyarlık ortaklığı bulunan Avrupa'daki örgütler arasında, hedefini "Batı kamuoyunu anlaşılır bir dille aydınlatma" olarak belirlemiş biri yok. Oysa, Batı'nın bütün önemli başkentlerinde, o ülkelerde eğitim almış, dilini konuşan, insanlarını anlayan uzmanların çalıştığı birer enstitü, ya da araştırma kurumu açılamaz mıydı? RP/FP denildiğinde, Batılı politikacının aklına, o çizginin yerli muhaliflerinin tasvirleriyle kendi ülkesindeki cami cemaati geliyor... Batı'yı çifte standardı için eleştirmeden önce, bir durup, "Acaba benim de hatalarım var mı?" diye sormayı ne zaman düşüneceğiz?
fkoru@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|