| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Yeter ki haber eksilmesin...Geçen gün yazmıştım, HADEP'li belediye başkanlarının gözaltına alınmaları Hürriyet, Milliyet ve Sabah için nasıl da eften müften bir haberdi, birinci sayfalar bu habere nasıl da kapalıydı. Sonra günler geçti, gözaltına tutuklama ve görevden alma, onu da tahliye ve göreve iade izledi. Söz konusu gazeteleri son gelişmelerden sonra yine benzer bir merakla elime aldım. Bakalım belediye başkanlarının tutuklanmalarının ardından "kalemlerin sivriltildiği" dördüncü kuvvetin bu "ağır" temsilcileri acaba tahliyeyi de eften müften mi bulmuşlardı? İsterseniz, bu sorunun cevabını vermeden önce, gözaltı ve tahliye arasında kalemini sivriltmeye çalışanlar arasından örnek bir köşe yazarı seçerek birkaç gün öncesinin havasını gözden geçirelim. Milliyet'ten Hasan Cemal, "PKK'ya, HADEP'e, Avrupa'ya, devletimize dair..." başlıklı hemen herşeye dair yazısında "Suç örgütüyle işbirliği suçtur!" gibi bu dünyada kimsenin farkında olmadığı (!) bir hukuk ilkesini hatırlattıktan sonra şöyle devam ediyordu: "O yüzden HADEP'li yöneticiler, HADEP'li belediye başkanları, eğer savcılık iddianamelerinde belirtildiği gibi, PKK ile şöyle ya da böyle işbirliğine girmişlerse, suç işlemişlerdir. Seçim sandığından çıkmış olmaları bu gerçeği değiştirmiyor. Onun için de yargılanırlar, neyse cezaları çekerler." (!) Hayret! Milliyet'in birinci sayfaya koymayı unuttuğu haberi Hasan Cemal nasıl da ayrıntılarıyla biliyor? Demek, HADEP'li belediye başkanları için tutuklanmalarının ardından "savcılık iddianameleri" de hazırlanmış.. Herkesin malumu olduğu gibi, Cemal'in yazısını kaleme aldığı günlerde (ayrıca bugün de) ortada "iddianameler"den filan eser yoktu. Ortada olanlar bir takım "deliller"den ibaretti ve bunların önemli bir kısmına da belediye başkanlarının avukatı hemen itiraz etmişti. Hasan Cemal, ülkede yargının yavaş işlemesi yolunda yapılan eleştirilerden fazla etkilenmekten olacak davayı daha ikinci günden itibaren dörtnala koşturmaya başlamıştı bile! Hasan Cemal'in yazısında, ülkenin birçok medyatöründe gözlenen ve "bir tür kurnazlık" olarak nitelenebilecek önemli bir yön daha var. Yazar bizi suç işleyenlerin cezalarını mutlaka çekmeleri gerektiğine, suç işleyenlerin "seçim sandığı"ndan çıkmış olmalarının bu çerçevede dikkate alınamayacağına inandırmaya çalışıyor. Ne tuhaf bir okur etkileme biçimi bu böyle.. Sanırsınız ki bizler, yani okurların tamamı bunun aksini savunuyoruz! Sanki içimizden bazıları, "Hiç olur mu öyle şey, suç işleyenler, hele de "sandıktan çıkanlar" hiç cezalandırılır mı?" diye ısrar ediyor. Sizin de kolayca hatırlayacağınız gibi, okur olarak bu tür satırlarla, bu tür bir akıl yürütmeye çağrı ile çok sık karşılaşıyoruz. Tabii, eğer siz aktardığınız olayı istediğiniz gibi kurarsanız, yazının sonunda okura sorduğunuz bu sorulara da olumlu cevap alarak istediğiniz sonuca zihinlerde kolayca ulaşırsınız. Ne kadar aydınlatıcı ve ikna edici bir yöntem bu böyle! Gelelim "tahliye" sonrası manzaraya. Tahliyenin ertesi günü (29 Şubat) önce Hürriyet'e baktım. Tam "Gözaltı gibi tahliyeyi de unutmuşlar!" diyordum ki (niyetimiz "kötü" olduğundan!) yanıldığımı anladım. Aceleciliğimin nedeni gazetenin haberi birinci sayfadan vermesine rağmen ayrılan yerin çok dar olmasıydı. Ayrılan yer o kadar dar ki, illa ki bir karşılaştırma yapmak gerekirse şöyle bir şey: "HADEP'li başkanlar göreve iade edildi" için iki sütuna dokuz satır; Deniz Akkaya'nın Okan Bayülken'e telefonda "bağırıp çağırma"sı -iki de fotoğraf kullanılarak- iki sütuna otuz satır. "Ne var bunda?" demeyin... Ne magazine ne de haberde adı geçenlere bir itirazım yok, tabii ki onların "bağırıp çağırma"ları da bir haber. Ama insaf! İnsanda (gazeteci de sonuç olarak bir insandır) adalet duygusu bu kadar da gelişmemiş olur mu? Milliyet'i "tahliye" sonrası beğendim; "gözaltı" sonrası gözlenen unutkanlığını epeyce aşmış ve habere birinci sayfadan oldukça iyi bir yer vermişti. "Ya Sabah?" dediğinizi duyar gibiyim. Sabah bildiğiniz gibi, bir değişiklik yok; Yeni yayın yönetmeninin çizdiği yeni yolda ("gelen gideni aratır" mı?) tutarlı bir biçimde ilerliyor. Yani özetle, "tahliye"nin ertesi gün Sabah'ın birinci sayfasında tahliyeden eser yoktu. Sabah'ın hikayesi burada bitmiyor. Eğlenceli bir bölüm daha var. Sabah'ın belediye başkanlarının tahliyesi haberini birinci sayfaya almadığı gün gazetenin başyazarı Güngör Mengi de bu konuyu işliyordu. Okurun çok yadırgayacağı, hatta okuru çok şaşırtan bir durum: Gazetenin başyazarı, gazetenin baş sayfasında olmayan bir haberi yorumluyor! Neyse, bu da olabilir diyelim. Ama bitmedi... Çünkü gazetenin başyazarı gazetenin baş sayfasında yer almayan bir haberi yorumlamak isterken zahmet edip haberin tamamını gözden geçirmemiş ya da dinlememiş. Güngör Mengi yazısını HADEP'li belediye başkanlarının görevden alınmaları üzerine kurmuş. Şöyle diyor Mengi: "İki kararın (yani gözaltı ve tahliye KB) kapsadığı dört gün içinde yer alan tek icraat, bu başkanların hükümet kararı ile görevlerinden alınmasıdır. O nedenle de içerde ve dışarda şu kanaat oluşacaktır: 'Amaç HADEP'li başkanları indirmekti, bu yapıldı..' Yani Türkiye, hukuki bir kılıf arayan hükümete yargının yardımcı olduğu bir danışıklı dövüş tezgahı ile suçlanacaktır. Çünkü HADEP'li başkanlar, henüz haklarındaki suçlardan yargılanıp hüküm giymeden seçildikleri koltuklarından indirilmişlerdir." (!) Bir gazetenin önemli haberlere kayıtsız kalarak okurlarına (ve yazarlarına!) nasıl bir kötülük yapabileceğini görüyor musunuz? Başkanlar tahliye olmuş ve çoktan görevlerine iade edilmişlerken, Başyazar hâlâ "görevden alma"dan hareketle dünyayı açıklamaya çalışıyor! "Habersiz" yaşamak işte böyle bir şeydir; okurlara da iyi gelmez yazarlara da. Eskiler "Yeter ki haber eksilmesin gazetemden ve ekranımdan!" sözünü boşuna mı söylemişler?
kbumin@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|