YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

 

 

Eflatun diyor ki...

 
Konuşmak (veya yazmak), şakıma gibi muhtevasız bir edim değildir. Onun bir muhtevası bulunmaktadır. İnsanlar bu muhteva ile öteki insanları etkilemeye çalışırlar.

 

Eflatun iyi yazmak ve kötü yazmak konusunu da tartışmış. Her zaman olduğu gibi, üstadı Sokrates'in ağzından soruyor: "İyi yazmak, kötü yazmak ne demektir?" Muhatabı Phaidros ile konuyu çeşitli veçheleriyle tartışıyor. Sokrates konuşmanın bir imtiyaz olduğunu söylüyor ve şu mitosu hatırlatıyor: "Şöyle bir mitos var: vaktiyle, daha Musa'lar doğmadan ağustos böcekleri insandı. Musa'lar doğup da yeryüzüne şakımayı getirence, şakımak o zamanın insanlarının bazılarının o kadar hoşuna gitti ki, bunlar türkü şarkı söylemekten yiyip içmeye vakit bulamaz oldular, hiç farkına varmadan bu yüzden ölüp gittiler. Ağustos böceği soyu işte bunlardan türedi. Ağustos böcekleri yiyip içmek ihtiyacını duymadan, doğdukları günden öldükleri güne kadar aç susuz şakımak ve Musa'lardan şu yeryüzünde kim neye saygı ve hayranlık gösterdiyse onu haber vermek imtiyazını aldılar." Böylece ağustos böcekleri raksı, aşkı, felsefeyi veya sanatı öğrenmek isteyenlere, öğrettiler. Veya durumu farklı biçimde ortaya koyarak şöyle de söyleyebiliriz: ağustos böceklerinin öğrettiği şeylerden herkes, kendi istidadının gerektirdiği bilgiyi veya sanatı öğrenmiş oldu (Phaidros, MEB, İst. 1997, s. 79 vd.).

Demek ki, başlangıçta şakımanın varbulunmadığını öğreniyoruz bu mitostan. Musa'lar şakımayı öğretince, o tarihte insan olan ağustos böceklerinin hepsi değil, fakat bir kısmı (biz buna istidadı olanlar diyelim) öğreniyor. Ve şakımaya başlıyor.

Şakımayı, başlangıçta, yalnızca bir ritm ve melodi olarak kabûl edebiliriz. Bunun da muhtevasız bir form olduğu düşünülebilir. Şakıma, muhtevasız bir ritm ve melodi olmakla birlikte, o ritmi ve melodiyi terennüm edenlerin ondan hoşlandıkları bellidir. O kadar hoşlanılmıştır ki, o ritm ve melodiden, yiyip içmek bile unutulmuş, ağustosböceği-insan, ölünceye kadar şakıyıp durmuştur. Şakımak, bir başına hayata bedel bir anlam kazanmıştır bu insan için.

Ama konuşmak (veya yazmak), şakıma gibi muhtevasız bir edim değildir. Onun bir muhtevası bulunmaktadır. İnsanlar bu muhteva ile öteki insanları etkilemeye çalışırlar. Mahkemelerde, davalarını kazanmaya teşebbüs ederler. Nitekim Sokrates, konuşmanın o bölümünün bir yerinde, şu mülahazaları ileri sürüyor: "demek ki, çelişmeli konuşmanın biricik yeri mahkemeler ve devlet işlerinin görüşüldüğü alanlar değildir. İnsana öyle geliyor ki, konuşmanın her türlüsüne tatbik olunabilecek tek bir sanat vardır ve bu sanat (gerçekten varsa!) insana, hatıra gelebilecek her durumda her şeyi her şeye benzetmek ve başka biri de bu benzetme işini aynı derecede yapabiliyorsa onun oyununu açığa vurmak yetkisini veriyor." (age. s. 87).

Buradan da, konuşmanın (yazmanın) muhtevasının doğruluk problemine ulaşıyoruz. Konuşmanın veya yazmanın iyi olabilmesi için, onun doğruyu söylemesi gerektiği sonucu ortaya çıkıyor. Ama acaba doğru nedir? Biz bir şeye demir veya gümüş denildiğinde aynı şeyi (nesneyi) anlarız, ama doğru veya iyi denildiğinde de aynı şeyi anlar mıyız? Aşk denildiğinde bu kavram üzerinde mutabakata varabilir miyiz? Eflatun, bunları da soru olarak önümüze koyuyor.


2 Mart 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Rasim Özdenören

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...