| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Demokratik değil, medyatik bir rejim!..
Aslında traji-komik bir senaryonun oyuncuları gibiyiz hepimiz.. "Özgürlükler sınırlı" diye yakınıp duruyoruz.. Ama biliyoruz ki, ceza yasalarının tehdidine rağmen, hemen her konuyu tartışıyor Türk siyaseti ve medyası.. Bir tek "tartışılmaz alan" var. Eğer konu, "kartel medyası"nın veya herhangi bir "kartel patronu"nun ilgi merkezine giren bir duruma ilişkinse, orada "tartışılmaz alan" başlıyor.. Kamuoyunu büyük ölçüde şekillendiren yüksek tirajlı gazetelerden veya raiting'li kanallardan birinde çalışıyorsanız, hemen her konuyu tartışmaya açabilirsiniz. İnsanları, özel hayatlarını da teşhir ederek, yerin dibine sokabilirsiniz. İddianameleri, "karar" olarak sunabilirsiniz.. Dini, ibadetleri, inançları falan irdeleyip, hepsine birden "çağdışı" diyebilirsiniz.. Cumhurbaşkanını, başbakanı, bakanları, genelkurmay başkanını eleştirebilirsiniz.. Aslında "kartel medyası"nın gücü karşısında, hiçbir konunun ve hiçbir kişinin, dokunulmazlığı yoktur.. Eğer bir askerî dönem yaşanıyorsa, komutanların emekli olmasını bekleyip, onların ıcığını cıcığını çıkartabilirsiniz neticede.. Daha ötesi var mı? Silahlı Kuvvetler'in alması tasarlanan savaş araç-gereçleri hakkında, herşeyi bilmiyor muyuz? Dünkü "Hürriyet"te, neden bazı marka savaş helikopterlerinin ihale-dışı bırakıldığı sorgulanıyordu.. "King Cobra", "Mangusta A-129", "KA-50/2" modeli helikopterlerin, neden Boeing'in "WAH-64" modelinden daha üstün sayıldıklarının hesabı soruluyordu.. Yarı-askerî bir demokraside bile bu hesapların sorulabilmesi, Türkiye'deki "şeffaf yönetim"in bir kanıtı değil midir? Ama bir alan var ki, oraya girmek mümkün değil.. O alan, "kartel medyası"nın ve "medya sermayesi"nin "çıkar alanı"dır.. İşte, şeffaflığın ve basın özgürlüğünün sınırı, bu alanın dış kenarında bitmektedir.. Aslında "Susurluk" ve "Malki Cinayeti" gibi esrar perdesi ile örtülü dosyalar da, "kartel medyası"nın "çıkar alanı"na girdikleri noktada, suskunluğa konu olmaktadır.. Siyasetin geleceği, cep telefonu ihalesine endekslidir. Savaş helikopterlerinin markalarını, otomobil markasından daha derinine bilip değerlendirenler, medya sermayesinin içinde bulunduğu ekonomik çembere sıra gelince, "hem ümmî, hem cahil" olmaktadır.. Allah aşkına söyleyin.. "Malki Cinayeti"nin uzantılarında adı geçen kişilerin, kartel medyasından gazete alıp satmaları, ortaklıklar kurmaları, Erbakan'ın siyasal serüveninden daha mı az ilgi çekicidir?.. Erbakan'ın 1994'te yaptığı konuşma ile bugün mahkûm olmasına övgüler düzdüren kalemler, Mesut Yılmaz'ın bir bakanının (Eyüp Âşık), Aladdin Çakıcı ile 1998'de diyalog kurması konusuna, neden hiç ilgi duymuyor? Peki, yasaların açık ve seçik çiğnenmesi meelesinin açık örneği, RTÜK Kanunu'na rağmen, medya sermayesinin devlet özelleştirme ihalelerinden mal alması değil mi?.. Türkiye'de kamu ihalesinde kazanmak için, yanına ille de bir medya patronu almak şartı, neden hiçbir ekonomi sayfasında işlenmiyor? Kabûl edin ki, bir gariplik var.. Türkiye, biraz demokratik, ama ağır ölçüde medyatik bir rejimle yönetiliyor.. Evet.. 28 Şubat'ın "silahsız kuvvetler"i olarak anılan "kartel medyası", sonunda yönetime de, insanların haber alma hakkına da, müdahale etti.. Bu açık ve seçik, "medyatik bir darbe"dir.. İktidarların belirlenmesi, ihalelerin paylaştırılması, tayinler, terfiler, cumhurbaşkanlığı seçimleri falan gibi olgular, "kartel medyası"nın bir "iç mesele"si gibidir.. Kaleminden kan damlayan yazarların suskun olduğu tek alan, medya sermayesinin çıkarlarının bulunduğu alandır.. Tek sütunluk haberle, en görkemli devlet bürokratlarını titreden genel yayın müdürleri, patronların karşısında, rüzgârdaki yaprak gibi titremektedir.. Bu anlattığımız tablo yanlışsa, bir kişi çıkıp, işin doğrusunu söylemelidir.. ŞAKA
Ciddi bir öneri!..
TEBESSÜM
Aman kimse duymasın!..
Okyanusta aylar sürecek bir araştırma seferine çıkan gemideki Nobel kazanmış bilimadamının, sonunda, bunalıma girmeye başladığı görülüyordu.. Bir gün geminin kaptanı, bunalımdaki bilim adamını kamarasında ziyaret edip, sordu.. -Sayın profesör.. Bir derdiniz mi var? Bilimadamı, bu soruyu cevapladı.. -Altı aydır denizdeyiz.. Hiçbir kadın yok gemide.. Yalnızlıktan bunaldım.. Kaptan meseleyi anlamıştı.. Hemen çözüm önerdi: -Sayın profesör.. Eğer sorununuz cinsel açlıktan kaynaklanıyorsa, gemideki Çinli ahçıyı, hizmetinize sunabiliriz!.. Bilim adamı, bu sözleri duyunca, tavana bakıp, derin derin düşündü.. Sonra konuştu.. -Olabilir bu.. Ama benim için çok riskli bir şey.. Ben Nobel kazanmış ünlü bir bilimadamıyım.. Böyle sapık bir ilişkinin duyulması, beni mahvedebilir.. Bu Çinli ahçıyla birşey olursa, bunu sadece siz, ben ve Çinli ahçı bilmelidir.. Üçümüzün arasında kalmalıdır bu olay.. Kaptan gülümsedi.. -Hayır efendim.. Bu olay üçümüzün değil, beşimizin arasında kalacak.. Bilimadamı şaşkın, sordu.. -Kim bu diğer iki kişi? Kaptan açıkladı. -Siz, ben, Çinli ahçı ve Çinli ahçının kollarından tutan iki tayfa bilecek bu olayı.. KISSADAN HİSSE- Eğer bir ayıp yaparsanız, bunu mutlaka, başka kişiler de öğrenir. Sizin kendi basınınızda duymadıklarınızı, sonunda Amerikan gazetelerinden öğrenirsiniz.. Veya İnternet'ten duyarsınız..
mehmetbarlas@attglobal.net
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|