YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Kültür

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama


Yazdım kurtuldum

Yağmurdan Sonra'da, "İslamcı" bilinen bir bireyin çözülüşünü ilk defa, "İslamcı" bilinen bir yazar, Ahmet Kekeç anlattığı için, roman "cesur roman" olarak nitelendi ve bu nedenle eleştiri de aldı.

  • RÖPORTAJ: FADİME ÖZKAN

    1961 Malatya doğumlu Ahmet Kekeç, yazı hayatına hikâye ile başladı. Aylık Dergi, Mavera ve Yönelişler dergilerinde hikâye, deneme ve eleştirilerini, 1985'te ilk hikâye kitabı "Son İyi Şeyler"i yayımladı. Milli Gazete, Yeni Haber, Zaman ve Akit gazetelerinde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak 15 yıl çalışan Kekeç, bir süredir gazetimizin yazar kadrosunda. Bir kısmı gazete yazılarından oluşan 10 kitabı bulunan Kekeç'in edebiyat okurlarına da tavsiye edebileceğimiz "Gazeteciyim Ama Tedavi Görüyorum" adlı çalışması geçen yıl yayınlanmıştı. Tuzla Belediyesi Roman Yarışmasında, Metin Savaş'ın "Efendi Dayının Kozalakları" isimli eseriyle birinciliği paylaşan "Yağmurdan Sonra" romanı, yazarın son eseri. Ahmet Kekeç'le ödüllü ve 'cesur' romanı Yağmurdan Sonra'yı konuştuk.

    "Yağmurdan Sonra" ilk ne zaman ve nasıl düştü zihninize?

    Tarihi yok bu romanın. Birdenbire, "öylesine" bir deneme olarak başladı ve galiba yazdıkça ciddiyet kazandı.

    Yazmamak mümkün müydü?

    Hayır... "Öylesine" bir deneme olarak başlasa da, yıllardır zihnimde taşıdığım ve alttan alta rahatsızlığını duyduğum bir "şey"i yazmış oldum. Daha doğrusu, yazıp kurtuldum...

    Yağmurdan Sonra için en belirgin vurgu, "cesur roman" olduğu. Cesur denmesi de sanırım, 28 Şubat sürecinde geçen bir olayı hikâye edişinden değil, 28 Şubat sürecinde yılgınlığa, kararsızlığa düşen bir "İslamcı"nın savruluşunu, yine "İslamcı" bir yazarın anlatmış olması. Siz cesur buluyor musunuz?

    Yazı hayatımı, birçok İslamcı bilinen kimse gibi, "sahici olan"a teğet geçerek tükettim. Belki bunun ağır baskısıydı böyle netameli bir konuyu ele almaya zorlayan... Belli bir değişimi yaşamış, ama hâlâ bir mensubiyet taşıyan ideolojik bir insanı değil, öncelikle bir insanı, bir bireyi anlatmaktı çabam. Bunun tehlikeli olduğunu biliyorum. Cesur roman nitelemesine gelince... Bu, biraz da sanatın doğasıyla ilgili bir şey. Tabu yıkacak cesarette, hele bu saydamlıkta biri olduğumu hiç zannetmiyorum. Roman, evet, netameli bir süreci eksen alıyor; İslamcı bilinen bir bireyin çözülüşünü, savruluşunu, iç çalkantılarını anlatıyor ve bunu da İslamcı bir yazar yapıyor. Bana kalırsa, Murat'ın çözülüşü doğrudan 28 Şubat süreciyle ilintili değil; zaten çözüktü Murat ve bir değişimi geride bırakmıştı. "Cesur bir roman değil" demek istemiyorum. Hayata bakışlarında neredeyse aynı mazmunları kullanan insanların, ilk bakışta "Aa, çok cesur" dedikleri, ama esasında hayatla, realiteyle birebir örtüşen şeyler... Hayatı yazmak, çoğu zaman bir cesareti öngerektiriyor, buna katılıyorum.

    Romanda, geçmiş yıllarda yazdıklarıyla özellikle gençleri etkisi altına alan ve onların "hayatını karartan" insanların, 28 Şubat sürecinde çarkedip hiçbir sorumluluk almadıklarını, suçlayıcı tavır içinde olduklarını; yayıncılık etiğine aykırı yayın yapan insanların da "tebliğ ediyoruz" diyerek piyasa oluşturduklarını görüyoruz. Burada hata kimin? Kişinin kendi sorumluluğunu alamayışını neye bağlıyorsunuz?

    Bir hata aramıyorum orada. Ama, bu sıraladıklarınızla ilgili bir sorgulamayı da, galiba ilk kez "Yağmurdan Sonra" yapıyor. Romanda zikredilen çevreyi yakından tanıyorum. Kurguladığım öykü çerçevesinde, suçlayıcı ve karalayıcı olmamaya özen göstererek, duygu dünyamda yer etmiş insanları ve onların giderek şizofrenik boyutlara varan tutumlarını resmetmeye çalıştım. "Yağmurdan Sonra" bir "sahici çevre" romanı değil elbette; sadece bir roman; ama sahici, yaşayan ve belki kimi benzerlikler vehmettiğimiz insanları anlatıyor.

    Romanınız bir muhasebe, bir özeleştiri yaptığı için eleştiri de aldı...

    Olumsuz eleştiri değil, sözlü tepki daha çok.

    Bu da, romana "cesur" denmesini açıklıyor. Cesur çünkü kimsenin ifade etmek istemediği, belki de korktuğu, çekindiği bir ruh halini aktarıyor.

    Romanı dar bir ideolojik çevrenin eleştirisi şeklinde algılayanlar oldu. Hayır... Daha ziyade, bahsettiğiniz o "ruh hali"yle ilgili.

    Neden çekiniyor insanımız kendine bakmaktan? Yaşadığını tanımlamaktan? Bunu eleştirinin-özeleştirinin gelişmemiş olmasına bağlayabilir miyiz? Birey olmama-olamama sorunsalıyla açıklayabilir miyiz?

    "Yağmurdan Sonra", tam bu soruyu soruyor... Murat, birey olamamış, birey olma problematiğini kavrayamamış insanlarla ilişkilerinde rahat değil; onun dışarıdan "şizofrenik ruh hali" olarak görülen davranışları, sözünü ettiğiniz sorunsala işaret ediyor aslında. İlle bir mensubiyet içinde tanımlayacaksak kendimizi, kapalı ilişkilerin muğlak, bulanık ve aynı şizofreniyi çoğaltarak varolmaya çalışan insanlarıyız. Kendimizle yüzleşmekten korkuyoruz... Birazcık sahtekarız... Herşey hâlâ bir illüzyon bizim için. O illüzyon dağılmayagörsün, sudan çıkmış balığa dönüyoruz. Murat, kendisiyle yüzleşmeye cesareti olan bir insan; hayatına ilişkin gizleri paylaşıyor bizimle. Evli-barklı, sorumluluğunu müdrik biri dışarıdan bakıldığında; oysa sıradan ilişkilerin onu nasıl örselediğini, o illüzyon dağıldıktan sonra kavrayabiliyoruz. İddialı şeyler söylediğimin farkındayım; o zaman bunları genelgeçer doğrularmış kabul edip kendimizi rahatlatalım.

    Romanda, İrfan Bulut'la Müge benzer şeyler söylüyor. Farklı toplum kesiminden iki insan... Bir yanılgıyı yaşamış ikisi de. Sistemin değişebileceğine dair umutları, bir tecrübeyi yaşadıktan sonra yok olmuş. Ama bedeli ağır. Murat'a da, "Artık bir umuda, mutlu bir illüzyona bile yer yok bu ülkede" dedirtiyorsunuz. Bir ışık yok mu gerçekten?

    "Yağmurdan Sonra", siyasal bir roman değil; dolayısıyla siyasal bir çözüm önermiyor. Zaten romanın görevi de bu değil. İrfan Bulut'la Müge'nin bir yerde buluşmaları, konjonktürle açıklanabilir... Farklı kesimden de olsa, insanlar, müşterek bir zeminde buluşabiliyor; olan da, bir gettoya ait kalmanın bağlayıcı kurallarını taşıyan ve kendisi olmasına izin verilmemiş Murat'lara oluyor. Bir ümit, bir ışık var mı gerçekten, bilemiyorum. Bilsem, bu tehlikeli mecraya sokmazdım Murat'ı. Ne bileyim, Afganistan'a, Mısır'a filan gönderirdim...

    Brifingler, Sincan'da tanklar, durumdan vazife çıkarmalar, Dokuzuncu Senfoniler, 10. Yıl Marşları, manşetler... Romanı okurken, 28 Şubat sürecinde yaşanan herşey ve insana yüklediği ruh hali yapışıyor üzerimize, bunaltıyor. Roman, Murat'ın sivil bir Reno'ya bindirilip götürülüşüyle bitiyor. Murat ne yapıyor şimdi? Nasıl bir ruh halinde?

    Onu bilmeme imkân yok. Roman, Murat'ın Reno'ya bindirilip götürülüşüyle bitti benim gözümde. Murat'ın yapabileceği fazla bir şey kalmadı. Nasıl bir halet içinde, hâlâ kırgın ve ümitsiz mi, geleceğe nasıl bakıyor, toparlandı mı? Bilmiyorum. Bu belki başka bir romanın konusu, ama bunu yazacak berraklıkta görmüyorum kendimi.

    Tezgâahınızda şimdi neler var?

    Bir roman ve bir hikâye kitabı... Hikâye kitabının adı "Tuhaf Bir Levanten" olacak; bazı parçalar eksik. Romanı da, üzerinde gereğince yoğunlaşabilirsem, bir yıla kadar çıkarabileceğimi düşünüyorum. Sonra bakarsınız, başka romanlar sökün ediverir. Nasip...




    Kağıda basmak için tıklayın.

  • Müziğin başı döndü
    Ankara Büyükşehir Belediyesi Mehter Takımı sanat müziği, Kent Orkestrası da yeni düzenlemeyle halk müziği sunacak.
    Yandım Türkmen Kızı
    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı faaliyetlerinden ülke kültür günlerinin beşincisi, Türkmenistan Kültür Günleri yarın başlıyor. Azerbaycan (1996), Bosna (1997), Kosova (1998) ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (1999) Kültür Günleri'nden sonra beşinci olarak, Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu'nda 19.00'da başlayıp, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Yerebatan Sarnıcı, Atatürk Kitaplığı'nda sergi, konser, film gösterimi, dialı söyleşi, açıkoturum, defile etkinlikleriyle devam edip, 6 Nisan Perşembe günü, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ndeki kapanış tören ve konseriyle sona erecek. (Bilgi için tel: 021 227 33 90-355 40 00).
    Dil Derneği ödülleri Dil Derneği'nin geleneksel hale getirdiği, bu yıl roman dalında verilecek Ömer Asım Aksoy Ödülü için 1 Ocak-31 Aralık 1999 tarihleri arasında yayımlanmış bir romanın aday gösterilebileceği, bunun için 31 Mayıs 2000 tarihine kadar Dil Derneği'ne başvurulması gerekiyor. 17 Ağustos Marmara depreminde hayatını kaybeden Beşir Göğüş adına bu yıl ilk kez düzenlenen ödül, Türk dili dalında. Ödül için 1 Ocak-31 Aralık 1999 tarihleri arasında yayımlanmış ya da hiç yayımlanmamış araştırmalar aday gösterilebilecek. Son başvuru tarihi 31 Aralık 2000 olarak belirlendi.

     


    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
    İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED
    Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...