![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Kehanet/ler/in politikasıTürk-Yunan ilişkilerinin hangi psikolojik zemin üzerinde yükseldiğini tesbit etmek bir çırpıda kestirilip atılıcak cinsten değil. Ancak Yunanistan'da bulunduğum süre içinde gözlemlediğim bazı ayrıntıların, iki ülke arasındaki çelişkilerle dolu, aynı zamanda da çok yalın biçimde kendini ele veren psikolojinin büyük ölçüde belirleyici olduğu ilişki biçimini aydınlatmaya bir katkı sağlayacağını düşünüyorum. Sultan İkinci Abdülhamid'in İttihatçılar tarafından sürgüne gönderildiği Selanik'te kaldığı Alattini Köşkü'nün girişinde bekliyoruz. Şu anda valilik makamı olarak kullanılan bu tarihi yapının içine girmek için gerekli izini beklerken kapıda görevlilerle sohbete başlıyoruz. Zaten burada Türk olduğunuzu öğrenen herkes size özel ilgi gösteriyor. Yardımcı olamasa bile bildiği birkaç kelime Türkçe kelimeyi tekrarlayıp iletişim kurmaya çalışıyor. Hiç Türkçe bilmeyenler ise, kendi takımları galip gelmiş gibi sevinerek elini havaya kaldırıyor ve "Galatasaray..." diyor. Kapıdaki resmi görevliler artık Türk-Yunan ilişkilerinin düzeldiğini, bu durumdan kendi hesaplarına ne kadar memnun olduklarını tekrarlıyorlar. Her kesimden bu kadar çok insan tarafından paylaşılan dostluk hislerine rağmen, bu iki devlet nasıl olup da bunca yıl sertlik politikalarına dayalı bir ilişkiyi sürdürebilmişti? Öyle ya, Yunanistan'da bu kadar barışa istekli bir ulus var; buna karşın bir de bu ulusta karşılığını bulan resmi sertlik/düşmanlık politikaları. Bir görevli bina hakkında bilgi vermeye başlıyor. Abdülhamid'in burada kaldığını hatırlatıyor ve anahtar cümleyi söylüyor: Abdülhamid bir yorgancı gibi kaçtı buradan... Abdülhamid'i düşüren İttihatçılar, onu hareketin doğduğu yere, hatta bir ara başkent yapmayı düşündükleri Selanik'e getirmiş, bahçesine bile çıkmasına izin vermedikleri Alattini Köşkü'nde yaşamaya mecbur etmişlerdi. 1912 yılında Yunan orduları ilerlemeye başlayınca İstanbul'a geri getirmişler, şehri tek kurşun atmadan teslim etmişlerdi. Abdülhamid'in yaptırdığı İdadi'nin, şimdiki Selanik Üniversitesi'nin Felsefe Fakültesi'nin bulunduğu binayı gezdikten sonra, insanı bayıltan sıcakta serinlemek için caddenin kenarındaki büfelerden birine yönelerek su istiyorum. Bu arada belki anlamaz diye su kelimesini ayrıca Türkçe olarak tekrarlıyorum. Büfeyi işleten hanım "su"yu duyunca çok güzel kullandığı Türkçesi'yle sohbete başlıyor. Türkçe konuşan tüm Rumlar gibi bunlar da anne ve babalarından öğrenmişler, çünkü diyor, Rumca bilmiyorlardı ve hiçbir zaman da öğrenmek istemediler. O sıra söze karışan orta yaşlarda bir Selanikli kadın Rumca olarak "Biz Türkler'i çok seviyoruz. Siz de bizi sevin..." diyor. Gösterdiği sıcak ilgiye karşı "Türkler de sizi seviyor" türünden bir karşılık veriyorum. Verdiği cevap Yunanistan'ın Türk politikasını özetlediği gibi bu politikaların nasıl bir psikolojiden beslendiğinin ipuçlarını veriyor: Bizi seviyorsanız neden kilisemizi (Ayasofya'yı) açmıyorsunuz? Yunan resmi politikasında Avrupa Birliği ilişkileri dahil olmak üzere, Türk-Yunan dostluğunu en azından mevcut statükonun kabulünü esas almaktan çok Türkiye'den koparılacak taviz üzerine kurulu, olduğu söylenebilir. En azından bunun toplamda karşılığının olduğu rahatlıkla söylenebilir. Türkiye'nin uyguladığı geleneksel Yunan politikası ise, hiç de 500 yıl patronluk yapmış bir ülkenin mirasçısına yakışır biçimde kendinden emin bir tavır değildi. Adeta dünyaya Yunanistan vizyonundan bakan bir perspektif hakim gibiydi. Yunanistan'ın bizim dengimiz olması bir yana ezeli düşman muamelesi görmesi Türkiye'yi de küçültücü, çapını ve rolünü daraltıcı bir politikanın sonucuydu. Türk Konsolosluğu'nda bir görevliye ilişkilerde görülen yumuşamayı halkın nasıl karşıladığını sorduğumda, verdiği cevap bizim resmi duruşumuz kadar Rum halkının psikolojisini de yansıtıyor: "Bir yanda 60 milyonluk bir ülke. Adamlar korkuyor ve durumun normalleşmesinden rahatlayıp, seviniyorlar." Şimdi esen barış havasında ise realiteden uzak, içi boş bir romantizm ağır basıyor. Sanki her şey hallolmuş, Yunanistan'ın göz kırpmasını bekleyen sevdalı gibi tavır sergileniyor. Bu yıl Türkiye'den Yunanistan'a 400 bin Türk turistin gitmesi bekleniyormuş. Yunanlılar'da bir Türk kompleksi olduğu kesin. Selanikli bir doktorun hâlâ İstanbul'un alınıp alınmayacağının hangi düzeyde tartışıldığını aktarırken verdiği örnek çok ilginçti. Televizyonda tartışma programına katılan din adamı 17. yüzyılda yaşayan bir azizin kehanetlerini tartışırken coşku ile İstanbul'un tekrar alınacağını aktarıyor ve konuklar da ve bunun gerçekçi olup olmadığını tartışıyorlar. Emekli bir general sonunda dayanamayıp, "Her şey iyi güzel de İstanbul'da Yunanistan'ın nüfusu kadar Müslüman Türk'ün yaşadığının farkında mısınız?" diye sorar. Papazın cevabı efsanelerin nasıl rasyonalize edildiğine örnek olabilir. "Kehanete göre" diyor din adamı, "üçte biri öldürülecek, üçte biri sürülecek, kalanı Hıristiyan olacak." Bu görüşün rasyonel bir karşılığı olmasa da bilinç altında saklı durduğu, gerektiği zaman kitleyi kontrol eden aygıtlarca açığa vurulduğu da kesin. Her toplumda buna benzer duygular olabilir. Yunan politikacıların farkı şu ki; gerektiği zaman bu duyguları diri tutup, kullanarak milli siyaset üretmeleridir.
aemre@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|