| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
"Biz işin doğrusunu öğrendik bey!"
Ali Birinci üstâdımızın Nureddin Topçu'dan, Nureddin Topçu'nun da bizzât Hasan Basri Çantay'dan (öl. 1964) işittiğine göre; Çantay merhûm birgün köylünün birini keçileriyle bahçelerin arasından geçtiği sırada ağaçların dallarını kırıp kırıp hayvanlarına yedirirken görmüş... Dayanamayıp "Ey Allah'ın kulu!" demiş; "Şimdi sen başkasına ait bir bahçeden bu dalları koparıp keçilerine yediriyorsun; hiç şüphesiz daha sonra da bu keçilerin sütünü içeceksin. Peki bu haram değil mi? Hiç Allah'tan korkmuyor musun?" Köylü pişkin pişkin şu cevabı vermiş: "Biz işin doğrusunu öğrendik bey! Haramın da helâlin de meğerse aslı yokmuş." Memleketimiz, işin doğrusunu (!) öğrenen köylülerle doluverdi. Öyle ki "vurgun, talan, yağma, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, iltimas" gibi sözcükler ne artık kimseyi irkiltiyor, ne de incitiyor... Hırsızlar ceza görmüyor; kısa bir süre cezaevlerinde yattıktan sonra milyarlarıyla birlikte yurtdışına kaçanlar oralardan pişkin pişkin beyanâtlar vermeye devam ediyorlar... Hırsızın, uğursuzun yaptığı yanına kâr kalıyor. Basında kısa bir müddet için koparılan vâveylâların da hiçbir etkisi olmuyor; zira basının güvenilirliği yok. Medya patronlarının kendileri şâibelerden âri değiller ki! Siyasetin gücünü ellerinde tutanların va'dleri de hiçbir işe yaramıyor; zira onlar da benzer şâibelerin altında... Peki ilim adamlarımız? Onların da hâli içler acısı... Kökeni meşkûk nice insan şimdi aramızda parlak unvanlarla dolaşıyor... Bazılarının unvanlarını biliyoruz: Prof. Doç. Dr. ... Peki isimleri, eserleri? Bilene aşk olsun! Doktora tezlerinin ya da doçentlik jürilerine sunulan akademik yayımların mahiyeti hakkındaki eleştiri yazılarının haddi hesabı yok... Geçenlerde, (şimdi) "Doç." ünvanıyla dolaşan bir zâtın doktora tezinin, aynı konuda yapılan başka bir doktora tezinden intihal olduğu iddia edilmişti; tartışma hâlen sürerken, bir arkadaşım, bu zâtın doçentlik jürisine sunduğu 80 sayfalık eserin, yıllar önce yapılmış bir yüksek lisans tezinin aynısı olduğunu söyledi. Yakında tedkikinin neticelerini yayımlayacakmış... (Gazete ve dergi sayfalarını karıştıranlar bu tür örnekler bulmakta hiç zorlanmayacaklardır.) Hiç yabancı dil bilmediği halde Hintçe'den, Arapça'dan, Fransızca'dan birçok klasik eseri -Türkçe'ye kendisi çevirmiş gibi- yayımlayan piyasa tüccarları hakkında sayfalarca eleştiri yazıları yayımlandığı halde yine kimsenin gıkı çıkmıyor; âdeta bu tür yolsuzluklar tabii karşılanmaya başladı. [Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayımladığı çevirilerin Türkçe'si üzerinde biraz oynayıp (meselâ "kuvvetli" yerine "güçlü" deyip) altına kendi imzasını atan redaktörlerin sayısı da gittikçe çoğalmakta...] İşin doğrusunu (!) öğrenenler arasına bazı yayınevleri de katıldı. Ceplerine biraz harçlık koydukları gençlerden istifadeyle hazırlattıkları tercümeleri yayımlayan nâşirler, "Helâlin de haramın da meğerse aslı yokmuş!" dercesine hareket ediyorlar. Onlar yerine siz ar edip "Ayıp olmuyor mu?" demeye kalktığınızda hemen cevabı yüzünüze yapıştırıyorlar: "Sadece biz yapmıyoruz ki! Herkes yapıyor." Rüşvet alan memura sorsanız, farklı bir cevap alabilir misiniz? Ya da yolsuzluk yapan siyasetçiye? Veya vurgun ve talana adı karışan işadamına? "Herkes yapıyor!" Toplumsal vicdanın tefessüh ettiğini, bu mazeret sözünden daha iyisi anlatamaz her halde... Peki soralım bakalım: "Kim yapmıyor?" Muhtemelen cevap yine aynı olacak: "Herkes yapıyor!" "Dürüstlük" şahsî bir meziyet hâlini aldığında, söylenecek pek bir şey kalmıyor. Sözgelimi siyasî örgütlerin tamamında dürüst kimselerin mevcûdiyetinden bahsedilebiliyor, fakat kimse dürüstlük sıfatını -yalanlanmaksızın- herhangi bir örgütün kendisi için kullanmak cesaretini gösteremiyor. (Oysa gerçekte tersi olmalı, yani "Her partide kötü kişiler olabilir" denmeli değil miydi?) Resmî kurumlar veya meslekî kuruluşlar için de benzer şeyler söylenebilir; zira hemen her kurumda veya meslekte şâibeden âri dürüst kimseler vardır. Fakat başlı başına bu sıfatı taşımakla iftihar edebilecek kurum bulmak o kadar kolay mı? Ashab-ı kiram, birbirlerinden ayrılırken Ve'l-Asr Sûresi'ni okurlarmış... Bakıyorum da şimdi bazı kardeşlerimiz bu tür nasihatlardan rahatsız oluyorlar ve ilk gelen otobüse atlamayı marifet biliyorlar. Nedendir bilinmez durakta öylece bakakalmış iken zihnime o köylünün sözleri sökün ediveriyor: "Biz işin doğrusunu öğrendik bey! Haramın da helâlin de meğerse aslı yokmuş." VE bunun üzerine cevap benden değil, tarihten geliyor: "yoksa yok ol!" Not: Mehmed Âkif Ersoy'un kızı Suad Hanım (92), Pazartesi günü -sağ tarafı mefluç bir halde- hastahaneye kaldırılmıştır. Kendisine Allah'tan acil şifalar diliyoruz.
dcundioglu@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|