| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Acziyet, alkışlarla...
Liderler zirvesine de, zirveden çıkan karara da olumsuz bakmak istemiyorum. Sonuçta, aylardan beri yazdıklarımın, bir süredir iddiaya dönüştürdüğüm beklentilerimin doğrulanması sebebiyle sevinmeliyim bile. Ancak, yine de, zirveden çıkan sonucu, içine sürüklendiğimiz belirsizliklerin ipuçlarını taşıdığı için, olumlu değerlendirmem mümkün değil. Hele açıklanan metnin 'pazarlık' anlamı taşıyan son cümlesi tüylerimi diken diken ediyor. Başbakanlığın merdivenlerinde, üç lider adına Bülent Ecevit'in okuduğu metin, akıl almaz bir politika değişikliğini gözler önüne serdi. Devletin yıllarca süren "Terör örgütüyle pazarlık yapılmaz" ilkesi bu zirveyle delindi. Abdullah Öcalan'ın Suriye'den ayrılmasıyla başlayan süreçte, kendisine sığınak sağlayan ülkelere, "Aracılık kabul edilmez" babalanmasında bulunuluyordu; şimdi bundan da vazgeçildi... Öcalan'ın infazı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nihâî kararını beklemeyi PKK örgütü ve 'yandaşı çevrelerin' uslu davranması şartına bağlamak başka ne anlam taşıyabilir? Ne demek istediğimizi anlayamayanlar zirveden çıkan metindeki şu cümleyi okusunlar: "Genel başkanlar, hukuka saygı içinde aldıkları bu kararın, terör örgütü ve yandaşı çevrelerce milleti ve devleti ile Türkiye'nin yüksek menfaatleri aleyhine kullanılmak istendiğinin değerlendirilmesi halinde, erteleme süreci kesilerek infaz sürecine derhal geçilmesi hususunda görüş birliğine varmışlardır..." Bu cümlenin, bayram ağız dalaşı sırasında gerekirse hükümeti bozma kararlılığında olduğu görüntüsünü veren MHP liderini rahatlatmak için metne konduğu belli. Ancak, dikkatle okunduğunda, cümle, PKK örgütüne açık bir mesaj anlamı taşıyor. Devlet, bu cümleyle, PKK örgütüyle kamuoyu önünde pazarlık gerçekleştiriyor. Denilen şu: AİHM kararı açıklanana kadar uslu durursanız liderinizi asmayacağız. "Siz karışmayın" denilen yabancı destekçiler de, aynı cümle ile, pazarlığın içine çekiliyorlar; devlet tarafından... Bu, ilk bakışta 'masum' gibi görünse bile, Türkiye'yi ilgilendiren gelişmelerin alacağı biçimle irtibatlı olarak çok tehlikeli bir yaklaşım. İmralı'da yargılanmaya başlar başlamaz, Öcalan, örgütünü tasfiye sürecine soktu. Şimdi unutmuş görünüyoruz, ama PKK'nın adı duyulmuş militanları, örgütün tasfiye sürecine girdiğini vurgulamak amacıyla, bazısı yurtdışından gelerek, güvenlik güçlerine teslim oldular. PKK icra konseyi, 'tasfiye' ile ilgili -ad değiştirme dahil- bir dizi kararını şu yakınlarda açıkladı. Metinde böyle bir pazarlık cümlesinin bulunacağı bilinmezken, üç liderin kapalı kapılar ardında biraraya gelmesinden çok önce, PKK, o cümlede öngörülen pazarlığın kendisine ait bölümünü büyük çapta yerine getirmiş oldu. Bu noktada, bayram günü Tunceli'de altı subay ve erin şehit edilme eylemi dikkat çekici. Esasen, liderler zirvesinden 'pazarlık' kokan bir metnin çıkmasının 'tehlikesi' de bu noktada düğümleniyor. Abdullah Öcalan'ın 1970'lerin sonundan itibaren yaptıklarına ve PKK'nın eylem çizgisine bakıldığında, Tunceli eylemi gibi 'aykırı' birkaç olayla karşılaşılıyor. O olaylarla kendisi arasına mesafe koymakta her zaman aceleci davranıyor PKK; o tür eylemlerin başkaları tarafından gerçekleştirdiğini veya fâiller PKK'lı bile olsalar eylemin merkez bilgilendirilmeden yapıldığını iddia ediyor. 'Tehlike' şurada: Üç liderin ağzından, "Uslu durursanız, Öcalan asılmayacak" pazarlığını yapan devlet, bu pazarlığın tarafı olmayan, ancak PKK kadar eylem koyma gücüne sahip başka odaklar tarafından faka bastırılmanın yolunu da açıyor önünde. PKK tarafından reddedilen kanlı eylemler devam edecek olursa tavır ne olacak? PKK terörünü bitirelim derken, terörün bitmesinden rahatları bozulan, ya da ülkeyi kendi atış alanı olarak gören çetelerin gemi azıya almalarına yol açılmış olunmuyor mu? Çeteleri bütünüyle temizleyememiş bir ülkede, bu tür pazarlık cümleleri, hiç kuşkunuz olmasın, yeni kan banyolarına kapı aralar... Bu işin teknik yanı. Bir de olayın moral ve hukukî yanı var ki, ilk günün sıcaklığı geçince yüreği en fazla sıkıştıracak olan da işin bu yanı: Hukukun en temel ilkelerinden biri 'cezanın şahsîliği' diye bilinen ve cezayı suçu işleyenin çekeceğine dair olan kuraldır. Üç lider, zirve metnine o pazarlık cümlesini yazmakla, 'cezanın şahsîliği' temel ilkesini tanımadıklarını ilân etmiş oluyorlar. Öyle ya, kendi işlediği suçlardan çarptırıldığı ölüm cezası infaz edilmeyen Öcalan, pazarlık cümlesinde öngörüldüğü üzere başkalarının yaptıkları yüzünden idam edilirse, bunu dünyaya nasıl anlatırız? Devlet hiç şimdiki kadar acziyet içine düşmemişti... Bugünkünün tek farkı, acziyetin alkışlarla karşılanması...
fkoru@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|