| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Tyler Durden'ın derin fısıltısı!
Geçen gün kararlı bir şekilde evden çıktım ve gidip son yıllarda dikkatimi ırgalamayı başaran birkaç yönetmenden biri olan David Fincher'ın son filmi olan "Dövüş Kulübü"nü izledim. Doğrusu "Yedi" ve "Oyun"dan sonra Fincher'ın ne yapacağını merak içinde bekleyen benim gibi takıntılı sinema izleyicilerini hayal kırıklığına uğratmayacak kadar sıkı bir film "Dövüş Kulübü". İlk birkaç dakika içinde, izlediğinizin bir David Fincher filmi olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Her zamanki karanlık atmosfer, ince ince örülmüş senaryo bilmeceleri, sürprizler, dinamik ve esprili bir anlatım, sıra dışı tiplemeler, felsefi göndermeler... Üstelik bu defa bu felsefi fonu epeyce koyultmuş Fincher; Edward Norton ve Brad Pitt'in kişileştirdikleri iki uç psikoloji (Jack ve Tyler) salınımında ciddi bir modernizm eleştirisi döküyor perdeye. Özellikle ilk yarım saati neredeyse buna ayırmış. Bu bölümdeki anti-modernist görsel panorama, sıkı bir iç konuşmalar zincirlemesi ile felsefi bir bütünlüğe ulaşmış. Özellikle Tyler Durden'ın ağzından çıkan iki cümle uzun süre aklımdan çıkmayacak. Bunlardan ilki Jack'in son model ev eşyalarıyla tıka basa doldurulmuş dairesi havaya uçtuktan sonra söyleniyor. Onca yıllık emek ve birikiminin bir anda yok olup gidişinin şaşkınlığını yaşayan Jack'e, umursamaz bir tavırla şöyle diyor Tyler: - Modern hayatın sunduğu bütün çözümlerini kaybettin! Son derece irkiltici bu cümleyi duyar duymaz, uzun süreli elektrik kesintilerinin hayatımız üzerindeki çoraklaştırıcı etkisi geldi aklıma. Hatırlarsınız bu konuda bir yazı da yazmış ve elektrikler kesildiğinde nasıl oyalanacak hiçbir şey bulamaz hale geldiğimizden söz etmiştim. Tyler'ın altını çizdiği dramatik noktanın, bizim bulunduğumuz bu noktaya uzak olduğunu söylemek çok kolay değil korkarım! Aklımda kalan ikinci cümleyi de yine Tyler söylüyor: - Sahip olduklarımız bir süre sonra bize sahip oluyor! Bu aslında benim de rahatlıkla düşünebileceğim ve kurabileceğim bir cümle. Ama film bütünü içinde öyle yerine oturuyor ki etkilenmemek imkansız. Hem isterseniz, sözü edilen mahkumiyete uyacak pek çok paralel durum bulabiliyorsunuz hayatınızdan. Fincher'ın çomağını gerçeğin arı kovanına böyle fütursuzca sokup durması gerçekten rahatsızlık veriyor insana. Tıpkı insan psikolojisinin şiddet ve kötülükle örülü karanlık yüzünü ikide bir getirip önümüze bırakması gibi... Aslında filmde söylenen herşeyi felsefi anlamda tartışabilirsiniz; ama filmin kapılıp gittiğimiz modern döngüyü tartışılır hale getirmek konusundaki başarısını tartışamazsınız. Bunu gerçekten yapıyor. Biraz abartarak, biraz şiddete bulayarak, biraz iğrençleştirerek ve biraz da karikatürize ederek yapıyor, ama sonuçta yapıyor bunu. Modern hayatın sunduğu bütün çözümleri elimizden alıyor. Hayatına hedefler koymakla evine son model mobilyalar koymak arasında şaşırtıcı mantıksal benzerlikler yakalayan herkesin gidip bu iştah kesici filmi görmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak bunu yapanların, filmin gerçekten cazip esprilerinin ve salon ahalisinin gevşek dikkatlerinin dolduruşuna gelerek, o iki küsur saatlerini kahkahalarla geçirmeleri ve neredeyse eğlenmeleri de mümkündür. Bu durumda, asıl hikâyeyi Tyler Durden'ın fısıltılarına yükleyen Fincher pis pis sırıtacaktır, haberleri ola!
gozcan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|