YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Türkiye'nin ve Ecevit'in "özel koşulları"

Sami Selçuk'un sunduğu taslakla birlikte anayasa tartışmalarının yeniden gündeme geldiği şu günlerde Ecevit'in gözden kaçan derin çelişkilerinden biri su yüzüne çıktı..

 

Türkiye'nin AB'ye aday ülke olması ilginç biçimde Türkiye'nin geleceğine ilişkin farklı beklentilere sahip, farklı vizyonları olan kesimlerin büyük kısmında sevinçle karşılandı. Şimdiden Avrupa Birliği'ne girmiş bir Türkiye'nin kendileri açısından ne türden bir hayat tarzının inşasını gerçekleştireceği beklentisine girdiler. İşin ilginç yanı, farklı beklentilere sahip bu kesimlerin AB üyesi olmamış bir Türkiye'de birbirleriyle hiç de barışık olmamaları. Herbir grup, bir diğerinin bir şekilde kültürel, siyasal, hatta sosyal olarak elimine edileceği beklentisi üzerine kurulmuş Avrupa Birliği üyesi Türkiye düşlemektedir.

Sami Selçuk'un sunduğu taslakla birlikte anayasa tartışmalarının yeniden gündeme geldiği şu günlerde Ecevit'in gözden kaçan derin çelişkilerinden biri su yüzüne çıktı.. Bir zamanlar, Batı tipi demokrasinin Türkiye'de uygulanamayacağını dillendirenlere karşı, insanımıza ikinci sınıf insan muamelesi yapıldığını, vatandaşın demokrasiyi hak etmediğini savunmanın halka hakaret olduğunu söyleyen Ecevit'in anayasa taslağındaki kimi maddelere tepkisi, geldiği noktayı ve Türk siyasetinin kemikleşen yapısını göstermesi bakımından ilginçti. "Türkiye'de ordunun iç ve dış tehditler açısından özel konumu nedeniyle Genelkurmay'ın savunma bakanlığına bağlanması ve MGK'nın kaldırılması düşünülemez" mealinde demeci onun adına bir talihsizlik olduğu kadar AB'ye girmekle ne kadar demokratikleşme ihtimalimizin olduğunu da işaretlerini veriyor.

Bundan daha önemlisi, inanç özgürlüğünden başlamak üzere azınlık hakları, insan hakları gibi temel kavramlar üzerinde Avrupa kriterleriyle kültürel olarak toplumumuzun zihinsel olarak arkaplanında yatan çağrışımların çok farklı olduğu zamanla ortaya çıkmaktadır. Bunun tipik örneği Kürt sorununa daha doğrusu PKK'ya AB'nin gösterdiği duyarlılıkla, Türkiye insanının tarihi hafızası ve kimlik bilincini oluşturan inançlarına yönelik ihlallere karşı gösterdiği tutumda kendini ele vermektedir/verecektir. Zira azınlık, insan hakları gibi temel konulardan AB'nin anladıklarıyla değer sistemimizin işaret ettiği şeyler çok farklı.

Buna paralel olarak, Türkiye'nin fiziksel olarak Avrupa Birliği'ne girmeye kültürel kodlarını Avrupalılaştırmaya karar vermiş gibi göründüğü bir dönemde Batı'nın kimi önde gelen siyasal stratejist ve düşünürleri kendi değer yargılarını sorgulamakla meşgûller.

Batının kendinden çok emin görünen ilkeleri ve kavramları bizzat kendileri tarafından sorgulanmaya başladığı bir dönemde, üstelik bu eleştirileri bizzat siyasilerin yaptığı bir dönemde bizim hiçbir sorgulama yapmadan, bu toplumun ürettiği hiçbir değer yokmuş gibi bir ortaya sergilenen entelektüel zaafiyet hem islamcılar için hem de batıcı okumuş yazmışlar için büyük bir talihsizlik göstergesi olmalıdır. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri laiklik ve demokrasi gibi konularda gözleniyor. Önce şu alıntıyı bir okuyalım: "Batı laisizminin bugünkü haliyle, insan haklarının en iyi bayraktarı olduğunu düşünmüyorum. Esasta bu 'iyi hayat' tanımını hedonizmle kendini tatminle ve tüketimle oluşturduğumuz bir dalgadır. Ama insanlık durumu, bundan da öte bir şeydir. Politik bireyi savunmak ruhani ve manevi vakumda pek bir şey ifade etmez. Batının çoğunluğunda çığırından çıkmış laiklik, kendi içinde kültürel bir 'kendini mahvetme' tohumu da taşımaktadır." Bu sözler, 21. Yüzyılda kilit soruların ideolojik ve ulusal olmaktan çok kültürel olacağını söyleyen Brezezinski'nin NPQ dergisine verdiği mülakattan alınma.. Carter'in ulusal güvenlik danışmanının bu ifadeleri, İslamcı görünen çoğu çevrelerin bile referans olarak artık Batı tipi bir laisizmden bahsetmeye başladığı bir dönemde hayli anlamlı olsa gerek.

İçinde bulunduğumuz siyasal uyulamaların Batı'yı kopyalamaktan ileriye geçemeyen ilkel uygulamaları, Batı eleştirisi karşısında haklı çıkarmaya yetmediği gibi; her ne pahasına olursa olsun AB'ye katılmaya iman etmiş olanları da haklı çıkarmaz. Batının felsefi düzeyde bizzat siyasetciler tarafından sorgulanır olması, Türkiye'nin önde gelen siyaset ve düşünce adamlarının hâlâ kavanozu dışından yalamaya devam edeceği anlamına da geliyor.

Ecevit'in, Türkiye'nin kendine özgü koşulları nedeniyle karşı çıktığı kimi Batılı uygulamaların yaslandığı felsefi içerik düşünürlerden başka siyasetciler tarafından sorgulanır olduğu bir dönemde, statükodan yana olanlara daha primitif bir jakobonizme daha da yaklaştırırken, her renkten değişimi, özgürleşmeyi savunanların da karşı tarafı elimine etmek üzere öne sürdüğü Türkiye'ye özgü koşullar hep yedekte tutuluyor. Oysa temelde Batı'nın değer yargıları, kimi kurumlarının sosyal ve bireysel düzeyde neden olduğu varoluş krizlerini ve gelecekte ortaya çıkacak problemleri tartışmadan kendi kimlik/kültür muhtevamızı boşa çıkarmak gerçekten boşluklu bir yaşamaya yelken açmak anlamına gelmez mi?


18 OCAK 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Akif Emre

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...