| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
"Sanal iktidar"a karşı "gölge boksör" muhalefet
Daha önce, 1975'te Celal Bayar'ın anılarını Günaydın'da yayınlarken de yazmıştım.. Bir kez, televizyon programlarının birinde de anlattım.. Bayar, Atatürk'ün başbakanı olunca, "şef"ine sorar.. - Benim başbakan olarak yetkilerim nedir? Atatürk de anlatmaya başlar.. - Komutanların terfileri, emeklilikleri benim işimdir.. Orduya sakın karışma.. Ayrıca, valilerin, emniyet müdürlerinin tayinleri, terfileri de benim ilgi alanımdadır. İçişlerine karışmayacaksın.. Büyükelçileri ben belirler, ben tayin ederim. Dışişleri'ne de, sakın karışmaya kalkma.. Bunların dışında kalan alanlarda, dilediğini yap.. Neticede, Atatürk'ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, Celal Bayar'ı kısa süre için başbakanlıkta tutmuştur.. Ama İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı hemen değiştirip, yönetime hakim olduğunu kanıtlamıştır.. Mareşal Fevzi Çakmak'ın, 2'nci Dünya Savaşı bitiminde, nasıl bir günde emekli edildiği de, defalarca yazılıp, anlatıldı.. Türkiye'deki "derin devlet"i inceleyenler, uzun yıllar boyunca, seçilmiş siyasetçilere tanınan yetki alanını anlamaya çalıştılar. Sonra, 1960'ın "27 Mayıs" askeri müdahalesi ertesinde, bir başbakan ve iki bakan idam edilince, bu alanın ne kadar dar ve sınırları zorlamanın, ne kadar tehlikeli olduğu anlaşıldı.. "28 Şubat" post-modern müdahalesi ile etkisizleştirilen DYP lideri, eski başbakan Tansu Çiller, o günlerde "seçilmişler"in konumunu şöyle yorumlamıştı.. - Ben ilk başbakan olduğumda, her alanda yetkili olduğumu sanmıştım.. Sonra anladım ki, Türkiye'de seçilmişlerin taşeron gibi kullanıldıkları gerçeği var.. Yol yapmanıza, köylere su getirmenize falan izin veriliyor.. Ayrıca Türkiye'de her siyasetçinin aklının arkasında, Adnan Menderes'in idam sehpasındaki fotoğrafı var.. Türkiye'de siyaset korkutulmuş.. Daha önce de Turgut Özal, seçilmişlerin ve hatta başbakanların dramını yorumlarken, "benim bir bayramlık, bir de idamlık giysim var" dememiş miydi? Şimdi biliyoruz ki, Türkiye bir "post-Cumhuriyet" sürecin eşiğinde.. Yani "Cumhuriyet", bütün kurumları ve kuramları ile var.. Ama bunun yanında, yeni kurumlar, yeni güç merkezleri ve yeni dengeler de oluştu.. Hem "derin devlet", hem de "Cumhuriyet Muhafızları", eski konumları ve güçleri ile, sahnedeler.. Hem de, sivil toplumda, sermayede, sosyo-politik yapılanmada, "değişim"in getirdiği olgular yaşanıyor. Ve ayrıca, "dış ilişkiler" eskisinden çok farklı.. Resmi ideoloji söyleminde, Türkiye her hamle yaptıkça bunu sabote eden ve Türkiye'yi bölmek için her yolu deneyen "dış güçler", şimdi, Türkiye'nin bugününün ve yarınının teminatı.. Ekonomiyi İMF, siyaseti, hukuku ve diplomasiyi, Avrupa ile Amerika yönlendiriyor.. Şimdi "derin devlet"in karşısında, mesela "derin Avrupa" veya "süper Amerika" var.. Yeni bir güç merkezi oluşturan "derin medya"da, "seçilmiş politikacılar"da, "derin devlet"le, "derin dış dünya" arasında ça-ça dansı yapmak zorunda.. Bakın Demirel'in, Ecevit'in, Bahçeli'nin ve Mesut Yılmaz'ın birbiri ardınca verdikleri demeçlerin neden hep kırık ve zıt çizgiler üzerinde geliştiğine.. Birgün sivil siyasetin ve hukukun üstünlüğünün erdemlerini, Avrupalılığa atıfta bulunarak yüceltenler, ertesi gün hemen, "biz bize benzeriz" deyip, "Milli Güvenlik Kurulu olmadan yaşayamayız" benzeri sözler söylüyorlar.. Kolaysa, Demirel'in ne kadar halkçı ve sivilci olduğunu teşhis edin.. Veya Bahçeli'nin, ne kadar milliyetçi ve şahin olduğunu ölçün kolaysa.. Bu konumda, muhalefetin işi kolay değil.. Siyasetin ve ekonominin, iktidar partileri dışındaki her merkez tarafından belirlendiği bir ortamda, kimi eleştireceksiniz? İşte bu yüzden, Türk muhalefeti şaşkın.. Türkiye'de "sanal bir iktidar" var. Bu bir gerçek.. Ama muhalefet de şu anda "gölge boksu" yapıyor.. Ecevit'le Demirel'i, "2000'li yılların genç yıldızları" olarak sunan "derin medya" ise, tabiî ki bu olayı, canlı yayınla topluma nakletmiyor.. ŞAKA
Centilmenlik meselesi..
İCRAAT
Lafla peynir gemisi yürümez!.
Siyaset "demeç vermek"ten ibaret olsaydı, hayat çok kolaylaşırdı.. Süleyman Demirel'in yeniden doğduğu 1991'den bu yana, önce Başbakan, sonra da Cumhurbaşkanı olarak verdiği demeçlerle, Türkiye uzaya falan giderdi.. Ama lafla peynir gemisi yürümüyor.. Vizyonu olmayan ve bu vizyonu icraata taşıyamayan politikacılar, sadece konuşuyor. Ülke de, siyasi krizden ekonomik krize uzanan bir alanda, gidip geliyor.. Şimdi önümüzde şu Avrupa Birliği ile entegrasyon süreci var.. Ayrıca, iddialı ve riskli bir anti-enflasyonist ekonomik program uygulanmakta.. Bunların başarıya ulaşması için, icraat şart.. Siyasi ve teknik kadroların, yeni örgütlenmeler içinde oluşturulması gerekiyor.. Hukukta, idarede, ekonomide ve her alanda, Türkiye belki de son çağların en radikal "yeniden-yapılanma" operasyonunu gerçekleştirmek zorunda.. Devlet küçülecek, hukuk büyüyecek.. Aynı şekilde, eğer dış kaynak gelmez ve özelleştirmeler ile iç kaynak yaratılmazsa, ekonomik program, devalüasyonlu ve hiper-enflasyonlu bir felakete dönüşebilir.. -Hükümetin en az Sami Selçuk kadar üretken, cesur ve kararlı olması şart.. Cumhurbaşkanlığı seçiminden başka hiçbir şey düşünmeyen "demeç politikacılığı", artık devre dışı kalmalıdır..
mehmetbarlas@attglobal.net
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|