| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Daha büyük gerçek
Günlerden beri içimiz dışımıza çıkıyor; gördüğümüz vahşet manzaraları uykularımızı kaçırıyor. Hizbullah örgütü militanlarının, geçtikleri her yerden arkalarında ceset tarlaları bırakarak ayrıldıkları anlaşılıyor. İnsanın bu kadar vahşileşebileceğini akıl kabul etse bile yürek reddediyor. Öldürülenlerin hepsinin, Hizbullah'ın temsil iddiasında bulunduğu görüşle bir biçimde irtibatlı insanlar olması, içine düştüğümüz dehşeti daha da büyütüyor. 'Hizbullah' adı neyi çağrıştırırsa çağrıştırsın daha büyük bir gerçeği görmezden gelemeyiz: Bu vahşeti sergileyen insanlar ve kurdukları dehşet örgütü bu toprakların ürünü. Ruh sağlığı bozulmuş bireylerin işlediği tekil olaylarla karşı karşıya değiliz; en vahşi yöntemlerle insan canına kıymayı göze alabilen gözü dönmüşlerin oluşturduğu bir örgüt bu ve o insanlar 'bizim' aramızdan çıktı. Son cümledeki 'bizim' iyelik zamirini belli bir kesimle irtibatlandırmak isteyenler var. Doğrudur; böylesine bir vahşetin farkına varamadıkları, konuyu küçümseyip örgütün devletin bazı birimleriyle bağlarını ilgisizlik bahanesi yaptıkları için o kesim elbette sorumlu. "Hizbullah = Hizbulkontra" denklemi kurulsa bile olup bitenlere ilgisiz kalınmamalıydı. Şimdi bunun acısını, yüreğimizin kaldırdığı kadarıyla, hayatımızın en büyük gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalarak çekeceğiz. Bu sorumluluktan kaçamayız. Ancak bu 'özel sorumluluk', Hizbullah adıyla karşımıza çıkan örgütün zorladığı daha büyük sorumluluğu ortadan kaldırır mı? Örgüt istediği kadar yurtdışında hâmiler ve eğiticiler bulmuş olsun, çekirdek bizim ülkemizin ürünü. Bu insanlar, yeraltında köstebek hayatı yaşamadılar; birilerinin komşusuydular, başkalarıyla aynı sokaklarda top koşturdular. Liderleri Hüseyin Velioğlu, tıpkı Abdullah Öcalan gibi, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu. Bu hunhar cinayetleri bizim toplumun içinden çıkan insanlar işledi. Görünenleri siyasi sonuç almak üzere kullanmaya çalışanlar var; aşırıya kaçmamak şartıyla haklarıdır... Hatta bu hunharlığı 'demokrasi' ve 'insan hakları' baskıları altında gerçekleşmesi yarım kalmış 'toplum mühendisliği' uygulamalarına çerez yapmak isteyenleri çok fazla kınamak da elimden gelmiyor. Ancak, gerçeklerin küçük bir kısmını görüp projektörleri o nokta üzerinde yoğunlaştırmak, fotoğrafın bütününün mesajını görmezden gelmeye yol açmamalı. Medya, maalesef, 28 Şubat'ta edindiği 'psikolojik savaş' reflekslerini bütünüyle bırakamadığı için, gerçekleri ters yüz ederek, ileride daha büyük sıkıntılara sebep olacak bir tarz tutturdu. Hizbullah, en çok içinden çıktığı bölgeye ve temsil ettiği iddiasında olduğu düşüncenin insanlarına zarar verdi. Kurbanlarının neredeyse hepsi Güneydoğu kökenli ve İslâmî kimliğiyle tanınmış insanlar... Bu örgütün, başka hiçbir delile ihtiyaç durmadan, bugün ortaya çıkan dehşet manzaralarını oluşturmak üzere kurgulandığını söyleyebiliriz. Ancak, böyle bir örgüt adına yapılan kanlı eylemler, şimdi de, 'kansız kurbanlar' almak için bahane olarak kullanılıyor... Yeni kurbanlar da, yine Hizbullah'ın da hedefi olan insanlar... Medyada birileri kişisel hesaplaşma peşinde; 28 Şubat şartlarında harcayamadıkları gerçek peşindeki dürüst kalemleri asla tasvip etmediklerini pekâlâ bildikleri Hizbullah eylemleriyle özdeşleştirme açıkgözlülüğü bunların yöntemi. Görüneni biraz sorgulamaya kalkanlar elleri kara boyalı kirli kalemlere hedef oluyor. Gerçeklerin üzerine şal örtmek için, en az tanık olunan hunharlık kadar acımasız bir tavırla, karakter suikastı yapılıyor... Peki gerçek nedir? Gerçek şu: Türkiye'de bugüne kadar uygulanan sistem dünyanın gözünü kamaştıracak parlak örnekler çıkartamamış, buna karşılık herkesi yutkundurup insanî değerler konusunda kuşkuya düşürecek bir vahşete zemin hazırlayabilmiştir. 30 bin insanın ölümünden sorumlu PKK da, tanıdıkları insanları işkence ve eziyet ettikten sonra öldüren, arkasında ceset tarlaları bırakan Hizbullah da bu toprakların ve bu sistemin ürünü. Bu gerçeği görmezden gelip Hizbullah vahşeti bahanesiyle korku ve terör atmosferini ülkeye yaygınlaştırıp hak ve özgürlükleri askıya almaya çalışanlar, mevcut vahşet zeminini takviye ediyorlar... Suretâ var gibi görünen 'fikrî akrabalık' yüzünden başım yere eğik, günlerdir kimsenin yüzüne bakamayacak kadar utanıyorum; ancak insanları vahşileştiren bir sistemi üzerimize deli gömleği gibi giydirenler "Oh olsun" tavrı takınıp üste çıkmaya çalışmıyorlar mı, beni esas yaralayan bu işte...
fkoru@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|